Son birkaç yıldır sıkça tekrarlanmaya başlayan, ABD'li siyahi vatandaşların polis şiddetiyle öldürülmesi vakalarına geçtiğimiz günlerde bir yenisi daha eklendi. 12 Nisan'da polis tarafından gözaltına alınırken ağır işkenceye tabi tutulan 25 yaşındaki siyahi genç Freddy Gray tedavi gördüğü hastanede bir hafta sonra hayatını kaybetti.
Gray'in ölümünün ardından olaya tepki veren bölge halkına polisin yine şiddetle karşılık vermesi, protesto gösterilerini binlerce kişinin katıldığı ayaklanmalara dönüştürdü. Savaş alanına dönen kentte bulunan 100’e yakın polis yaralandı, 150’ye yakın araç ateşe verilirken 200 işyeri yerle bir oldu.
Baltimore'da Valiliğin olağanüstü hal ilan etmesine rağmen ırkçılık karşıtı ayaklanma tüm şiddetiyle sürerken olaylar New York, Washington gibi kentlere de sıçrayarak çapını genişletti. Önceki protesto eylemlerinin merkezi olan Ferguson'da da yollar halk tarafından barikatlar kurularak kesildi.
Geçtiğimiz yılın Ağustos ayında Ferguson kentinde siyahi Michael Brown'un polis kurşunuyla öldürülmesi sonucunda bölgede başlayan protesto ve gösteriler de kısa sürede ülke geneline yayılarak ABD tarihinde uzun zamandır görülmemiş kitlesel bir ayaklanmaya dönüşmüştü.
Söz konusu cinayetler serisi ve katillerin açıkça devlet makamları tarafından kollanması, ABD demokrasisinin ülke içinde ve dışında sorgulanmasını gündeme getirdi. Olaylar pek çok kesim tarafından ırkçı terör olarak nitelendirilirken önemli medya kuruluşları da ABD hükümetini ağır bir dille eleştirmekte. The Washington Post, 3 Mayıs 2015 tarihli sayısında "Ferguson’dan Baltimore’a: Hükümet destekli ayrımcılığın sonuçları)" başlığıyla konuyla ilgili bir analiz yayınladı. Yazının sonundaki, "Bir önceki Ferguson olayı gibi Baltimore olayı da bu ulusun yok yere yaşadığı çatışma olaylarının sonuncusu olmayacak.” cümlesi dikkat çekiyor.
Nüfusun yüzde 64'ünü oluşturan siyahilere karşı son derece eşitsiz, adaletsiz ve ayrımcı politikaların sergilendiği Baltimore'da beyazlarla siyahların arasında yaşam koşulları, gelir dağılımı hatta ömür süreleri bakımından büyük uçurumlar var.
Amerikan Sivil Hakları Birliği (ACLU)'nin raporuna göre, 2010-14 yılları arasında Baltimore'un bulunduğu Maryland eyaletinde polis şiddetiyle yaşamını kaybedenlerin sayısı 109. Bunların ise %69'u siyahi. Ne var ki sorumlu polisler 109 infaz olayının yalnızca 2'sinde yargılandı.
Baltimore'un en zengin semtinde yaşayanlarla 10 km ötedeki en fakir semtinde yaşayanların ömür uzunluğu arasında yaklaşık 20 yıl fark var.
Kente işsizlik, siyahi toplumda beyazlara oranla 2 kat daha fazla. Aynı şekilde ülke çapındaki işsizlik oranı beyazlar için %4.7 iken siyahi Amerikalılar için %10.1. Yine, Baltimore'daki siyahilerin bebeklerinin 1 yaşından önce ölme ihtimalleri beyazlarınkine göre tam 9 kat daha yüksek.
Tüm bu olumsuz ve eşitsiz koşullarla mücadele ederken siyahi Amerikalılar bir yandan da ırkçı şiddet ve cinayetlere maruz kalıyorlar. Buna gösterdikleri tepkiler ise kolluk güçleri tarafından orantısız güç kullanılarak bastırılmaya çalışılıyor. Baltimore'da 5 bin askerin konuşlandırılması söz konusu. Sonuçta ise, ülke çapında her seferinde daha da büyüyüp yayılan bir iç savaş ortamı ortaya çıkıyor. The Washington Post'un deyimiyle bir sonraki "çatışma"nın boyutlarının ne olacağı, ülkeyi hangi boyutta bir krize sürükleyeceği meçhul.
Nitekim, Başkan Obama da geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili soruları yanıtlarken olayları süregiden bir "kriz" olarak tanımlayarak, "Şu anda haftada bir veya birkaç haftada bir gibi gözüküyor. Bu yavaş gelişen bir kriz oldu ve uzun bir süredir devam ediyor. Bu yeni bir şey değil, ve yeni bir şeymiş gibi davranmamıza gerek yok.” itirafını yaptı.
Tüm bunlar, on yıllardır dünya çapındaki olumsuzlukları şiddet ve baskıyla dize getirme politikalarına artık bir son verilmesi gerektiğinin de önemli bir göstergesidir. Bu hatalı politikaların vahim sonuçlarını kendi içinde bizzat yaşayarak gören ABD yönetiminin, önümüzdeki günlerde Obama'nın bahsettiği krizin çok daha büyük boyutlar kazanmasına fırsat vermeden daha insancıl politikaları gözden geçirmesi zorunludur.
Bugüne kadar, Ortadoğu'da, Asya'da, Afrika'da, İslam aleminde yürütülen uluslararası şiddet politikalarının hiçbir zaman bir çözüm getirmediği son Baltimore olaylarında ulusal ölçekte de kanıtlanmıştır. Dünyadaki radikal terörü kanla boğarak yok etmeye çalışan zihniyetle, Baltimore, Ferguson, vb. örneklerinde olduğu gibi, ülke içindeki sosyal sorunları ırkçı şiddetle, polis ve devlet baskısıyla çözmeye çalışan zihniyetin ardındaki mantık aynıdır. Potansiyel suçlu görerek üzerinde silah dahi bulunmayan bir siyahiyi sırtından vurarak öldüren zihniyetle Müslümanları potansiyel terörist varsayarak sivil, masum ayırd etmeden uçaklarla veya drone'larla üzerlerine gece gündüz ölüm yağdıran hasta zihniyetin birbirinden farkı yoktur.
Her iki zihniyet de başarısız olmaya mahkum olan şiddet yöntemine başvurmaktadır. Şiddet, kin, öfke, nefret ve intikam duygularını körüklediğinden kısır döngü şeklinde hiç dinmeyerek katlanan yeni şiddetlere zemin hazırlar. Şiddet kullanarak barış, güven ve istikrarın sağlandığı, dünyanın hiçbir bölgesinde, hiçbir zaman görülmemiştir. Şiddet, mutluluk, huzur, özgürlük, refah ve sevgi değil, ancak korku, baskı ve acı toplumlarını doğurur.
Şiddetin yegane çözümü olan sevgi, şefkat, anlayış, insancıl ve barışçıl yaklaşımlar olmadıkça, gerçek demokrasiye dayalı, eşitlik, özgürlük ve adalete dayalı politikalar devreye girmedikçe, hiçbir sorunun köklü çözümü mümkün değildir. İnsanın yaratılışıyla, doğasıyla uyuşmayan, bunlara aykırı olan her türlü yöntem başarısız olmaya mahkumdur.
Adnan Oktar'ın Harakah Daily'de yayınlanan makalesi