Bize, sürekli olarak sunulan oksijen, yaşamımızın devamı için en temel şartlardandır. Ancak oksijenin bize fayda sağlayabilmesi için tek başına varlığı yeterli değildir. Bedenimizde, oksijeni alıp kullanabilecek, bunu tüm hücrelere ulaştırabilecek kusursuz bir sistem vardır.
Akciğerler, nefes alıp verebilmek için özel olarak yaratılmış birer mucizedirler. Akciğerlerin içindeki odacıkların ve bu odacıklara giden kanalların en uygun genişlikte olması, oksijen solunumunu artırmak için var edilmiş, harika bir düzendir. Ancak bu sistemin işleyişi, bir başka şarta daha bağlıdır: Havanın yoğunluğunun, akışkanlığının ve basıncının, bu kadar dar kanallar içinde rahatlıkla hareket edebilecek değerlerde olmasına.
Havanın basıncı 760 mm civarındadır. Yoğunluğu deniz seviyesinde, litre başına bir gram civarındadır. Deniz yüzeyindeki akışkanlığı ise, suyun elli katı kadar fazladır. Bunlar belki ilk bakışta çok fazla önem ifade etmeyen sayılardır ama aslında bu sayılar, bizim yaşamımız için özel olarak belirlenmişlerdir. Bu değerler, hava soluyan canlılar için gerekli olan en uygun değerlerdir.
Nefes alırken ciğerlerimiz, ``hava direnci`` denen bir güce karşı enerji kullanır. Hava direnci, havanın harekete karşı gösterdiği durgunluk eğilimidir. Atmosferin özellikleri sayesinde bu direnç çok zayıflar ve bu sayede ciğerlerimiz kolaylıkla havayı içeri çekip dışarı itebilir. Bu direnç biraz fazla olsaydı, ciğerlerimiz zorlanmaya başlayacaklardı. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz: Bir enjektörün iğnesinden su çekmek kolaydır ama aynı iğneyle bal çekmek oldukça zordur. Çünkü bal, sudan daha az akışkanlığa ve daha yüksek yoğunluğa sahiptir.
Eğer atmosferik yoğunluk, akışkanlık, basınç gibi değerler, şu ankinden biraz daha farklılaşırsa, nefes almak bizim için bir enjektöre bal çekmek kadar zor olacaktır. Bu dengelerin mükemmel bir uyum içinde olmaları, evrenin rastlantılarla oluşmuş bir madde yığını olduğu iddialarını tümüyle ortadan kaldırmakta, var olan tüm detayların, daha başlangıç aşamasından itibaren kusursuz bir düzen sonucunda meydana geldiğini göstermektedir. İnsanı, insandaki sayısız kompleksliklere sahip olağanüstü sistemleri ve buna uygun bir dünyayı birlikte yaratan, bunların tümünü birbirine bağımlı kılan ve bu bağımlılığın devamlılığını sağlayan alemlerin Rabbi ve Yaratıcısı olan Allah (c.c)`tır. Allah (c.c), tüm evrene hakim olan, maddeyi dilediği şekilde şekillendiren, galaksileri, yıldızları, gezegenleri, atmosferi ve tüm canlıları kudreti altında tutandır. Yüce Allah (c.c), bu gerçeği Kuran'da insanlara şöyle haber vermektedir:
"Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne Yücedir." (Mümin Suresi, 64)
Eğer bir insan, yeryüzündeki her şeyin Yaratıcısı olan Allah (c.c)`ın yüce kudretini yaşadığı evrenin her detayında fark edebiliyorsa, bu gerçeğe yaşadığı süre boyunca kayıtsız kalmamalıdır. Kendisine sürekli olarak verilen nimetlerin şükrünü yapabilmelidir. Çünkü her aldığı nefes ile bedeninde bir mucize meydana gelmekte, her saniye bunun gibi sınırsız mucizenin varlığı sayesinde yaşamını sürdürebilmektedir. Her şey, her an Allah (cc)`ın kontrolündedir ve günün birinde mutlaka Allah (c.c)`ın huzuruna sunulacak olan bir kul için yapması gereken, sürekli olarak bunun farkında olarak ve Allah (c.c)`a şükrederek yaşamasıdır.