Resimde küçük çalılıkların üzerinde çiftleşme uçuşuna çıkmak için hazırlanan dişi ve erkek karıncalar görülüyor.
Karınca kolonilerinin büyük bir kısmı dişi karıncalardan oluşur. Erkek karıncaların nispeten daha kısa bir yaşamları vardır. Tek görevleri olgunlaştıklarında genç bir kraliçe ile çiftleşmektir. Erkek karıncalar çiftleştikten kısa bir süre sonra ölürler. Bütün işçi karıncalar dişidir. Kısacası, tüm karınca toplulukları aslında bir anne-kız dünyası gibidir.
Kur’an’da da, karıncaların genel olarak dişi olmalarına ve bir toplum halinde yaşamalarına, insanların bu gerçeği keşfetmesinden binlerce yıl önce dikkat çekilmiştir. Bir ayette, Hz. Süleyman’ın orduları tarafından ezilmemek için birbirlerine çağrıda bulunan karıncalardan şöyle söz edilir:
Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: “Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları farkında olmaksızın sizi kırıp geçmesin.” (Neml Suresi, 18)
Karıncalar sayıları ne kadar çok olursa olsun uyumlu bir toplumdurlar. Karınca kolonilerinde bir toplum yaşantısının gerektirebileceği her aşamayı görebilmek mümkündür. Son derece büyük özveriyle kolonilerine bağlı olan karıncaların yaşama amaçları bireysel değildir. Hepsi tek bir vücut gibidirler ve amaç bu vücudu yaşatmaktır. Koloninin sürekliliği için gerektiğinde ölümü seçmekten de çekinmezler. Bu konuda en güzel örnek, çiftleşme uçuşunun ardından erkek karıncaların başlarına gelenlerdir. Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka kitaptadır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır. (Fatır Suresi, 11)
Karıncaların çiftleşmeleri adeta bir seramoni özelliği taşır. Çoğu karınca havada çiftleşir. Erkekler önceden gelerek, genç kraliçeyi beklerler. Bir dişi yere konar konmaz (çiftleşmeden önce dişi de kanatlıdır), 5-6 erkek karınca kraliçe etrafında yarışa başlar. Dişi yeteri kadar sperm aldığında, özel bir titreşimli sinyal gönderir. Bu sinyal sayesinde erkek, dişinin ayrılmaya hazır olduğunu anlar. Çiftleştikten bir süre sonra erkek karınca ölür.78
Böylesine bir fedakarlık gerçekten de, açıklanması çok zor bir davranıştır. Erkek karıncanın ölümü göze alarak, soyunun devamı için sonu kendi ölümüyle bitecek olan çiftleşme uçuşuna çıkması, evrim teorisi tarafından açıklanamayan bir davranış türüdür. Çünkü evrimin temel mantığına göre her canlı sadece kendi yaşamının devamını gözetir. Oysa milyonlarca yıldır erkek karıncalar, sonucunda ölüm kaçınılmaz olduğu halde, yine de dişi karıncaları döllemektedirler.
Bu fedakarlığı açıklayabilecek tek gerçek, erkek karıncanın kendini Yaratanın ilhamı ile hareket ettiğidir. Aksi takdirde iddia edildiği gibi doğal ayıklanma süreci geçirdiği söylenen bir canlının, böyle bir fedakarlığı milyonlarca yıl boyunca sürdürmesi imkansızdır. Evrim teorisinin temel prensiplerine göre, erkek karıncaların ne yapıp edip bu “ölüm” uçuşundan kaçmaları gerekirdi. Bu da karıncaların soyunun tükenmesi demek olacaktı. Oysa günümüzde hala binlerce çeşit karınca, yüzbinlerce üyeli kolonileriyle dünya üzerinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Tek bir erkek karınca bile kendisi için “son” demek olan bu uçuştan kaçmamıştır ve halen de kaçmamaktadır.
Dişi karınca çiftleşmeden sonra uygun bir yuva arar ve bulduğunda buraya girerek ilk iş olarak kanatlarını koparır. Daha sonra girişi kapatarak haftalarca, bazen aylarca yiyeceksiz ve yalnız başına kalıp, ilk yumurtalarını bırakır. (Bu süre zarfında kanatlarını yiyerek yaşar.) İlk yumurtalardan çıkan larvaları kendi salyasıyla besler. Bu uzun süreli ve zorlu uğraş da tam bir fedakarlık örneğidir. Ama karşılığında kraliçe yaşamının geri kalan kısmında, kolonisi tarafından beslenecektir.
Sınırlı yiyecekten dolayı ilk sürü küçüktür. Bunlar koloninin ilk işçileri olurlar ve sonra gelen sürülere aynı fedakarlık örneklerini sürdürerek bakarlar. Onların olağanüstü ihtimamlı bakımlarıyla yetişen yeni nesil karıncalar da daha iyi beslendikleri için daha büyük olurlar.
Biraz önce de bahsedildiği gibi erkek karıncaların ömürleri fazla uzun değildir. Çiftleşme uçuşundan birkaç saat sonra veya bir iki gün içerisinde ölürler. Ancak ne ilginçtir ki, ölümü göze alarak çiftleşme uçuşuna çıkan her erkek, kendi öldükten yıllar sonra doğacak olan yavruları için sperm bırakmıştır. Peki bu spermler nasıl canlı olarak saklanmakta ve uzun yıllar boyunca, yumurtaları dölleyerek yeni karıncalar meydana getirmektedirler? Karıncalar üstün bir teknoloji geliştirerek bir sperm bankası kurmuş olabilirler mi?
Evet, her kraliçe karınca kendi vücudu içerisinde bir sperm bankasına sahiptir. Kraliçe, erkeğin spermlerini kendisine enjekte etmesinden sonra bunu vücudunun orta bölmesinin kenarındaki bir çantacıkta saklar. “Spermatheca” denen bu organda spermler hareketsiz hale gelir ve yıllarca bu bekleme durumunda kalabilirler. Sonunda kraliçe, spermin üreme bölgesine geçişine izin verdiğinde, spermler birer birer ya da gruplar halinde tekrar hareketlenirler ve kraliçenin yumurtalıklarından aşağıya doğru gitmekte olan yumurtayı döllemeye hazır hale gelirler.79
Bu durum, insanlar tarafından henüz son çeyrek asırda düşünülüp, yüksek teknoloji sayesinde uygulamaya konulabilmiş olan sperm bankasının insanlardan çok daha önce karıncalar tarafından kullanıldığı anlamına gelir.
Bundan 50 yıl önce insanların belki de hayalini bile kuramadıkları bu mekanizmayı, karıncalar milyonlarca yıldan beri uygulamaktadırlar. Karıncalar da laboratuarlar kurup insanların geçirdiği evreleri geçirip, sonra da buldukları mekanizmayı kendi vücutlarına yerleştirmediklerine göre, ilk var oldukları andan beri bu mekanizmaya sahip olmaları gerekir. Eğer aksi iddia edilecek olursa aşağıdakilere benzer daha pek çok cevaplanması gereken soru ortaya çıkacaktır:
1. Karıncalar ilk varolduğunda, erkekler çiftleşme uçuşundan sonra ölmüyorlar mıydı? Eğer o zaman ölmüyorlarsa bugün neden ölmektedirler? Doğal ayıklanma süreci içerisinde, ölüm uçuşundan sonra yokolmanın daha “uygun” olacağını mı düşünmüşlerdir?
2. Erkek karıncalar çiftleşme uçuşundan sonra hemen öldüklerine göre, soylarının devamı için gerekli olan sperm deposunun oluşmasına fırsat kalmadan, karıncaların soyunun milyonlarca sene önce tükenmiş olması gerekmez miydi?
3. “Sperm bankası”, karıncalar ilk var olduklarından beri mevcutsa, bu mekanizmayı karıncaların vücutlarına kim koymuştu?
Bunlar, tek bir Yaratıcı’nın üstün yaratışını kabul etmek istemeyenlerin cevaplandırması gereken sorulardan sadece birkaçıdır. Yalnız karıncaların soylarının devamı konusunda dahi, daha binlerce soru çıkarılabilir. Ve bu soruların hepsi evrim teorisinin iddialarını imkansız kılarak yaratılış gerçeğine işaret etmektedirler.
Kraliçe karıncanın yumurtladığı yumurtalar ve olgunlaşmamış genç karıncalar yuvanın bakım odalarında yaşarlar. Eğer sıcaklık ve nem oranı yeni yetişenlere zarar verecek duruma gelirse, işçi karıncalar, yumurtaları ve genç karıncaları daha uygun bir ortama taşırlar. Sıcaktan faydalanabilmek için yumurtaları gündüz yüzeye yakın tutar, gece ya da yağışlı havalarda daha derindeki odalara götürürler.
Görüldüğü gibi işçiler yumurtaları ve genç karıncaları büyük bir itina ile soğuktan korumaya, onları rahat ettirmeye çabalarlar. Bazıları sıcak bir günde, larvaları serinletebilmek için yuvanın etrafında gezdirir, bazıları rutubeti önlemek için yuvanın duvarlarını atılmış kozalarla kaplar, bazıları da yiyecek ararlar. Bu hareketlerden her biri karıncaların ne kadar ince bir düşünce sonucu hareket ettiklerini gösterir. Larvayı serinletebilmek için yuvanın içinde gezdiren bir karınca, ya da yuvanın duvarını kozalarla izole ederek ısı ayarı yapan -ki bu son derece modern bir izolasyon taktiğidir- başka bir karınca. Ancak unutulmamalıdır ki ince düşünceli bir hareket yaptığından bahsettiğimiz bu bir kaç milimetrelik böceklerin düşünme yetenekleri aslında yoktur. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, bilim ne kadar detaya inebilirse insin, küçücük bir böceğin gösterdiği özverinin nedeni bulunamayacaktır. Dahası bu özveri, evrim teorisinin en temel prensiplerine bütünüyle ters düşmektedir.
Bütün bunlar bu canlıların da, ancak Allah’ın ilhamıyla hareket ettiklerini, hep O’na itaat ettiklerini göstermektedir. Bu sır, Kuran'da şöyle açıklanır:
Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah’a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar. Üstlerinden (her an bir azab göndermeğe kadir olan) Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyi yaparlar. (Nahl Suresi, 49-50)
Karınca kolonilerinin tüm faaliyetleri, kraliçeyi ve kraliçenin yumurtalarını merkez alır. Karıncalar, kolonilerinin çoğalmasını sağlayan kraliçelerini el üstünde tutarlar. Onların her türlü ihtiyacı işçi karıncalar tarafından sağlanır. Hayatları boyunca yaptıkları en önemli iş kraliçelere hizmet etmek, onların ve yavrularının yaşamasını sağlamaktır.
Karınca yumurtaları, koloninin en değerli hazinesidir. Karıncaların, larvalarına yönelik bir tehlike hissettiklerinde yaptıkları ilk şey, yavruları alıp güvenli bir yere taşımalarıdır. Ayrıca yavru karıncalar dışarıdaki kuru havaya maruz kaldıklarında bir iki saat içerisinde öldükleri için, işçi karıncalar larvaların bulunduğu bölümlerde havayı nemli tutmaya çalışırlar. Bunun için geliştirdikleri çok çeşitli yöntemler vardır. Öncelikle yuvalarını, havanın ve toprağın nemini uygun oranlarda tutacak şekilde inşa ederler. Buna ek olarak, yavruların bakıcısı olma görevini üstlenen karıncalar, olgunlaşmamış karıncaları yapının içerisinde durmadan bir aşağı bir yukarı taşırlar. Onlar için en uygun ortamı bulmaya çalışırlar. Üstelik yaşlarına göre yavru karıncaların ihtiyaçları da farklıdır. Örneğin, yumurta ve larvalar nemli bir ortama ihtiyaç duyarlarken, pupa dönemindeki karıncaların kesinlikle kuru bir ortamda bulunmaları gerekir. İşçiler bu zorlu görevleri yerine getirebilmek için 24 saat boyunca hiç durmadan ve dinlenmeden çalışırlar.80
Görüldüğü gibi kolonideki işçi karıncalar, kendilerini, yumurtlamak yerine sürekli yumurtlayan kraliçelerinin yumurtalarını yetiştirmeye adamışlardır. Bu uğurda pek çok tehlikeyi de göze almaktadırlar. Zira yumurtalar ve larvalar için gerekli olan nemli ortam bakteri ve mantarların yetişmesi için de çok elverişlidir. Dolayısıyla bu ortamda bulunan işçi karıncaların hastalanarak ölme ihtimali çok fazladır.
Peki işçiler, bu son derece sağlıksız ortamda nasıl korunmaktadırlar? Karıncaları muhteşem sistemleriyle yaratan Allah, bu konuda da onlara bir korunma yöntemi vermiştir. Yetişkin karıncaların boğazlarındaki metapleural salgı bezlerinde üretilip etrafa püskürtülen maddeler, bakteri ve mantarları yokeden ve gelişmelerini engelleyen bir etki yaratarak onları korumaktadır.81
Evrim teorisinin kurucusu olan Charles Darwin, evrim sürecinin temel motivasyonunun hayatta kalma içgüdüsü olduğunu öne sürmüştü. Darwin’e göre belli bir türe ait bireyler, hayatta kalma şanslarını artıran bir özellik kazandıklarında bu türün avantajı artıyordu. Bu avantajı kullanarak hayatta kalmayı başarıyor, nispeten daha çok üreyebiliyor ve sonuçta bu özelliklerini diğer türlere geçirebiliyorlardı. Bu yüzden evrimin kendini feda etmeyi değil, kendini korumayı öngörmesi gerekiyordu.82
Ancak Darwin’in sözkonusu doğal seleksiyon teorisi, karıncaların gösterdiği inanılmaz fedakarlık örneklerinin keşfedilmesiyle birlikte büyük bir darbe yedi. Bazıları Darwin henüz hayatta iken bulunan bu özellikler karşısında, evrim teorisinin bir açıklama getirmesi çok zordu. Nitekim Darwin, Origin of Species (Türlerin Kökeni) isimli kitabında bu konunun evrim teorisi için oluşturduğu güçlüğü şöyle ifade etmişti:
Öyle bir güçlük ki bana içinden çıkılmaz ve bütün teorimi tam anlamıyla öldürücü olarak görünmüştü...”83
Bu kadar açık bir itiraftan sonra teorisini kurtarmak için ortaya attığı tez ise daha da içinden çıkılmaz bir durumdaydı. Darwin’in bu çelişkili duruma getirdiği açıklamaya göre, belli gruplar içerisinde doğal seleksiyon birey seviyesinde değil, grup seviyesinde gerçekleşiyordu.
Oysa bu da ispatlanması imkansız bir iddiadan öteye gidemedi. Çünkü hiç bir somut bulguya ya da gözleme dayanmayan, sadece teoriyi kurtarmak için ortaya atılmış bir tahminden ibaretti. Hayvanlardaki fedakarlık örneklerini açıklayabilmek, Darwin’den sonra gelen evrimciler tarafından da hiç bir zaman başarılamadı.
Dolayısıyla evrim teorisinin herhangi bir metodu ile, karıncalar, termitler, arılar gibi sosyal böcekler arasında yaşanan üst seviyedeki fedakarlık örneklerini açıklamak mümkün değildir. Bir canlının kendi güvenliğini, rahatını bir kenara bırakıp, içinde yaşadığı grup üyelerinin güvenliğini ve rahatını sağlamaya çalışmasının tek bir açıklaması vardır: Grubun sahip olduğu sosyal düzen özel olarak belirlenmiş ve bu grubun her üyesine farklı görevler biçilmiştir. Grubun üyeleri de kendilerine verilen bu görevlere uygun davranır ve gerekirse bu uğurda kendilerini feda ederler. Önemli olan grubun düzenininin devamıdır; bunun için gereken fedakarlık da, bilinç ve muhakemeden yoksun böceklerin iradesiyle değil, onları yöneten üstün bir gücün dilemesiyle gerçekleşebilir. Bu benzeri olmayan gücün sahibi Allah'tır. Allah herşeye güç yetiren Rabbimiz'dir.
Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 17)
Bediüzzaman Said Nursi, iman hakikatlerinin önemi konusuna eserlerinde çok yoğun bir biçimde yer vermiştir. Kainatın ve canlıların yaratılışındaki iman delillerine dikkat çekmiş, var olan herşeyin Yüce Allah'ın üstün kudretini sergileyen birer delil olduğunu söylemiştir. Bediüzzaman'ın iman hakikatleriyle ilgili bazı ifadeleri şöyledir:
Madem muntazam bir fiil failsiz olmaz. Manidar bir kitap katipsiz olmaz. Sanatlı bir nakış nakkaşsız olmaz... Elbette şu kainatı dolduran ef'al-i hakimanenin (hükmeden işlerin) bir faili ve yeryüzünün mevsim bemevsim tazelenen hayret-feza nukuşlarının (hayret veren nakışlar), manidar mektubatının bir katibi, bir nakkaşı vardır. (Şaban Döğen, Risale-i Nur'dan Vecizeler, Gençlik Yayınları, 2. baskı, s. 162. (Sözler, s. 601)
78 National Geographic, June 1984, sf.790-791
79 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, Journey to The Ants, Harvard University Press, Cambridge, 1994, Sf.30
80 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, The Ants, Harvard University Press, 1990, sf.374
81 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, Journey to The Ants, Harvard University Press, Cambridge, 1994, sf.195
82 The Insects, by Peter Farb and the Editors of Time-Life Books, sf.170
83 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, The Ants, Harvard University Press, 1990, sf.181