Katar’da geçtiğimiz haftalarda önemli konuların gündeme getirildiği bir dinler arası diyalog konferansı düzenlendi. Amaç, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki Hristiyan-Müslüman çatışmalarını, Myanmar’daki Budist-Müslüman çatışmalarını, yine dinler arası çatışmalardan kaynaklanan İsrail-Filistin gerginliğini ve Kuzey İrlanda ayaklanmalarını derinlemesine inceleyerek, çatışmaların gerçek sebebinin ne olduğunu ortaya çıkarabilmekti. Acaba sorun gerçekten dinler arası diyalog sorunu muydu, yoksa arka planda toprak, güç veya milliyetçilik gibi kavramlar daha mı ağır basıyordu?
Söz konusu sorunların ele alındığı konferans ılımlı liderlerin ılımlı mesajlarıyla geçiyor ve katılımcılar bu gelişmeden memnun ayrılıyorlardı. “Bir arada olmak, bütün bunları konuşmak ve tartışmak, barışın sağlanması için yollar bulmak çok güzel” diyordu katılımcılardan biri. “Bu konferansları farklı ülkelerde de gerçekleştirmeyi umuyoruz” diye de ekliyordu.1
Katılımcıların iyi niyet dileklerine katılmamak mümkün değil. Elbette bir araya gelip bu sorunlar üzerine karşılıklı fikir alış verişinde bulunmak, bu anlamda dostluklar kurmak sağlıklıdır. Bu yöntem, birlikteliğin gelişmesi açısından önemli bir adım olsa da, dinler arası çatışmaların sona ermesi için yeterli değildir. Çünkü söz konusu çatışmaların temel sebebi ihmal edilmekte, teşhis yanlış konulmakta ve vakit kaybedilmektedir.
Şunu bilmek gerekir ki, din adına çatışma yaşanan ülkelerin hiçbirinde sebep ne gerçek anlamda din, ne toprak, ne güç, ne de milliyetçilik unsurlarıdır. Çatışmanın olduğu her yerde bu unsurlar tetikleyici rol oynar ama asıl sebep din adına ortaya çıkan hurafeci inanç sistemleridir.
Hurafeci anlayış her ne kadar din ile birlikte anılsa da, gerçekte dinden uzaklaşmış, dinin dışındaki bir kısım gelenek ve aşırılıkçı görüşlere kaymış, radikalleşmiş, sinsileşmiş ve sevgisiz hale gelmiş bir ideolojiyi temsil eder. Bu tehlike her din ve inanç için geçerlidir. Köklerinden uzaklaşan her hak inanç, doğru istikametini yitirir ve daima ürkütücü, baskıcı ve aşırılıkçı başka bir inanca dönüşür.
Orta Afrika Cumhuriyeti örneğinden yola çıkacak olursak, o bölgede yıllardır bir arada kardeşçe yaşamış olan Müslüman ve Hristiyanların bir anda birbirlerini vahşi yöntemlerle katledecek bir düşmanlık politikası içine girdikleri görülebilmektedir. Her ne kadar burada söz konusu katliamları yürütenler çoğunlukla din ile ilgileri olmayan çeteler ise de, çatışmaların temel noktasını Hristiyan-Müslüman ayırımcılığını körükleyen radikal ve bağnaz inanç oluşturmaktadır. Tüm kutsal kitapların özünde yer alan “dinlerin kardeşliği” anlayışı çeşitli hurafelerle terk edilmiş, diğer dinlerin birer düşman olduğu telkini verilmiş ve eskiden birbirlerini kardeş görenler bir anda bugünün yeni düşmanları haline getirilmiştir.
Örneğin İslam dini, Kuran’da Hristiyan ve Musevilere karşı dostluğu, kardeşliği ve korumacılığı emrederken; onun yerine geliştirilen sahte hurafeci din tüm Hristiyan ve Musevilerin düşman olduğu fikrini yaymıştır. Mısır’da kiliselerin yakılmasının ve Arap dünyasında yaygınlaşan anti-semitizmin en temel sebebi budur.
Bir kısım Hristiyan çevrelerin İslam karşıtı yayınlar yapmasının, Müslümanlara karşı önyargılı bir tutum sergilemesinin de nedeni budur. Onlar da Hristiyanlığı özünden uzaklaştırmış, bağnaz bir anlayışa yönelmişlerdir. Öyle ki, bir kısmı Müslüman ve Musevilerin katledileceği bir savaşın beklentisi içindedirler.
Hurafe dini bütün dünyada vahşeti, dehşeti, düşmanlığı ve sevgisizliği yaygınlaştırırken ve insanlar kitleler halinde gerçek dinden koparlarken, bunun çözümü durumu teşhis adına konferanslar düzenlemekten öte, eğitimdir. Çünkü hurafe dini yanlış bir eğitim sisteminin sonucudur. Bu dine tabi pek çok insan yanlış yaptığının farkında bile değildir. Bu yanlış eğitimin tahribatı ancak doğru eğitimle tedavi edilebilir. Bunun için zaman kaybettirecek girişimlerde bulunmak yerine, derhal harekete geçmek gerekmektedir.
Ilımlı ve barışçıl dini liderler ve din temsilcileri, kendi aralarındaki bilgilendirme toplantılarında, bu yanlış eğitilmiş toplumlara ulaşacak yollar aramalılar. Radikalizmin özellikle yaygın olduğu bölgelerde doğru din anlayışını izah eden kitap, yayın ve konuşmalarla eğitime başlamalılar. Örneğin, savaş, adam öldürme, nefret ve kinin dinde haram olduğunu Kuran’dan ayetlerle izah etmeliler. Hurafeci sistemin zaaflarını ve mantıksızlığını detaylı delillerle sunmalılar.
Eğer dünya çapında etkili olacak bir barış isteniyorsa, bunun yolu doğru din anlayışının hakim edilip, yanlış olanın elimine edilmesidir. Şu durumda, doğru, dolayısıyla da ılımlı din anlayışını savunan her insanın üzerine büyük sorumluluk düşmektedir. Ülkelerde, silahlara harcanmakta olan paranın böyle bir eğitim seferberliğine harcanmasını teşvik edebilir, sivil toplum örgütlerini bu amaçla bir araya getirebilir, ellerindeki yayın organlarını bu amaçla kullanabilirler. Unutmamak gerekir ki, doğru ve hak olanın anlaşılıp yaygınlaşması daha kolaydır. Dolayısıyla toplumları sırf cehaletten kaynaklanan bir bağnazlık ve düşmanlık içinde bırakmaktansa, o cehaleti ortadan kaldırmak en doğru yöntem olacaktır. İşte o zaman, silahın ve savaşın anlamını yitirmesi an meselesi olacaktır.
1. http://www.aljazeera.com/programmes/insidestory/2014/03/religion-source-unity-division-2014327161222765229.html
Adnan Oktar'ın The Star'da yayınlanan makalesi:
http://www.thestar.com.my/Opinion/Letters/2014/06/04/Education-can-end-religious-strife/