Modern bilim evrenin bir başlangıcının olduğunu bilimsel olarak ortaya koymuştur. Bu da, üstün kudret sahibi Allah'ın evreni yokken var etmiş olduğunu gösterir. Aslında bu gerçek Kuran ayetleri ile asırlar öncesinden haber verilmiştir. Evreni bugünkü haliyle -Kuran ayetlerinde de bildirildiği üzere- Big Bang (Büyük Patlama) adı verilen bir patlama ile birlikte, Allah yaratmıştır. Evrenin ortaya çıkışı ile birlikte evrendeki fiziksel dengeler de olağanüstü bir hassasiyetle belirlenmiştir. Big Bang'in patlama hızı, yıldızların içinde gerçekleşen reaksiyonlar, atomun yapısı, kısacası evrendeki tüm fiziksel dengeler insan yaşamını olanaklı kılacak bir işleyişe sahiptir. Dünyanın atmosfer yapısı, Güneş Sistemi'ndeki konumu, suyun varlığı, bitkilerin ve diğer canlıların varlığı kısacası herşey tam olması gerektiği gibidir. Allah evreni, insan aklının sınırlarını zorlayacak mükemmellikteki bir düzen ile var etmiştir. Yani Allah, evrendeki muazzam düzenin, kusursuz dengenin ve benzersiz tasarımın tek Sahibi'dir.
Evrendeki Büyüklük Kavramı
Evrendeki düzenin kusursuzluğunu görmek için öncelikle uzaydaki büyüklük kavramını inceleyelim. Yalnız bunun tam olarak kavranabilmesi için bazı benzetmelerin ve karşılaştırmaların yapılması gerekmektedir. Çünkü uzaydaki ölçüler dünya ölçüleri ile kıyaslanamayacak büyüklüklere sahiptir. Evrendeki büyüklük kavramını incelemeye Güneş Sistemi'nden, hatta içinde yaşadığımız Dünya gezegeninden başlayalım. Dünya gezegeni, Güneş Sistemi'nin bir parçasıdır. Bu sistem, orta küçüklükte bir yıldız olan Güneş'in etrafında dönmekte olan dokuz gezegenden ve onların elli dört uydusundan oluşur. Merkezi oluşturan Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Bu büyüklüğü tam olarak kavrayabilmek için şöyle bir benzetme yapalım:
Dünya'yı bir misket büyüklüğünde düşünecek olursak, Güneş'i de bildiğimiz futbol toplarının iki katı kadar büyüklüğe sahip yuvarlak bir küre olarak düşünmemiz gerekecektir. Dünya ve Güneş arasındaki mesafeyi de bu benzetmeye uygun ölçülere indirelim. Bunun için misket büyüklüğündeki Dünya ile top büyüklüğündeki Güneş'in arasını yaklaşık 280 metre yapmamız gerekecektir. Güneş Sistemi'nin en dışında bulunan gezegenleri ise kilometrelerce öteye taşımamız gerekecektir.
Ancak şunu da belirtmeliyiz ki, içinde dev gezegenleri barındıran Güneş Sistemi, aslında içinde bulunduğu Samanyolu galaksisine oranla oldukça mütevazı bir boyuta sahiptir. Çünkü spiral benzeri bir şekle sahip olan Samanyolu galaksisinin içinde, Güneş benzeri ve hatta pek çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır. Ve bu yıldızların aralarında da rakamlarla ifade edilmesi güç olan mesafeler bulunmaktadır. Bu mesafelere, milyarları bulan yıldız sayılarına ve inanılmaz büyüklüklere rağmen Samanyolu galaksisi de uzayın geneli düşünüldüğünde çok "küçük" bir yerdir. Çünkü uzayda sayıları 300 milyarı bulan galaksi vardır. Bu galaksilerin arasında ise devasa boşluklar bulunur. Şimdi uzaydaki düzenin başka bir yönünü bir bilim adamının bu konudaki düşünceleri ile birlikte aktaralım. George Greenstein Amerikalı bir astronomdur. Ve galaksilerin akıl almaz büyüklüğü ve aralarındaki boşluklar ile ilgili düşüncelerini The Symbiotic Universe (Simbiyotik Evren) adlı kitabında şöyle ifade etmiştir:
"Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda ve diğer gök cisimlerinde süregiden temel fiziksel işlemlerde hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım... Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır." (George Greenstein, The Symbiotic Universe, s. 21)
Greenstein, kitabında uzaydaki büyük boşlukların, bazı fiziksel değişkenlerin tam insan yaşamına uygun biçimde şekillenmesini sağladığını da açıklamaktadır. Gök cisimleri arasında büyük boşlukların başka bir fonksiyonları da Dünya'nın, uzay boşluğunda gezinen dev gök cisimleriyle çarpışmasını engellemektir. Görüldüğü gibi evrendeki gök cisimlerinin dağılımı insanın yaşamını olanaklı kılacak şekilde ayarlanmıştır. Bu, Allah'ın benzersiz yaratma sanatının örneklerinden biridir.
Güneş Sistemi'ndeki Hassas Dengeler
Güneş Sistemi'nde belli bir hızda hareket etmekte olan gezegenlerin, normal şartlar altında uzayın "dış uzay" adı verilen bölgesine savrulmaları ya da Güneş'in çekim gücüne kapılarak çarpmaları gerekmektedir. Ancak böyle bir şey olmaz. Çünkü Güneş'in "çekim gücü" ile gezegenlerin "merkez-kaç kuvveti" arasında da bir denge vardır. Güneş sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm gezegenleri kendine çeker ancak gezegenler de dönmeleri sonucunda oluşan merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimden kurtulurlar. Bu denge şu anki değerlerinden farklı olsaydı neler olurdu düşünelim. Eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş'e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı. Bunun tam tersi de mümkündür. Eğer gezegenler daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş'in gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı. Oysa çok hassas olan bu denge evren ilk yaratıldığı andan itibaren vardır ve sistemdeki bu dengeyi koruyacak şekilde tasarlayan Allah'tır.
Yalnız burada yine önemli bir detay vardır. Güneş Sistemi'ndeki gezegenlerin Güneş'e olan uzaklıkları birbirinden çok farklıdır. Dahası, kütleleri de çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi için ayrı dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş'e yapışmaktan ya da Güneş'ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar. Bu detay evrendeki dengenin doğal fiziksel süreçlerle oluştuğunu iddia eden yani bu kusursuz sistemin kendiliğinden ya da tesadüfen oluştuğunu öne süren materyalist anlayışı geçersiz kılmaktadır. Çünkü söz konusu denge her gezegen için ayrı ayrı kurulmuştur. Allah herşeyi eksiksiz yapan, her türlü yaratmadan haberdar olandır.
Buraya kadar anlattıklarımız Güneş Sistemi'ndeki olağanüstü hassas dengelerden yalnızca birkaçıdır. Bu benzersiz dengeyi keşfeden Kepler, Galilei gibi astronomlar da daha o dönemde, bu sistemin çok açık bir tasarımı gösterdiğini ve Allah'ın evrene olan hakimiyetinin ispatı olduğunu belirtmişlerdir. Güneş Sistemi'nin yapısı hakkında önemli keşiflerde bulunan ve yaşamış en büyük bilim adamlarından biri sayılan Isaac Newton şöyle yazmıştır:
"Güneş'ten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu çok hassas sistem, sadece akıl ve güç sahibi bir Varlık'ın amacından ve hakimiyetinden kaynaklanabilir... O, bunların hepsini yönetmektedir ve bu egemenliği dolayısıyladır ki O'na, "Üstün Kuvvet Sahibi Rab" denir." (Michael A. Corey, God and the New Cosmology, The Anthropic Design Argument, Maryland, 1993, s. 259)