İçinde yaşadığımız mavi gezegenin her alanında büyük bir canlılık, çeşitlilik ve ihtişamla karşılaşırız. Kıtaların her birinde birbirinden farklı bitkiler, hayvanlar hatta insan ırkları dikkati çeker. Antarktika kıtasının buzullarla kaplı alanlarındaki kutup ayıları ve penguenler gibi canlıların yerini, Afrika kıtasında aslanlar ve dev filler, Avustralya’da kangurular ve koalalar, Güney Amerika kıtasında jaguar ve lama gibi canlılar almıştır. Aynı çeşitlilik bitki türleri için de söz konusudur. Kutup kuşağında yosun ve likenlerden oluşan tundralar, ekvatoral kuşakta binlerce tür çeşitliliği ile temsil edilen tropikal yağmur ormanlarına dönüşür. Şüphesiz bu durum Yüce Allah’ın yaratmasındaki çeşitliliktir ve Rabbimiz’in Sani (Sanatçı, nihayetsiz güzellikleri sanatının içinde yaratan) sıfatının tecellilerindendir. Fakat Yüce Allah dünya bir imtihan ortamı olduğu için herşeyi sebepler dahilinde yaratmıştır. İşte Dünya’daki zengin tür çeşitliliğinin sebepler dahilindeki karşılığı da iklimdir.
İklim bilimsel olarak, bir mekan ünitesi üzerinde yer alan atmosfer faktörlerinin karşılıklı etkileşimi olarak tanımlanır. Her olayı birbirine bağlı sebep-sonuç ilişkileri halinde yaratan Allah iklimin oluşmasının ana nedenini de atmosfere bağlamıştır.
Dünya’nın uydusu Ay’a ayak basılmasının ardından yapılan bilimsel deneyler atmosferin olmadığı bir yerde canlılıktan söz edilemeyeceğini kanıtlamıştır. Atmosferin yapısında %79 azot, %21 oksijen, %0.03 karbondioksit ve eser miktarda olmak üzere helyum, neon, kripton ve argon gibi gazlar bulunur. Ayrıca yapısında kimyasal bir bileşik olmamakla birlikte su buharı ve çeşitli organik ve inorganik maddeler de yer alır. Yüce Allah atmosferin bu özellikleri ile dünyanın yaşanabilir bir mekan olmasını sağlamıştır.
Atmosferin fiziki özelliklerinin iklimin oluşması üzerinde doğrudan veya dolaylı etkileri vardır. Söz konusu fiziki özellikleri kısaca şöyle sıralayabiliriz:
Yerçekimi nedeniyle yerküreye bağlı olan atmosferin bu hali onu hiçbir zaman statik (durağan) bir duruma getirmemiştir. Aksine atmosfer ilk oluştuğu günden beri dinamik bir özellik göstermiştir. Günümüzde yerküre soğumuş olmasına rağmen, Güneş’in etkisi devam etmektedir. Bu nedenle atmosferde Güneş’in etkisine bağlı olarak meydana gelen hareketlilik, ısı, yağış ve rüzgarlar gibi çeşitli iklim olaylarını ortaya çıkarır.
Burada dikkat çekici olan bir nokta atmosferin oldukça hareketli bir yapısı olmasına karşın her yerdeki kalınlığının ve yüzey üzerindeki ağırlığının eşit olmasıdır. Böyle bir durumun oluşması tesadüflerle açıklanamaz. Hiçbir karışıklık olmadan herşeyin düzenli bir biçimde varlığını sürdürmesi, ancak onu denetleyen bir yöneticinin olması ile mümkündür. Herşeyin Yaratıcısı olan Yüce Allah bir ayetinde gökleri ve yeri Kendi kudreti altında tuttuğunu şöyle bildirir:
“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır.” (Fatır Suresi, 41)
Bilindiği gibi güneş ışınları Dünya’ya gelirken ışınların oluşturduğu ısının bir bölümü atmosfer tarafından tutulur. Bu olay atmosferin ısınmasına neden olur. Gece olduğunda tutulmuş olan ısının bir kısmı kaybolur. Burada dikkat çekici olan nokta atmosferin tutmuş olduğu ısıyı tamamen kaybetmemesidir. Atmosfer bir süzgeç görevi görerek fazla ısınmaz ve soğumaz. Eğer gündüz çok ısınıp, gece şiddetle soğusaydı, yaşam çöllerdekinden çok daha zor olurdu.
Havanın ısınması ısınan kütlenin genişlemesine dolayısıyla da harekete geçerek yükselmesine neden olur, ancak hava yükselmesine rağmen atmosferin dışına çıkamaz ve bir müddet sonra yatay doğrultuda hareket eder. İşte bu noktada havanın ısınıp kütlesel olarak yer değiştirmesi basıncın oluşmasına neden olur. Bu kütlesel hareket sırasında basınç, olması gereken ortalama değerinin altına düşer. Buna karşılık kenar bölgelerde bir birikme ve yığılma meydana geldiği için o sahada da ortalamanın üzerinde basınç oluşur. Bu biçimde yüksek ve alçak basınç merkezleri meydana gelir. Yüksek basınç yoğun hava kütlesini alçak basınç ise yoğun olmayan hava kütlesini meydana getirir. Bu basınç farklılıkları atmosferde yüksek basınç merkezlerinden alçak basınç merkezlerine doğru bir hava akımına neden olur.
“Rüzgar” dediğimiz şey işte bu hava akımlarıdır. Rüzgarların canlı yaşamı üzerinde çok önemli faydaları vardır. Allah’ın ayetlerde bildirdiği gibi, “yağmurun yağmasında” (A’raf Suresi, 57), “gemileri yüzdürmesinde” (Yunus Suresi, 22), “aşılayıcı” olarak (Hicr Suresi, 22) bitki tohumlarının taşınmasında rüzgarın belirgin bir etkisi vardır. Bir Kuran ayetinde Allah rüzgarlarla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
“Eğer dileyecek olsa, rüzgarı durdurur, böylece onun üstünde kalakalırlar. Şüphesiz, bunda çokça sabreden, çokça şükreden kimse için gerçekten ayetler vardır.” (Şura Suresi, 33)
Hava ısındığı oranda nem tutma kapasitesi artar. Soğuduğu ölçüde de nem tutma kapasitesi azalmış olur. Bu durum havanın bağıl nem oranını belirler. Hava kütlesinin sahip olduğu bu fiziksel özellik yağışların kaynağını meydana getirir. Hava kütlesi soğuduğu zaman bu suyun fazlasını tutamayacağından, nem fazlası yağış şeklinde düşer. Aynı biçimde hava kütlesi çok hızlı soğursa çiğ, kırağı, kar, dolu gibi çeşitli yağış biçimleri meydana gelir.
Yağışlar canlı yaşamı için çok önemlidir. Farklı biçimlerde düşmesinin de birçok hikmeti vardır. Nitekim çiğ şeklinde düşen yağışlar özellikle kurak, yarı kurak bölgelerde bitkilerin su ihtiyacını karşılar. Bu iklim tipine uygun olarak yaratılmış yaprak ve kök sistemi suyu oldukça gelişmiş bir teknikle hiç boşa harcamadan kullanır. Kar örtüsü bitki tohumlarını toprak altında adeta bir yorgan gibi örterek soğuk iklim koşullarından korur. Kar ilkbaharda eriyerek akarsu ve göllerin ana besin kaynağı olur.
Dünya’nın küre şeklinde olması nedeniyle ekvator ile kutuplar arasında kalan alanlar yıl içinde güneş enerjisinden farklı oranlarda yararlanırlar. Bilindiği gibi ekvator hattı üzerindeki alanlar enerji alma açısından en üst boyuta ulaşırken, kutuplara doğru gidildikçe enerji miktarında bir azalma meydana gelir. Bu biçimde ekvatordan kutuplara doğru atmosfer kütlelerinin ısınma değerleri farklı olur.
Nitekim ekvator ve dönenceler arasında kalan bölgeler yıl boyunca daha fazla enerji alarak daha fazla ısınır, dolayısıyla “Sıcak, Tropikal Kuşak” meydana gelir. Oğlak ve Yengeç dönencesi ile Kutup dairesi arasında kalan sahalar ise daha az enerji topladıklarından daha az ısınırlar ve “Ilıman Kuşak” adını alırlar. Kutup dairesinin içinde kalan kesimlere ise güneş ışınları diğer kuşaklara oranla daha eğik geldiğinden daha geniş bir sahayı ısıtmak zorunda kalır, enerji azlığı nedeniyle kutupsal koşullar oluşur.
Eğer Dünya’nın bu şekli olmasaydı, Dünya’da bu kadar çeşitli iklim bölgeleri ve her iklim bölgesine özgü canlılar ile insanların yaşam tarzları olmazdı. Nitekim insanların yiyeceklerinden, barındıkları konutlara kadar herşeyde iklimin etkisini görmek mümkündür. Eskimoların yaşadıkları kutuplarda, buzullardan yapılmış iglu adı verilen konutlar, kalın kürklerden oluşan giysiler, Afrika kıtasında yerini ağaç dalları ve yapraklardan yapılmış konutlara ve oldukça ince giysilere bırakmıştır.
Dünya’nın şekli kadar ilginç olan bir diğer özellik Güneş etrafındaki dönüşü ve 23.5 derecelik eğikliğidir. Eğer Dünya’nın Güneş etrafındaki bu dönüşü olmasaydı, mevsimlerin oluşması mümkün olmazdı. Dünya’nın bir tarafı her zaman yaz, bir tarafı her zaman kış mevsimini yaşardı. Eğer 23.5 derecelik bu hassas açı olmasaydı, güneş ışınları hep aynı açıdan geleceğinden ekvator çok ısınacak, kutup bölgesi hep karanlıkta kalacaktı. Bu durumda ekvator hep çok sıcak ve çok aydınlık, kutuplar ise hep çok soğuk ve karanlık olacaktı. Her iki durumda tür çeşitliliği olmayacak, kutuplarda yaşayan hayvan ve bitkiler soğuk nedeniyle çoğalamayacaktı, çünkü oldukça çetin geçen ve sürekli karanlık olan kış soğuklarına hiçbir yavru hayvan dayanamayacaktı. Kısacası Dünya bugünkü görünümünden çok farklı olacak belki de canlılık hiç olmayacaktı.
Teorik olarak Dünya’yı saran hava kütlelerinin basıncının her yerde aynı olması gerekir. Ancak hava kütlelerinin farklı değerlerde ısınıp soğuması birtakım farklı basınç merkezleri veya basınç kuşakları meydana gelmesinde önemli bir rol oynar. Atmosferin devamlı ısındığı yerlerde hava kütlesi genişlediği için hafifler, dolayısıyla basınç değeri azalır ve alçak basınç sahası meydana gelir. Ekvatora güneş ışınlarının dik gelmesi nedeniyle ısınan ve sürekli olarak sıcak olan hava bir alçak basınç merkezi meydana getirir. Buna karşılık tropiklerin kenar bölümlerinde sürekli olarak ısınmış olan havanın yığılması nedeniyle yüksek basınç kuşağı oluşur. Bunun kuzeyine doğru değişken karakterli alçak basınç, kutup bölgeleri üzerinde ise soğumuş ve yoğunlaşmış hava kütleleri nedeniyle tekrar bir yüksek basınç merkezi yer alır. Bu şekilde kuzey ve güney yarımkürede iki alçak, iki yüksek basınç merkezi bulunur. Bu basınç kuşakları bulundukları yerin iklimine oldukça önemli ölçüde etki eder. Basınçların en büyük etkisi rüzgarlardır. Nitekim denizler üzerinde oluşan nemli hava kütleleri alçak basınç sahalarına doğru kolay hareket edebildikleri için bol yağış meydana getirirler. Buna karşılık karaların iç kesimlerinde oluşan yüksek basınç merkezlerine denizlerden (alçak basınç merkezi) hava akımı olamayacağı için bu bölgeler yağıştan yoksun kalırlar. Bu özellik bölgelerin yağış ve bağıl nem faktörlerini kontrol eder.
Eğer basınç sistemleri farklı olmasaydı rüzgarların oluşması, nemli ve kuru hava kütlelerinin hareket etmesi mümkün olmazdı. Bu durumda hava ufacık bir esintiden bile yoksun her zaman durgun, son derece kurak veya çok yağışlı olurdu. Eğer Dünya’daki, deniz ve karaların tamamı alçak basınç merkezi olsaydı, bu durumda nemli hava kütlelerinin kara içlerine girmesi ile sürekli yağmur yağar, seller ve heyelanlar kaçınılmaz olurdu. Eğer kara yüzeyi üzerinde her yer yüksek basınç merkezi olsaydı bu durumda da karalar hiç yağış alamaz, tüm kara yüzeyi çöllerle kaplı olurdu. Her iki durumda da canlılık oluşamazdı. Ancak yüce Allah’ın dilemesi ile kara ve denizler üzerindeki basınç merkezleri, yağışlar, rüzgarlar bir denge içerisindedir ve tam canlılara fayda verecek özelliklerdedir.
Denizler ve karalar arasındaki yapısal farklılıklar deniz ve karaların farklı ısınıp soğumalarına neden olur. Denizlerin karalara oranla daha geç ısınıp soğuması, denizleri ısı tutucu özelliği daha fazla olan alanlar haline getirir. Bu durum karaların daha sert olan iklim özelliklerini yumuşatır. Ayrıca denizlerin nem taşıma özellikleri nedeniyle yağmurların yağmasına vesile olma gibi özellikleri vardır. Yüce Allah bir ayetinde rüzgarlarla ilgili olarak şöyle bildirmektedir:
“Ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgarları müjde vericiler olarak gönderen mi? Allah ile beraber başka bir İlah mı? Allah, onların şirk koştuklarından yücedir.” (Neml Suresi, 63)
Denizlerin iklim üzerindeki bir diğer etkisi sıcak ve soğuk okyanus akıntıları ile olur. Teorik olarak okyanus suları yüksek enlemlerde soğuk, alçak enlemlerde sıcak olmalıdır, fakat aynı enlem üzerinde bulunduğu halde iki kıyı bölgesi arasında farklı okyanus akıntıları nedeniyle birbirine benzemeyen iklim tipleri oluşur.
Karalar üzerinde birbirinden oldukça farklı yüzey şekilleri ve yükseltiler vardır. Bu yüzey şekillerinde yukarı doğru çıktıkça hava soğur. Her 250 metrede ısı 10 derece düşer. Bu nedenle deniz seviyesi ile dağlar ve platolar arasında bütün koşullar aynı kalsa bile, sıcaklık önemli ölçüde farklı olur. Yükseldikçe ısının düşmesi sayesinde sıcak enlemlerde yerleşim alanları yükseklere kurmuşlardır. Nitekim Güney Amerika’daki yerleşim bölgeleri And dağları üzerinde 1.000 m.nin üzerindedir. Yüce Allah bir Kuran ayetinde insanlar için dağları barınaklar ve siperler kıldığını belirtmektedir:
“... Dağlarda da sizin için barınaklar-siperler kıldı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda (zorluklara karşı) koruyacak giyimlikler de var etti. İşte O, üzerinizdeki nimetini böyle tamamlamaktadır, umulur ki teslim olursunuz.” (Nahl Suresi, 81)
Dağların denize bakan yamaçları, iç kesimlere bakan yamaçlarına göre daha fazla yağış alır. Çünkü deniz üzerinden gelen nemli hava kütleleri yamaçlar boyunca yükselir ve soğur, soğuma dolayısı ile taşımakta oldukları su buharı yoğuşarak, yağış halinde düşer. Bu şekilde dağların denize bakan yamaçları ılık ve çok nemli bir iklime, dağların karaların içine bakan kısımları ise nemini kaybetmiş olduğundan kuru bir iklime sahip olurlar.
Dağların kuzeye ve güneye bakan yamaçları da güneşlenme süreleri ve şiddetleri bakımından farklı ısınırlar. Bu nedenle güney yamaç kuzeye oranla daima daha sıcaktır.
Dünya üzerinde iklimin meydana gelebilmesi için güneş enerjisine ve coğrafi faktörlere gereksinim vardır. Güneş enerjisi rüzgarları, sıcaklığı, yağışları ve hava kütlelerinin akımlarını kontrol ederken, coğrafi faktörler de kara ve denizler ile yüzey şekilleri aracılığı ile iklim üzerine etki eder. Bu faktörlerin tümünün atmosfer üzerinde oldukça kompleks bir biçimde çalışması söz konusudur. Ancak bu kompleks çalışma hiçbir zaman bir kargaşa durumu yaratmaz. Aksine birbiri içine geçmiş olan kompleks olaylar zinciri sonucunda her bölge hatta yörede belli kurallara göre işleyen bir düzen söz konusudur. Ancak burada ilginç olan nokta aynı ilkelerin her bölge ve yörede birbirine benzemememesi, atmosfer koşulları ve iklim tipleri oluşturmasıdır. Kuşkusuz iklimin belli bir düzen içinde işlemesi ile oluşan çeşitlilik Yüce Allah’ın dilemesi ve her olayı ve canlıyı denetimi altında tutmasının bir sonucudur. Bir ayette Rabbimiz’in yaratma gücü şöyle bildirilir:
“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O’na yükselir.” (Secde Suresi, 5)