Küresel barış ve güvenliği sağlama, savaşları engelleme misyonuyla yola çıkan BM, son dönemde yoğun ve ağır eleştirilere maruz kalıyor. Eleştirilerin merkezinde, Suriye krizi başta olmak üzere, kurumun savaşlar, krizler ve anlaşmazlıklar karşısında etkisiz, hantal ve başarısız performansı ile bünyesindeki Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinin ayrıcalıklı konumu var.
Geçtiğimiz yılın Mart ayında, 21 yardım kuruluşu BM'yi bütünüyle başarısız olmakla suçlamıştı. Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Salil Shetty de, '21. yüzyılın en büyük insanlık sınavlarından biri' olarak tanımladığı mülteci krizinde organizasyonun başarısız olduğunu çok ağır bir dille eleştirmişti.
2015'in Eylül ayında 70.si düzenlenen BM Genel Kurulu görüşmeleri de bu tür eleştirilere sahne olurken, Güvenlik Konseyi karşısında Genel Kurul'un yetkilerinin artırılması ve daimi üyelerin veto haklarının kısıtlanması yönündeki reform talepleri de gündemdeydi.
Bilindiği gibi, 2. Dünya Savaşı'ndan zaferle çıkan devletler, BM'nin kurulmasına ön ayak olurken kendilerini de, bu organizasyonun en kritik yürütme organı Güvenlik Konseyi'nde daimi üye olma ve veto etme hak ve yetkileriyle donattılar. ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin'den oluşan bu daimi üyelerden tek birinin dahi veto ettiği bir kararın Konsey'den geçmesi imkansız. BM'nin diğer organları tarafından alınan kararlar yalnızca tavsiye niteliğindeyken Güvenlik Konseyi kararları tüm üye ülkeleri bağlayıcı bir güce sahip.
İşte, evrensel adalet ve eşitlik ilkeleriyle, uluslararası hukukla hiçbir yönden bağdaşmayan bu ayrıcalıklı durum BM'yle ilgili en büyük sorun. BM'nin, bazı istisnai durumlar dışında, 'dünya barış ve güvenliğini sağlama, krizleri önleme' konusundaki yetersizliğin temelindeki neden de bu sorun.
Nitekim BM, Cezayir Bağımsızlık Savaşı (1954–62), Guatemala darbesi (1954), Süveyş Krizi (1956), Macaristan'ın işgali (1956), Vietnam Savaşı (1946–75), Çin-Vietnam Savaşı (1979), Afganistan'ın İşgali (1979–88), Panama'nın işgali (1989), Irak'ın işgali (2003), Gürcistan Savaşı (2008), Kırım'ın işgali (2014) ve halen süregiden Suriye (2012-...) ve Yemen Savaşı (2015-...) gibi sayısız kriz, savaş, anlaşmazlık, saldırı ve işgal karşısında hiçbir varlık gösteremedi. Arap-İsrail savaşları, Gazze-Filistin sorunu, Afrika'daki çatışmalar, Saraybosna katliamı, Myanmar ve Doğu Türkistan'daki Müslümanların on yıllardır uğradıkları zulüm, işkence ve soykırımlar karşısında da BM tüm bu olanları adeta görmezden geldi.
İlginç olan ise, daimi üyelerinin dış politikalarıyla örtüşen vakalarda BM’nin dünya tarihinin en seri kararlarına imza atmasıydı. Mısır darbesine ses çıkarmayan Güvenlik Konseyi, 2004'te Haiti'de benzer bir darbe yaşandığında derhal 1529 sayılı darbecilere müdahale kararını uygulamaya soktu. Suriye'de uygulanan vahşete seyirci kalırken sonradan Fransa'nın, petrol üretiminin büyük bölümünde pay iddia edeceği Libya'daki Kaddafi rejiminin yıkılması için süratle müdahalede bulundu. Aynı kuruluş, Paris saldırılarının hemen ardından Suriye'nin daha geniş çaplı bombalanması konusunda tüm dünya devletlerine davetiye çıkaran kararı yine yıldırım hızıyla aldı.
1990'da Irak'ın, petrol zengini Kuveyt'i işgali ve benzeri birçok olayda BM, görülmemiş bir hızla harekete geçmeyi ve gerekli girişimlerde bulunmayı başardı. Ama 1997'de yoksul ve yetersiz kaynaklara sahip Rwandalıları koruyup kollamada aynı sürat ve başarıyı sergileyemedi.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Hepsinden ilginç olan ise, resmi olarak dünyanın barış, güvenlik ve huzurunu sağlama ve koruma görevini üstlenmiş Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesinin de dünya üzerinde silah üretiminin ve satışının %65'ten fazlasını gerçekleştiren ülkeler olmaları. Hatta bu oranın %35'i tek başına ABD'ye ait.
BM gibi bir kuruluşun, tabi ki gerçek misyonuna bağlı kaldığı ve bunu sağlıklı biçimde yürütebildiği sürece, tüm dünyanın barış ve güvenliği, uluslararası anlaşmazlıkların çözümü açısından çok önemli ve hayati bir organizasyon olduğu açık. Ancak halihazırda olduğu gibi, yalnızca Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin insiyatifine bırakılmış bir sistemin sürekli açmaza uğrayacağı da tarihi bir gerçek.
Bu nedenle BM'yi, teoride dünya milletlerini temsil eden, gerçekte ise yalnızca elit üyelerin küresel çıkarlarını legal zemine oturtan bir mekanizma olmaktan çıkarmak gerekiyor. Dolayısıyla, Güvenlik Konseyi'nin yapısına yönelik reformlara acil ihtiyaç var. Konsey'e daimi üyelik ve veto hakları gibi, evrensel hukuk ve adalet ölçülerine, devletlerin eşitliği ilkesine dayanmayan ayrıcalıkların kaldırılması bu reformların merkezinde olmalı. Konsey'in şeffaflaşması ve kendi içinde yargı yolunun açık olması da şart.
Hepsinden önemlisi, bugüne kadar BM'nin aldığı kararların neredeyse yarısının Müslüman ve Ortadoğu devletleri hakkında olmasına rağmen 1.7 milyar Müslüman'ın dışlandığı ya da adil biçimde temsil edilmediği bir Güvenlik Konseyi'nin meşru ve etkili olmayacağının bilinmesi gerekiyor.
Elbette bu durumdan asıl ders çıkarması gereken ise İslam dünyası. Müslümanlar, kendi aralarında birlik olmadıkları sürece, başka birliklerden kendi haklarını ve çıkarlarını gözetmesini, kendileri için adalet sağlamasını beklemeye devam edeceklerdir. İslam aleminin bunun ne büyük bir yanılgı olduğunun artık farkına varması ve bu yönde adımlar atması gerekiyor.
Adnan Oktar'ın New Straits Tiimes & Ekurd Daily'de yayınlanan makalesi:
http://www.nst.com.my/news/2016/04/142574/united-nations-needs-urgent-reforms