Darwinizm, komünizm, materyalizm, şiddet ve terör birbirlerinden ayrılmaz bir bütündür. İnsanları isyana, kavgaya, başıbozukluğa, sevgisizliğe, bencilliğe ve ahlaksızlığa yönelten Darwinizm yok edilmeden insanlar arasında dostluk ve kardeşliğin tesis edilmesi asla mümkün değildir. Bediüzzaman Hazretleri bu konuda gerekli tedbirlerin alınması, yapılan yanlışlıkların düzetilmesi için hem kendi döneminde yaşayan Müslümanları, hem de günümüzde bu olaylara geniş ölçüde şahit olan kardeşlerimizi uyarmış ve çözüm önerileri sunmuştur.
Bilindiği gibi komünizm gücünü Allah’a inanmayan Darwinist-Marksist ideolojiden alır. Komünizm ideolojisi fikren yok edilmedikçe bu tehlikenin yok olması da mümkün değildir. Bu nedenle Bediüzzaman Hazretleri komünizme karşı ilmi mücadele vermenin önemine dikkat çekmiş, komünizmin iman düşmanlığına karşı kendisinin de fikri mücadele vereceğini söylemiştir:
“Bir tek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İSLAM MEMLEKETİ OLAN BU VATANDA BOLŞEVİK BAYKUŞLARININ SESLERİNİ İŞİTİYORUZ. Bu ses, alem-i İslam’ın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor.
Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedemle inşaAllah Allah huzuruna girmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki Bolşevikler olsun. Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, KOMÜNİSTLİKLE ZEHİRLENEN GENÇLERİN ISLAHINA VE MEMLEKETİN İMANINA, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.” (Şualar, Sayfa No:617, 618)
Bediüzzaman Hazretleri kendisinden sonraki dönemde komünist hareketin Darwinist, materyalist felsefe vasıtasıyla sürekli tekrarlanarak gelişeceği ve yayılacağını bu felsefenin (Allah’ı tenzih ederiz) Rabbimiz’i ve Yaratılışı inkar eden boyutlara ulaşacağını bildirmiştir:
“TABİİYYUN, MADDİYYUN (materyalizm, Darwinizm’den) felsefesinden tevellüd eden (doğan) bir cereyan-ı Nemrudane gittikçe AHİR ZAMANDA, “FELSEFE-İ MADDİYE VASITASIYLA İNTİŞAR EDEREK KUVVET BULUP, ULUHİYETİ (Allah’ın varlığını) İNKAR EDECEK bir dereceye gelir.” (Mektubat s. 57)
Nitekim komünizmin fikri dayanağı olan Darwinizm ve Darwinizm’den kaynaklanan materyalist akımlar insanlara ‘yaşam bir mücadele alanıdır’, ‘yalnızca güçlü olanlar ayakta kalabilirler ve zayıf olanlar elenmeye mahkumdur’, ‘insan ve tüm kainat kör tesadüflerin eseridir, dolayısıyla hiç kimse yaptıklarından ötürü kimseye karşı sorumlu değildir’ gibi batıl telkinler vererek insanları adeta hayvanca bir yaşama sürüklemiş, bu durumun kaçınılmaz bir neticesi olarak da acımasızlık, saldırganlık ve şiddet olağan karşılanır hale gelmiş, bu telkin yöntemi ile komünizm çok vahşi yöntemlerle dünyada pek çok ülkeye yayılmıştır. Bediüzzaman komünizmin Hristiyanlığın hükümlerini, sosyal hayatını birleştiren unsurları bozarak Yecüc-Mecüc’e zemin hazırladığını ve Çin, Rusya, Laos, Kamboçya, Vietnam gibi ülkelerde bu şekilde yaygınlaştığını da haber vermiştir:
“Büyük deccal şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkamını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini, idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve “Ye’cüc ve Me’cüc”e zemin hazırlar.” (Şualar, 512)
www.komunizmvediyalektikfelsefe.com
Bediüzzaman Hazretleri Türkiye’de de Devlet Organları ve Bir Kısım Medyanın, Bilinçsiz Olarak Komünizmin ve Terör Örgütünün Propagandasını Yaptığını Söylemiştir
“MADDİYYUNLUK (ateist, materyalist ve Darwinist felsefeler) manevi taundur (bulaşıcı bir veba hastalığıdır) ki BEŞERE ŞU MÜTHİŞ SITMAYI TUTTURDU, GAZAB-I İLAHİYE ÇARPTIRDI. “Telkin ve tenkid kabiliyeti” tevessü ettikçe (geliştikçe), o taun da” tevessü eder (gelişir). (Mektubat, s.513)
Bediüzzaman şu an Türkiye’de en büyük komünist ayaklanmayı başlatan PKK’nın inancının Marksist, Leninist, ateist, materyalist, Darwinist felsefeye dayandığına bu inancın telkin yoluyla sürekli olarak anlatıldığına dikkat çekmiştir. Gerçekten de günümüzde radyolardan, televizyonlardan, gazetelerden geceli gündüzlü propaganda yapılmakta, Darwinist felsefe okullarda ders olarak okutulmaktadır. Devlet yetkilileri de PKK terörü ile ilgili olarak konuşmakta ancak çözüm getirmekten uzak yöntemlerle konuya yaklaştıklarından farkında olmadan terörist örgütün propagandasını yapmaktadır ve bu şekilde Darwinist felsefenin yayılmasına zemin hazırlamaktadırlar.
Bediüzzaman Hazretleri Doğu insanımızın büyük bölümünün dindar olduğuna burada bir etnik hareket değil, komünist ve dinsiz bir hareketin yaşandığına da dikkat çekmiştir.
Vatanını milletini yürekten seven üstün mizaçlı Kürt halkımızın komünist yapılanmaya ve bölünmeye asla izin vermeyeceğini bildirmiştir:
“KÜRTLER, İSLAM CAMİASINDAN AYRILMAYA ASLA TAHAMMÜL EDEMEZLER. Bunun aksini iddia edenler, mutlaka özel maksatlar altında hareket eden ve Kürtlük adına söz söylemeye yetkili olmayan beş-on kişiden ibarettir... KÜRTLÜK DAVASI PEK MANASIZ BİR İDDİADIR. Çünkü her şeyden evvel Müslümandırlar. Hem de dini salabeti (sağlamlığı, merdane tavrı) kuvvetli olan hakiki Müslümanlardan... İslam, cahiliye asabiyesini (taraftarlığını, kendi ırkını veya benzer şeyleri korumayı) ortadan kaldırmıştır. İslam, İslam kardeşliğine aykırı olan kavmiyet davasını yasaklamıştır... İSLAMİYET, HERHANGİ BİR IRKIN DİĞER BİR İSLAM UNSURU ALEYHİNE OLARAK MENFİ SURETTE AYRILMASINI KABUL ETMEZ. Binaenaleyh Kürtleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler, İslam’ın esaslarına muhalif hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir-iki kulüpte toplanan beş-on kişiden ibaret. Hakiki Kürtler, kimseyi kendilerine savunma vekili olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili ve Kürtlük namına söz söyleyecek kişiler, ancak Osmanlı Mebusan Meclisindeki kişiler olabilir. KÜRDİSTANA VERİLECEK MUHTARİYETTEN BAHSEDİLİYOR. KÜRTLER, YABANCI HİMAYESİNDE BİR MUHTARİYETİ KABUL ETMEKTENSE ÖLÜMÜ TERCİH EDERLER. Eğer Kürtlerin inkişaf (açılım) serbestliğini düşünmek lazım gelirse, bunu Bogos Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i Aliye düşünür. Hulasa Kürtler, bu hususta kimsenin aracılığına ve müdahalesine muhtaç değildirler.” (Said Nursi, 23 Aralık 1920’de Vakit ve İkdam gazeteleri)
Yüzyıllardır insanların karşı karşıya oldukları sorunlara çözüm getirilememesinin nedeni çözümün komünizm gibi hep yanlış sistem ve inançlarda aranmış olmasıdır. Oysa çözüm Allah’ın insanlar için seçip beğendiği Kuran ahlakındadır. Bediüzzaman Hazretleri çözümün Kuran ahlakı olduğunu bildirmiştir:
ŞİMDİ BU ZAMANDA EN BÜYÜK TEHLİKE OLAN ZINDIKA VE DİNSİZLİK VE ANARŞİLİK VE MADDİYUNLUĞA KARŞI YALNIZ VE YALNIZ TEK BİR ÇARE VAR. O DA KUR’AN’IN HAKİKATLERİNE SARILMAKTIR. Yoksa koca Çin’i az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye (insanlara gelen belalar), siyasi, maddi kuvvetlerle susmaz. Yalnız onu susturan hakikat-i Kur’aniyedir (Kuran hakikatleridir).
Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir (Kadir gecesi) meselesi, şimdi hem Amerika, hem Avrupa’da eseri görülüyor. Onun için, şimdiki bu hükûmetimizin hakiki kuvveti, hakaik-i Kur’aniyeye dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla, ihtiyat kuvveti olan üç yüz elli milyon uhuvvet-i İslamiye ile ittihad-ı İslam dairesinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hıristiyan devletleri bu ittihad-ı İslama taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’an’a ve ittihad-ı İslama taraftar olmaya mecburdurlar. (Emirdağ Lahikası, S. 297)
Müslüman kardeşlerimizin komünist zulme karşı gösterecekleri tepki mutlaka Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetine uygun olmalıdır. Darwinist, materyalist, komünist ideolojilerin etkisi ve telkinleriyle yapılan şiddete dayalı bir mücadele hem Kuran ahlakına uygun değildir, hem de Allah böyle bir mücadeleye başarı nasip etmez. Şiddet şiddeti doğuracak, şiddete dayalı bir mücadele Müslüman kardeşlerimizin daha çok şiddete maruz kalmasına sebep olacaktır. Müslüman kardeşlerimizin haklı mücadelesinin başarıya ulaşması, ancak silahlı mücadelenin fikri zemine çekilmesi ve çok güçlü bir eğitim projesiyle desteklenmesiyle mümkün olabilir. Bunun için de Müslüman halkın, eğitimli, kültürlü, hukuk, diplomasi ve uluslararası politikaya vakıf ve tüm bunların yanında Kuran ahlakına göre hareket eden güçlü bir kadroya ihtiyacı bulunmaktadır. Üstad bu önemli gerçeği şöyle ifade etmiştir:
“Bana dediler ki: “Din propagandasını yapan dindarların serbestiyet kanunu geri kalmış. Fakat solcular hakkındaki kanunu tacil edip (acele edip hızlandırma) tasdik etmişler.”
Kalbime geldi ki: Bu vatan ve İslamiyetin maslahatı, her şeyden evvel dindarların serbestiyeti hakkındaki kanunun hem tacil (acele edip hızlandırma), hem tasdik ve hem de çabuk mekteplerde tatbik edilmesi elzemdir. Çünkü bu tasdikle Rusya’daki kırk milyona yakın Müslümanı, hem dört yüz milyon alem-i İslamın manevi kuvvetini bir ihtiyat kuvveti olarak bu vatana kazandırmakla beraber, KOMÜNİSTİN MANEVİ TAHRİBATINA KARŞI şimdiye kadar Rus’un, Amerikan ve İngiliz’e karşı tecavüzünden ziyade bin senelik adavetinden (düşmanlığından) dolayı en evvel bize tecavüz etmesi adavetinin muktezası (düşmanlığının gereği) iken, O TECAVÜZÜ DURDURAN, ŞÜPHESİZ HAKAİK-İ KUR’ANİYE VE İMANİYEDİR. ÖYLEYSE, BU VATANDA HER ŞEYDEN EVVEL O ACİP KUVVETE KARŞI HAKAİK-İ KUR’ANİYE VE İMANİYEYİ BİLFİİL ELDE TUTUP DİNSİZLİĞİN ÖNÜNE KUVVETLİ BİR SEDD-İ ZÜLKARNEYN GİBİ BİR SEDD-İ KUR’ANI YAPILMASI LAZIM VE ELZEMDİR.
Çünkü dinsizlik Rus’u, şimdiye kadar yarı Çin’i ve yarı Avrupa’yı istila ettiği halde, bize karşı tecavüz ettirmeyip tevkif ettiren (durduran), hakaik-i imaniye ve Kur’aniyedir. Yoksa, Rusların tahribat nevinden manevi kuvvetlerine karşı adliyenin binden birine maddi ceza vermesiyle; serserilere ve fakirlere, zenginlerin malını peşkeş çeken ve hevesli gençlere ehli namusun kızlarını ve ailelerini mübah kılan ve az bir zamanda Avrupa’nın yarısını elde eden bir kuvvete karşı, ancak ve ancak manevi bombalar lazım ki, o da hakaik-i Kur’aniye ve imaniye atom bombası olup o dehşetli solculuk cereyanını durdursun. YOKSA, ADLİYE VASITASIYLA YÜZDEN BİRİNE VERİLEN MADDİ CEZA İLE BU KÜLLİ KUVVET TEVKİF EDİLMEZ (durdurulamaz). (Emirdağ Lahikası, s.310)
Üçüncü mesele: Şimdi küfr-ü mutlak, (kesin ve tam bir inkar) öyle cehennem-i manevi neşrine (yayılmasına) çalışıyor ki, kainatta hiçbir kafir ona yanaşmamak lazım geliyor. Kur’an’ın “rahmeten lil’alemin” (alemlere rahmet) olduğunun bir sırrı budur ki: Nasıl Müslümanlara rahmettir; ahirete iman, Allah’a iman ihtimalini vermesiyle de, bütün dinsizlere ve bütün aleme ve nev-i beşere (insanlığa) rahmet olmasına bir nükte, bir işarettir ki, o manevi cehennemden dünyada da onları bir derece kurtarmış. HALBUKİ ŞİMDİ FEN VE FELSEFENİN DALALET (hakikatten ayrılma) KISMI, YANİ KUR’AN’LA BARIŞMAYAN, YOLDAN ÇIKMIŞ, KUR’AN’A MUHALEFET EDEN KISMI, KÜFR-Ü MUTLAKI KOMÜNİSTLER TARZINDA NEŞRE BAŞLADILAR. Komünistlik perdesinde anarşistliği netice verecek bir surette münafıklar, zındıklar vasıtasıyla ve bazı müfrit dinsiz siyasetçiler vasıtasıyla neşir ile aşılanmaya başlandığı için, şimdiki hayat, dinsiz olarak kabil değildir, yaşamaz. “Dinsiz bir millet yaşamaz” hükmü bu noktaya işarettir. Küfr-ü mutlak olduğu zaman, hakikat-i halde yaşanmaz. Onun için, Kur’an-ı Hakim, bu asırda bir mucize-i maneviyesi olarak Risale-i Nur şakirtlerine bu dersi vermiş ki, küfr-ü mutlaka, anarşistliğe karşı sed çeksin. Hem çekmiş. EVET ÇİN’İ, HEM YARI AVRUPA’YI VE BALKANLARI İSTİLA EDEN BU CEREYANA KARŞI BİZİ MUHAFAZA EDEN KUR’AN-I HAKİMİN BU DERSİDİR Kİ, O HÜCUMA KARŞI SED ÇEKMİŞ, BU SURETLE O TEHLİKEYE KARŞI ÇARE BULMUŞTUR. Demek bir Müslüman mümkün değil, başka bir dine girip, ya Hıristiyan ve Yahudi, hususan bolşevik gibi olmak... Çünkü, bir İsevi, Müslüman olsa, İsa Aleyhisselamı daha ziyade sever. Bir Mûsevi, Müslüman olsa, Mûsa Aleyhisselamı daha ziyade sever. Fakat bir Müslüman, Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiçbir dine girmez, anarşist olur; ruhunda kemalata medar hiçbir halet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder (bozulur, çürür), hayat-ı içtimaiyeye (topluma) bir zehir olur. (Emirdağ Lahikası, S. 457-458)
www.dinsizligindiniilemucadele.com
Fitnelerle dolu, korku ve şiddetin hakim olduğu komünist ve Darwinist zulme karşı sessiz kalınması, bu zulme rıza göstermek anlamına gelir. Darwinist komünist düşüncenin akıttığı her damla kandan, yıkılan her evden, şehit olan her masumdan, yaralanıp sakat kalan her mazlumdan, açlık ve yokluk içinde yaşayan her insandan, bütün Müslümanlar sorumludur. Bu nedenle Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi komünist mücadelede tarafsız kalınamayacağını çok hikmetli bir biçimde vurgulamıştır:
“Küfür ile iman ortası yoktur. BU MEMLEKETTE İSLAMİYETE KARŞI KOMÜNİST MÜCADELESİ ORTASI OLAMAZ. Sağ ve sol, ortası, üç meslek icap ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler hakları var. “Sağ İslamiyet, sol komünistlik, ortası da Nasraniyet (Hristiyanlık)” diyebilirler. Fakat bu vatanda, küfr-ü mutlaka karşı İman ve İslamiyetten başka bir din, bir mezhep olamaz. Olsa, dini bırakıp komünistliğe girmektir. Çünkü hakiki bir Müslüman hiçbir zaman Yahudi ve Nasrani olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarşist olur.” (Emirdağ Lahikası, S. 301)
Üstad’ın dikkat çektiği bir konu da komünist, Darwinist, materyalist düşünceye karşı “bilgi sahibi” olmaktır. Müslümanların tarihin bu en geniş ölçekli ve sistemli hareketine karşı, yaşadıkları devrin tüm bilgilerine hakim olmaları, bu felseyi çok iyi bilmeleri ve bu çürük felsefeyi yok edecek bilimsel delilleri de çok net ve açık bir dille anlamaları gerekir. Bu nedenle komünizme karşı fikri mücadele veren kitapları almalı, okumalı ve bunların başka insanlar tarafından okunup bilgi sahibi olunmasına destek vermelidir:
Unutulmamalıdır ki; Müslüman, Allah’ın insanlar için seçtiği dinin yeryüzündeki temsilcisidir. Dolayısıyla yaşadığı devrin bilim, kültür, düşünce, teknoloji gibi farklı alanlarına hakim olmalı, bunları bilmeli ve en iyi şekilde kullanabilecek yeteneğe sahip olmalıdır.
KOMÜNİZME KARŞI NEŞRİYAT (yazılı eserler) YOLUYLA MÜCADELE ÇOK ZARURİDİR. Ve Demokratlar tüzüklerinde buna yer vermiştir. İnşaAllah, bu gibi İslami faaliyetlerle, Türklere karşı çalışan komünistler, farmasonlar ve başkaları mahvolacak ve istikbalde Türkiye eski makamına terakki edecek (yükselecek)... (Tarihçe-i Hayat, S. 620)
Deccaliyetin komünist materyalist felsefelerle Müslümanları baskı altına aldığı ahir zamanın bu en şiddetli döneminde, Müslümanların aciliyetli olarak yerine getirmeleri gereken husus, birlik olmaktır. Yeryüzünde bozgunculuğun son bulması için iman edenlerin birbirleriyle dost olmaları, ittifak etmeleri, birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiği açıktır. İslam dünyasının bu birliği istemesi lazımdır. Birlik istemeyen ayrılık istiyor demektir ve ayrılığın İslam dünyasına hiçbir faydası yoktur. Bediüzzaman Hazretleri İttihad-ı İslam’ın önemini şöyle anlatmaktadır:
MÜSLÜMANLARIN GÜCÜ, KUVVETİ VE MENFAATİ BİRLİK OLMAKTADIR. Şimdi milletin arzusuyla şeair-i İslamiye’nin (dinin alametleri, ezan, kurban gibi) serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek ÇARE-İ YEGANESİ, İTTİHAD-I İSLAM CEREYANINI KENDİNE NOKTA-İ İSTİNAD (dayanak noktası) YAPMAKTIR. Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız (karşı) olmakla mani olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil, belki muhtaçtırlar. ÇÜNKÜ KOMÜNİSTLİK, MASONLUK, ZINDIKLIK, DİNSİZLİK, DOĞRUDAN DOĞRUYA ANARŞİSTLİĞİ İNTAÇ EDİYOR (doğuruyor). VE BU DEHŞETLİ TAHRİP EDİCİLERE KARŞI ANCAK VE ANCAK HAKİKAT-I KUR’ANİYE ETRAFINDA İTTİHAD-I İSLAM DAYANABİLİR. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmaya vesile olduğu gibi, bu vatanı istilayı ecanipten (yabancılar) ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur. Ve bu hakikate binaen, Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikate istinad edip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zaruridir. (Emirdağ Lahikası, S. 271)
SONUÇ: BEDİÜZZAMAN KÜRDİSTAN DEVLETİ KURMA FİKRİNİ REDDEDİYOR,
İTTİHAD-I İSLAM’I SAVUNUYOR
“Kürt Teali Cemiyeti”nin reisi Abdülkadir’den gelen Kürdistan kurma fikirlerine Bediüzzaman şu cevabı veriyordu:
“Allahü Zülcelal Hazretleri, Kuran-ı Kerim’de, “Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever” diye buyurmuştur. Ben de bu beyan-ı İlahi karşısında düşündüm; bu kavmin bin yıldan beri alem-i İslam’ın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine, 450 MİLYON HAKİKİ MÜSLÜMANIN KARDEŞ BEDELİNE, BİRKAÇ AKILSIZ KAVMİYETÇİ KİMSENİN PEŞİNDEN GİTMEM.” (Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, s. 233-234.)
Bu sözlerinden de anlaşılacağı üzere Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri hem kendi yaşadığı dönemde hem de kendinden sonra terör ve anarşinin insanlığın karşısına büyük bir bela olarak çıkacağını biliyordu. Bu nedenle de terörle mücadele ile ilgili çeşitli çözüm yolları sunuyor, insanları bu konuda bilinçlendirmeye çalışıyordu. O, “Dinin şiddetle men ettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünkü anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık ahlakını ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar ahlakına çevirir...” (Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı, s.2216) sözüyle İslam dininin terör ve şiddete bakış açısını en güzel şekilde ifade etmiştir. Bütün hayatını da bu bakış açısını insanlara anlatmakla geçirmiştir.
Üstadımız Said Nursi Hazretleri, komünizm ve terörle mücadelenin iman edenlerin üzerine yüklenen önemli bir sorumluluk olduğunu, bu mücadelenin sabır ve tahammül gerektirdiğini şöyle ifade etmiştir:
“Madem iman hizmetinde tam ihlasla, anarşiliği durdurmakla, asayişi muhafaza etmekle sabır ve tahammül gerekir. Ben de bunun için rahatımı, haysiyetimi feda ediyorum. Onları da helal ediyorum.” (Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, 2 cilt, s. 200)
Bizler için kıymetli Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin tecrübeleri ve birer rehber niteliğindeki sözleri çok değerlidir. Bu nedenle tüm hayatı boyunca, Kuran ahlakındaki sevgi, barış ve huzur dolu dünyayı tesis etmek için çaba göstermiş olan bu kıymetli insanın her açıklaması üzerinde dikkatle düşünmemiz gerekir. Komünist sistem dünya çapında güçlü bir ideoloji olabilir. Ancak bu sahte ve batıl ideolojiyi, Hakka olan kuvvetli inanç ile fikren yerle bir etmek çok kolaydır.