Atatürk ve Milli Eğitim

Büyük Önder Atatürk, eğitim konusunda da büyük ve köklü değişimler öngörmüştür. Bu değişim, eski düzenin köhnemiş, çağdışı, hurafelere dayanan eğitim sistemini; modern, ilmi, akılcı bir eğitim sistemine dönüştürmeyi amaçlamıştır. Kurtuluş Savaşı’nı takip eden dönemde, halkın okuma-yazma oranı %4’ten daha azdır. Kazanılan bağımsızlığı devam ettirebilmek ve medenileşmek için, kültürlü bir halka ve eğitimli kadrolara ihtiyaç vardır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan, çağın icaplarına uyum sağlayamamış eğitim kurumlarıyla  bu kültür hamlesi sağlanamayacaktır. Halkın bir an önce hızlı bir şekilde eğitilmesi ve cehaletten kurtarılması için gerekli çalışmalara başlanmalıydı.

Bu amaçla kısa vadede, milletin okuma yazma seviyesini yükseltmeye yönelik çalışmalar yapılmıştır. Öncelikli olarak, ülkenin asıl unsuru olan köylü topluluğunun, eğitimden uzak bırakılmasıyla oluşan cehaleti yok edip okuma yazma seviyesini yükseltmek için programlar hazırlanması; eğitim için lüzumlu olan ilk bilgilerin verilmesi ülke gelişimini karşılayacak ara eleman ihtiyacı için eğitim kurumlarının kurulması esas alınmıştır.

Ataturk eğitim
““Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir.”
K. Atatürk

Osmanlı İmparatorluğu döneminde de, maarife önem verilmiş; eğitim seviyesinin yükseltilmesi için zamanın hükümetlerince alınan tedbirler, ya doğu, ya da batı eğitim sistemlerinin tatbiki esas alındığı için, başarılı olunamamıştır. Oysa Mustafa Kemal Atatürk,  her alan gibi eğitimin de milli olması gerekliliği üzerinde durarak, Türk’ün karakterine uygun, zamanın icaplarıyla şekillenmiş bir milli eğitim programının hazırlanmasıyla işe başlamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras alınan maarif sisteminde, eğitim ve öğretim, medreseler ve mahalli mektepler, askeri okullar, yabancı okullar ve bakanlık okulları arasında bölünmüştü. Bu karmaşık durum içerisinde, Mustafa Kemal’in şu sözleri Türk halkı için bir parola olmuştur:

“Dünyada herşey için, maddiyat için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.”

Atatürk, milli eğitimin nasıl bir nitelik taşıması gerektiğini de şu sözleriyle belirtmiştir:

“Bir milli eğitim programından bahsederken, eski devrin hurafelerinden ve fıtri niteliklerimizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün tesirlerden tamamen uzak, milli ve tarihi seciyemize uygun bir kültür kastediyorum.” 1

“Hükümetin en feyizli ve en mühim vazifesi maarif işleridir. Bu işlerde muvaffak olabilmek için öyle bir program takip etmeye mecburuz ki program milletimizin bugünkü haliyle, sosyal, hayati ihtiyacıyla, çevrenin şartları ve asrın icaplarıyla tamamen mütenasip ve uygun olsun. Bunun için muazzam ve fakat hayali ve güç anlaşılır mütalaalardan tamamen vazgeçerek hakikati gören gözlerle bakmak ve el ile temas eylemek lazımdır...

Asırlardan beri milletimizi idare eden hükümetler maarifi genelleştirme arzusunu göstere gelmişlerdir. Ancak bu arzularına ulaşmak için doğuyu ve batıyı taklitten kurtulamadıklarından netice milletin bilgisizlikten kurtulamaması sonucuna varmıştır. Bu hazin hakikat karşısında, bizim takibe mecbur olduğumuz maarif siyasetimizin esas hatları şöyle olmalıdır:

Demiştim ki; bu memleketin ilk sahibi ve topluluğumuzun esas unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki bugüne kadar maarif nurundan mahrum bırakılmıştır. Binaenaleyh, bizim takip edeceğimiz maarif siyasetinin temeli evvela mevcut cehaleti yok etmektir. Teferruata girmekten sakınarak, bu fikrimi birkaç kelime ile açıklamak için diyebilirim ki mutlaka umum köylüye okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi, tarihi, dini ve ahlaki malumat vermek ve dört işlemi öğretmek maarif programımızın ilk hedefidir...Bir taraftan bilgisizliği yok etmeye uğraşırken bir taraftan da memleket evladının sosyal ve iktisadi hayatta fiilen etkili ve faydalı kılabilmek için zorunlu olan iptidai bilgileri pratik bir tarzda vermek maarif yönetimimizin esasını teşkil etmektedir.” 2

Bu ifadelerde de görüldüğü gibi Atatürk, çağını aşan bir eğitim anlayışına sahiptir. Ezberden uzak olan, gereksiz bilgileri içermeyen, faydalı ve pratik bilgilerle çağdaş bireyler yetiştirmeyi amaçlayan bu anlayış; günümüzün modern eğitim uygulamalarıyla örtüşmektedir. Ancak bu eğitim hamlesini gerçekleştirmek o kadar kolay olmamıştır. Dağınık eğitim yapılanmasını tek bir çatı altında toplamak, müfredat hazırlamak, dil problemini çözmek, okul inşa etmek gibi büyük sorunlar kısa sürede, kademeli olarak çözülmüştür. Büyük Önder, eğitimde yapılan büyük devrimin ilk hamlesi olarak eğitimde birliği sağlayacak kanunun hazırlanmasını sağlamıştır.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu

Tevhid-i Tedrisat Kanunu, medrese-okul kurumlarıyla ikiye bölünmüş olan eğitim sistemini tek bir çatı altında toplamak ve bir müfredat birliği sağlamak amacını taşıyordu. Kuruldukları dönemden itibaren önemli bir görevi yerine getiren medreseler, özellikle son dönemlerde, ehil olmayan kişilerin eline geçmiş, esas amaçları ilim olmayan kişiler tarafından farklı amaçlar için kullanılır olmuşlardır.

eğitim
Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun önemli bir hedefi de laik ve parasız eğitimi tüm vatandaşlar için zorunlu hale getirmekti. Bu kanunla tüm eğitim kurumları Maarif Vekaleti'ne bağlandı. Mustafa Kemal bu amacı şöyle açıklıyordu: "Milletimizin, memleketimizin darü'l irfanları (ilim yuvaları) bir olmalıdır." Resimde Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde kızlarla erkeklerin birlikte öğrenim gördükleri bir okul.

Kendilerini İslam dininin arkasına gizleyerek karanlık amaçlar güden bu kişiler, bu kurumları da hedef haline getirmişlerdir. Halbuki medreselerin kuruluş amacı aydın, bilim adamı yetiştirmek olmuştur. Nitekim bu kurumlardan Zembilli Ali Efendi, Ali Kuşçu, Hoca Paşa gibi tanınmış bilim adamları çıkmıştır. 18.yy’da başlayan bozulma sonucunda, medreseler işlevini ve niteliğini kaybetmeye başlamıştır. Atatürk, bu kurumların, aydınlık nesiller yetiştirme ülküsünden uzaklaştıklarını görmüş ve bu kanunla, eğitim üzerinde bir denetim mekanizması kurulmasını sağlamıştır.

Mustafa Kemal, bu konudaki düşüncelerini 3 Şubat 1923’teki  İzmir Nutku’nda şu ifadeleriyle açıklamıştır:

“Bizde en ziyade göze çarpan bir nokta vardır ki o da herkesin bu gibi meselelere temastan içtinabıdır (kaçınmalarıdır). Medreseler ne olacak? Evkaf ne olacak? Dediğimiz zaman derhal bir mukavemete maruz kalırsınız. Bu mukavemeti yapanların ne hak ve salahiyetle yaptıklarını sormak lazımdır.

Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk(uygun olması) etmesi lazımdır... Milletimizin, memleketimizin irfan yurtları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın ve erkek aynı surette oradan çıkmalıdır.” 3

Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 3 Mart 1924 tarihinde, bu mantık çerçevesinde kabul edilmiş, laik bir eğitim sistemine geçilmesiyle, medreselerin görevi sona ermiştir. 3 Mart 1924 tarihli, Şer’iye ve Evkaf Vekaletleri’nin kaldırılmasına dair kanunla da, okul ve medreselere ayrılan bütçe, Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmiştir. Bu çerçevede, eğitim birliği sağlanmış, okulların idaresi, müfredatı ve denetimi tek bir bakanlığın kontrolüne geçmiştir. 2 Mart 1926’da, “Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun” düzenlenmiş, böylece devletin izni olmadan hiçbir okulun açılmayacağı kanunla belirlenmiştir. Aynı kanunla okullarda okutulacak derslerin konuları belirlenmiş, zamanın icaplarına uymayan dersler, müfredat programlarından çıkarılmıştır.

Atatürk, başlattığı büyük eğitim seferberliğiyle, her türlü imkanı kullanarak halkın cehaleti yenmesi için uğraşmıştır. Yeni kadrolar, kurslar, yeni okullar ve dersliklerle devam eden eğitim seferberliği, kısa sürede olumlu sonuçlar vermiştir. Okuma yazma oranı artmış, cahillik sebebiyle okula yollanmayan kız öğrenciler eğitilmeye başlanmış, üniversiteye giden öğrenci sayısı büyük bir artış göstermiştir.

Sonuç olarak, eğitimde yapılan büyük devrim sayesinde, modern, aydın fertler yetiştirmenin yolu açılmış, vatandaşların büyük bir bölümüne okuma-yazma ve temel eğitim verilmesi sağlanmış, ekonomik alanda faydalı olacak bilgiler öğretilmiştir.

Harf İnkılabı

Harf inkılabı

Bu eğitim hamlesinin önemli bir aşaması da harf inkılabıdır. Bu inkılapla, Arap alfabesi terk edilmiş ve Batı medeniyetine açılımı sağlayan Latin harfleri kullanılmaya başlanmıştır.

Arap alfabesi, yüzyıllardır kullanılmasına rağmen, Türk dilinin tam olarak ifade edilmesinde yeterli olmamaktaydı. Örneğin, Türkçede sekiz sesli harf varken bu sayı Arapçada üçtür.

Türkçenin, Latin harfleriyle yazılması için çeşitli girişimler başlatılmışsa da bu çabalar, tepkiler yüzünden yarıda kalmıştır. II. Meşrutiyet’den sonraki ciddi çalışmalar, Atatürk tarafından esas anlamıyla hayata geçirilmiştir.

Harf devrimine ilk olarak, 1923’teki İzmir İktisat Kongresi’nde temas edilmiş, Mustafa Kemal’in direktifleriyle 1927 yılından itibaren ciddi bir hazırlık dönemi başlamıştır. Atatürk, 9 Ağustos 1928’de, yeni Türk harflerinin kabul edileceğini açıklamıştır. Bu konuda: “Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz... Bütün millete, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu bir yurtseverlik ve milliyetçilik görevi biliniz”4, diyen Mustafa Kemal, sözlerine şöyle devam etmiştir:

“Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması lazımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa, bu hata bizim değildir. Türk’ün seciyesini anlamayarak kafasını bir takım zincirlerle saranlarındır.

Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz. Bu hataların tashih olunmasında bütün vatandaşların faaliyetini isterim. En nihayet bir sene içinde bütün Türk heyet-i içtimaiyesi yeni harfleri öğrenecektir. Milletimiz yazısıyla, kafasıyla, bütün medeni dünyanın yanında olduğunu gösterecektir.” 5

Atatürk, harf devrimi konusundaki gelişmeleri görmek için gezilere çıkmış, halkın yeni harfleri öğrenmesi için, bir öğretmen olarak onlara öncülük etmiş ve “Başöğretmen” olarak anılmıştır.

Yeni harflerin kullanımıyla ilgili yasa 3 Kasım 1928’de yürürlüğe girmiş, böylece Türkçe, Latin harfleriyle yazılmaya başlanmıştır. Atatürk, devrimin başarısını şu sözleriyle belirtmiştir:

“Arap harfleriyle hiç yazmak, okumak bilmeyenlerin Türk harfleriyle derhal ünsiyet etmiş olduklarını gördüm...Yüce Türk miletinin hayırlı olduğuna kanaat getirdiği bu yazı meselesinde bu kadar yüksek şuur ve intikal, bilhassa istical göstermekte olduğunu görmek benim için cidden büyük bir saadettir. Az zaman sonra, yeni Türk harfleriyle gözler kamaştırıcı Türk manevi inkişafını vasıl olabileceği kudret ve itibarın beynelmilel seviyesini gözlerini kapayarak şimdiden o kadar parlak görüyorum ki, bu manzara beni kendimden geçiriyor.” 6

Dil İnkılabı ve Türk Dil Kurumu’nun Kuruluşu

Altın Alfabe
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal'e hediye edilen "Altın Alfabe"

Misak-ı Milli’yle belirlenen vatan topraklarında yaşayan Türk Milletini birleştiren unsurlardan birisi de dildir. Dil, milli yapıyı oluşturan ve  sağlamlaştıran bir bağdır. Yeni Cumhuriyet’in tam bağımsızlığının sağlanması ve korunması için, dilinin yabancı dillerin etkisinden kurtarılması gerekmektedir.

Türk dili konusunda, Selçuklulardan bu yana sorunlar yaşanmaktaydı. Yazım diliyle, konuşma dili arasında büyük bir fark bulunuyor; bilim dili olarak da Acemce veya Arapça kullanılıyordu. Ayrıca çeşitli etnik gruplar, günlük konuşmada farklı dilleri kullanıyorlardı.

Cumhuriyet kurulduktan sonra, Türk dili konusunda önemli çalışmalar yapılmaya başlandı. Bu amaçla bir kurum oluşturulmasına karar verildi. Atatürk, dil konusunun Türk halkı için ne kadar önemli olduğunu şu sözleriyle belirtmiştir:

“Türk demek dil demektir. Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk Milletindenim diyen insanlar herşeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk harsına, camiasına mensubiyetini iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.” 7

Atatürk, Türk dilini milli  benliğine kavuşturmak ve zenginleştirerek, bir kültür dili haline getirmek için, Semih Rıfat, Ruşen Eşref (Ünaydın), Celal Sahir (Erozan), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) ile birlikte 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni (Türk Dil Kurumu) kurmuştur.

Atatürk, Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurduğu 1932 yılında TBMM’nin dördüncü dönem, ikinci toplanma yılının açılış konuşmasında; “Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türk Cumhuriyeti’nin temel dileği olarak temin edeceğiz. Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet teşkilatımızın, dikkatli, alakalı olmasını isteriz.” 8, diye konuşmuş, bu konuda devletin de üzerine düşen vazifeleri yerine getireceğini belirterek hassasiyetlerini bildirmiştir.

26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı, kurumun çalışma programını kapsayan şu maddeleri tespit etti:

1. Türk dilinin başka dil aileleriyle karşılaştırılması
2. Türk dilinin tarihi ve karşılaştırmalı gramerlerinin yazılması
3. Anadolu ve Rumeli ağızlarından olan kelimelerin derlenmesi, Osmanlıca kelimelere Türkçe karşılıklar bulunması,
4. Türkçe bir sözlük hazırlanması,
5. Kurumun organı olarak bir derginin yayımlanması,
6. Türk dili üstüne yazılmış yerli ve yabancı eserlerin toplanması ve gerekenlerin çevrilmesi,
7. Terimlerin Türkçeleştirilmesi.

Kısa sürede önemli çalışmalar yapan Türk Dil Kurumu’nun faaliyetleri konusunda, Mustafa Kemal şunları söylemiştir:

“Dil kurumu en güzel ve feyizli bir iş olarak türlü ilimlere ait Türkçe terimleri tesbit etmiş ve bu suretle dilimiz yabancı dillerin tesirinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır. Bu yıl okullarımızda tedrisatın Türkçe terimlerle başlamış olmasını kültür hayatımız için mühim bir hadise olarak kaydetmek isterim.” 9


Atatürk’ün Öğrenime Verdiği Önem

Atatürk, kurduğu modern devletin devamlılığının, modern ve çağdaş bir eğitimle mümkün olabileceğini düşünüyordu. Bu nedenle  Birinci Dünya Savaşı yıllarından başlayarak, çeşitli vesilelerle öğretmenlere ve halka seslenmiş, eğitimle ilgili konuşmalar yapmıştır. Okulları ziyaret etmiş, derslere girip öğretmenleri izlemiş ve onların kendilerini geliştirmesine önem vermiştir. Atatürk’ün eğitime verdiği önem ve bununla gerçekleşen olumlu gelişmeler, diğer milletlere de örnek olmuştur.

Atatürk’ün de bizzat içinde bulunduğu eğitim seferberliğinde çok kısa sürede önemli gelişmeler sağlandı. Halkın okuma-yazma seviyesini yükseltmek ve halka yeni harfleri öğretmek için “millet mektepleri” açıldı. Böylece, topyekun bir okuma yazma seferberliği başlatıldı. Bunlara bağlı olarak, askerliklerini onbaşı ve çavuş olarak yapanların eğitici olarak katıldıkları eğitmen kursları ve köy öğretmen okulları açıldı. Bu okullarda, temel eğitimin yanı sıra, köylümüzün temel ihtiyacı olan tarım bilgileri ve marangozluk, demircilik, duvarcılık gibi el sanatlarının öğretilmesine önem verildi.

Ayrıca 19 Şubat 1932’de yine bu eğitim seferberliğine bağlı olarak, büyük merkezlerde Halkevleri, küçük merkezlerde ise Halkodaları kuruldu. Bu kurumlar, çalışmalarına 9 ayrı alanda faaliyet göstererek başlamışlardır. Bunlar:

1- Dil, edebiyat, tarih
2- Güzel sanatlar
3- Temsil
4- Spor
5- İçtimai yardım
6- Halk dersaneleri
7- Kütüphane ve neşriyat
8- Köycülük
9- Müze ve sergi alanlarıdır.

Halkevleri; okullarını bitiren vatandaşlarımızın, okul sonrası da kültür seviyelerini yükseltmek, Atatürk ilke ve inkılaplarını halka anlatmak için de görev yapmıştır. Sonraki yıllarda bir siyasi partinin etkisiyle faaliyetlerini sürdürmeye başlayan  Halkevleri, çok partili hayata geçişten sonra kapatılır. 1960 yılından sonra, özel izinle yeniden açılan Halkevleri, eski işlerliğini bir daha yakalayamaz.

Sürdürülen milli eğitim faaliyetleri neticesinde;

1927 yılında okuma yazma bilenlerin oranı %10.6 iken bu oran 1935 yılında %19.2’ya yükselmiştir.

Okuma yazma bilenlerin nüfusa göre kadın ve erkek oranları 1935 yılında, kadın: %8.2, erkek: %29.3 ve toplamda %19.2 olarak tespit edilmiştir.11

Yukarıdaki tablolardan, Atatürk’ün milli eğitime vermiş olduğu önem açıkça belli olmaktadır.

ders yılları

Atatürk’ün öğrenime verdiği önemi, aşağıdaki sözlerine bakarak da anlamaya çalışabiliriz:

“En mühim ve feyizli vazifelerimiz millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lâzımdır. Bir milletin hakikî kurtuluşu ancak bu suretle olur.” 12

“İlim ve fenle ilgili teşebbüslerin faaliyet merkezi ise mekteptir. Bu sebeple mektep lazımdır. Mektep adını hep beraber hürmetle, saygıyla analım! Mektep genç beyinlere, insanlığa hürmeti, millet ve memlekete sevgiyi, şerefi bağımsızlığı öğretir... Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için izlenmesi uygun olan en doğru yolu belletir... Memleket ve milleti kurtarmağa çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer çalışkan bilgin olmaları lâzımdır. Bunu temin eden mekteptir. Ancak bu şekilde her türlü teşebbüslerin mantıkî neticelere erişmesi mümkün olur.” 13

“Memleketimizi, topluluğumuzu gerçek hedefe mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran kültür ordusu. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir, verimlidir, saygıdeğerdir...Bu iki ordunun ikisi de hayatidir. Yalnız siz, kültür ordusu mensupları, sizlere bağlı olduğunuz ordunun kıymet ve kutsiyetini anlatmak için size şunu söyleyeyim ki, sizler ölen ve öldüren birinci orduya niçin öldürüp niçin öldüğünü öğreten bir ordunun fertlerisiniz.” 14

Ataturk
“Sayın öğretmenler, hiçbir zaman düşüncelerinizden çıkmasın ki cumhuriyet sizden ‘fikri hür, vicdanı hür,
irfanı hür’ nesiller ister”
K. Atatürk

Dipnotlar

       1-         16 Temmuz 1921, SD, II, s.16-17
2-         A.S.D Cilt I s.244-245, A.A.M, 1977
3-         A.g.e Cilt II, s.93-94
4-         A.g.e. Cilt II, s.274
5-         A.g.e, Cilt II, s.274
6-         Tarih IV, 1933
7-         H. Fethi Gözler, Atatürk İnkılapları, s.194,           İnkılap Kitabevi, 1985
8-         A. S.D, Cilt I, s.390 A.A.M, 1997
9-         A.g.e, Cilt I, s.429
10-       Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi, s.188
11-       Tuncer Baykara, Türk İnkılap Tarihi ve Atatürk İlkeleri, s.163, Akademi Kitabevi, İzmir, 1999
12-       Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.119 A.A.M, 1999
13-       A.g.e.,  s.123
14-       Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve M.E. Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, s.17, T.D.T.E.Yay: 6, 1946