Atatürk ve İslam Dini

Dinimize Karşı Olan Saygı ve Bağlılığı

Atatürk’ün Kuran-ı Kerim’e duyduğu derin sevgi ve saygısı, İslam dininin en saf şekliyle yaşanmasına olan inancı, onun dindar yönünü her dönemde ortaya çıkarmıştır. Gerçek din ile batıl inançlarla dolu gericiliği, her zaman net biçimde ayıran Atatürk; birçok konuşmasında, Allah’tan, İslam’dan, Kuran’dan saygı ve bağlılıkla bahsetmiştir. Hz. Peygamberimiz (sav)'i övmüş ve Türk Milletine, gerçek dine sarılmayı ve daha dindar olmayı tavsiye etmiş; Allah’a yönelmede Hz. Muhammed (sav)’i rehber göstermiştir:

“Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed (sav)'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed (sav)’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.” 1

Edirne'deki Selimiye Camii'ni ziyareti sırasında
Edirne'deki Selimiye Camii'ni ziyareti sırasında.

Hz. Muhammed (sav)’i överek O’nu kendisine örnek alan Atatürk, Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğine kesin olarak iman etmişti. Peygamberimiz Hz. Muhammed’e duyduğu hayranlığı ve O’nun peygamberliğini heyecanla anlattığı bir sırada, yanında bulunan M. Şemseddin Günaltay, Ata’nın o anki halini şöyle anlatmıştır:

“... Atatürk’ün denizlerden renk alıp renk veren gözleri, masanın üzerinde serili haritaya dikildi ve beni kolumdan tutarak masanın başına çekip parmağını bir noktaya dikti. Bu, kendi elleriyle çizdikleri bir askeri harita idi ve Hz. Muhammed (sav)’in büyük Bedir Cengi’ni adım adım gösteriyordu. Hz. Muhammed (sav)’e ve O’nun peygamberliğine kadar, büyük askeri dehasına hayran olan eşsiz Sakarya Galibi, Bedir Galibi’ni göklere çıkarırken, “O’nun Hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar” diye heyecanlandı.”

Atatürk; Peygamber Efendimizi çok iyi tanımış, üstün özelliklerini çeşitli vesilelerle anlatmıştır:

“O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O'nunki, ölümsüzdür.” 2

“Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar.... 3

Ata’nın son sözü şu olmuştu:

“Hz. Muhammed (sav)’in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların karı değildir, O’nun Peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.” 4

Atatürk özel sohbetlerinde pek çok kez dindar olmanın gerekliliğinden, Peygamber Efendimizin hayatından, Asr-ı Saadet ve Hülefayı Raşidin (dört halife) dönemlerinden, dinimizin yüceliğinden, Allah’ın kudretinden söz etmiştir. İslam dininin son ve mükemmel din, Peygamberimiz (sav)’in de son peygamber olduğunu her fırsatta vurgulayan Atatürk, ulusuna da dindar olmayı, dinini öğrenmeyi öğütlemiştir.

Atatürk'ün Hz. Muhammed (sav)'e olan sevgisini tarif ettiği sözleri ise şöyledir:

“Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed (sav)'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir.” 5

Atatürk, dinimizin tam anlamıyla ve aslına uygun olarak yaşanmasını; milletimize doğru, modern, hurafelerden arındırılmış bir din anlayışını benimsetmeyi hedeflemiştir. Kuran’ın aslını özümsemiştir.

Açıkça anlaşılmaktadır ki, gerçek manada dindarlık, Atatürk’ün tarif ettiği ılımlı, insancıl, modern yapıda kendini göstermektedir.

Büyük Atatürk’ün, İslam dinini, Kuran-ı Kerim’i, Hz. Peygamber (sav)'i ve dini müesseseleri öven tüm bu sözleri, onun dinimize olan içten bağlılığını gösteren somut ve tartışılmaz belgelerdir.

Atatürk Dini Eğitime  Büyük Önem Vermiştir

Din eğitiminin öneminin de farkında olan Atatürk, bu eğitimin okullarda verilmesi gerektiğini şu sözleriyle ifade etmiştir:

“Her fert din ve diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası mekteptir. Fakat nasıl ki her hususta yüksek mektep ve ihtisas sahipleri yetiştirmek lazımsa, dinimizin hakikatini tetkik, tetebbu ilmi ve fenni kudretine sahip olacak güzide ve hakiki ulema yetiştirecek yüksek müesseselere sahip olmalıyız.” 6

Dinimizin üzerinde önemle durduğu konulardan olan bilim ve eğitim, Atatürk’ün de dikkatle yaklaştığı  kavramlardandır. Peygamberimiz (sav) de bilimle ilgili görüşlerini aşağıdaki hadislerinde açıkça belirtmiştir:

“İlim Çin’de de olsa alınız.”

“Bilim Müslümanın yitiğidir, nerede bulursa oradan alır.”

“Hikmeti al, herhangi bir kaptan çıkmış olmasının sana zararı olmaz.”

Bu hadislerin de gösterdiği gibi, bilim ve medeniyet, Allah’ın insanlara bahşettiği nimetlerdir; ve Müslümanlar, bu nimetleri en etkili şekilde öğrenmeli ve kullanmalıdırlar. Bu açık fikirli yaklaşımı benimseyen Atatürk de, bilim Çin’de bile olsa onu almayı, diğer bir deyişle Türkiye’yi muasır medeniyetler arasına sokmayı en önemli hedef olarak kabul etmiştir:

“Evlatlarımızı o suretle talim ve terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan vermeliyiz ki, ticaret, ziraat ve sanat aleminde ve bütün bunların faaliyet sahalarında faydalı olsunlar, ameli bir uzuv olsunlar. Binaenaleyh maarif programımız, gerek ilk tahsilde, gerek orta tahsilde verilecek bütün şeyler bu görüşe göre olmalıdır.” 7

Atatürk, okulların toplum hayatındaki önemiyle ilgili olarak da şunları dile getirmiştir:

“Mektep namını hep beraber hürmetle, tazimle zikredelim. Mektep genç dimağlara, insanlığa saygıyı, millet ve memlekete sevgiyi, istiklalin şerefini öğretir. İstiklal tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için takibi uygun olan en salim yolu belletir. Memleket ve milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda mesleklerinde namuskar mütehassıs ve birer alim olmaları lazımdır. Bunu temin eden mekteptir.” 8

"Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve halka yol göstermektir." 9 diyen Atatürk, hem çağdaş medeniyeti özümsemiş, hem de dinine samimiyetle bağlı bir millet istemiştir. Onun gerçek amacı ve bizlere bıraktığı miras budur.

Dini Kaynakların Tercümesi

Allah Kuran’ı insanlara bir rehber ve rahmet olarak indirmiştir. Allah, Kuran’la insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, onlara kurtuluş yollarını gösterir. Kuran’ın bu özelliğini bize bildiren ayetlerden biri şöyledir:

(Bu Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir Kitaptır. (Sad Suresi, 29)

Atatürk de Kuran’ı rehber edinmiş bir Müslümandır. Yaşamının her döneminde, Kuran okutulmasına son derece önem vermiştir. Hafız Zeki Çağlarman, Atatürk’ün bu yönünü şöyle anlatmıştır:

“Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım’la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; “Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme” der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi.” 10

Atatürk, Kuran’a olan bağlılığını, onu ‘Kitab-ı Ekmel’ yani (En Mükemmel Kitap) diye tanımlayarak dile getiriyordu. Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşkü’ne hafızları çağırtarak sık sık Kuran okutur, ayetler üzerinde incelemeler de yapar ve hafızlarla meal ve tefsir konularında fikir alışverişinde bulunurdu.

Adana Ulu Camii'ni ziyareti sırasında
Adana Ulu Camii'ni ziyareti sırasında

Atatürk, Kuran’ın manasının halk tarafından anlaşılması için de çok büyük bir çaba göstermiştir. Bu amaçla, o dönemde var olmayan bir Türkçe meal ve tefsir yazılmasını istemiştir. Hadimli Efendi’nin Hulasatü’l Beyan fi Tefsiri’l Kuran ve Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kuran Dili: Yeni Mealli Türkçe Tefsir’i başta olmak üzere, Cumhuriyet’in ilk 15 yılında -yani Atatürk’ün sağlığı süresince- Kuran’la ilgili 10 eser yazılıp neşredilmiştir. Bu eserlerin pek çoğu, başta, 1936’da Hamdi Yazır’a yaptırdığı eser olmak üzere, halkımıza ücretsiz olarak dağıtılmıştır. Türkçeye çevrilen hadisler de, halkımıza gerçek İslam’ı öğretme amacıyla yine ücretsiz olarak dağıtılmıştır.11 Yine aynı dönemde camilerin din görevlisi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla İmam-Hatip okulları açılmıştır.

Atatürk, dinin ihyası doğrultusunda gerçekleştirdiği bu faaliyetleri şöyle anlatmaktadır:

“İlk olarak Kuran’ın dilimize çevrilmesini istedim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye çevriliyor: Hz. Muhammed (sav)’in hayatına ait bir kitabın çevrilmesini emrettim.” 12

Atatürk, camilerde okunan hutbelerin gerçek amacına ulaşması, yani insanlara faydalı ve yol gösterici olması için aldığı tedbirleri de şöyle açıklamaktadır:

“Hutbeden maksat; halkın aydınlanması ve halka yol göstermektir. Hutbe okuyan kimselerin siyasi durumu, toplum durumunu, uygarlık durumunu, uygarlık dünyasının sorunlarını her gün izlemeleri şarttır. Bunun için hutbeler tamamen Türkçe ve günümüze uygun olmalıdır ve olacaktır.” (Balıkesir Hutbesi)13

Kuran’ın halka öğretilmesi ve açıklanması çalışmaları da, Atatürk’ün dine olan inancının ve dine hizmet anlayışının açık bir göstergesidir. O döneme kadar Türkçeye çevrilmeyen Kuran, ilk olarak Atatürk döneminde Türkçe tercüme ve tefsir edilmiş; bu girişimle toplumun Kuran’ı anlaması ve ondan öğüt alması hedeflenmiştir. Nitekim bu, Kuran’ın indiriliş amacıdır. Ayetlerde Kuran’ın insanlar tarafından anlaşılmasının ve kendi dillerinde okunup kavranmasının önemine şöyle işaret edilir:

Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur’an’ı), senin dilinle kolaylaştırdık. (Duhan Suresi, 58)

Eğer Biz onu A’cemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur’an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: “Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A’cemi (Arapça olmayan bir dil)mi?” De ki: “O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir. (Fussilet Suresi, 44)


“Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için
neler yapmak lazım geldiğini düşünmek
yani mesveret için yapılmıştır.”
K. Atatürk

Atatürk’ün Laiklik İlkesi

Laiklik İlkesi ve İslam

Türkiye Cumhuriyeti, Anayasamızda belirtildiği üzere “laik” bir devlettir. Laiklik, tarihte ve günümüzde zaman zaman yanlış anlaşılmış ve yanlış uygulanmış bir ilkedir. Bu nedenle, bu ilkeyi ve sonuçlarını detaylı olarak incelemekte yarar vardır.

Öncelikle belirtilmelidir ki, laiklik ilkesinin temel amacı, toplumda inanç ve ibadet özgürlüğünü tesis etmektir. Laiklik, Devletimizin vatandaşlarını bir dini benimseme, bu dinin gereklerini yerine getirme ya da getirmeme konusunda kendi vicdanları ile başbaşa bırakmaktadır; bu da onlara özgür bir seçim yapma imkanı vermektedir. Bu ilke doğrultusunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin her vatandaşı, sahip olduğu inanca göre özgürce yaşama ve ibadet etme imkanını ve güvencesini bulacaktır.

1938 yılında yayımlanan Cumhuriyet Halk Partisi’nin Onbeşinci Yılı kitabında, Atatürk’ün sağlığında benimsenen ‘Laiklik Prensibi’, şu şekilde izah edilmiştir:

“Milli ve içtimai hayata ferdin dinsiz, şu veya bu itikat sistemine mensup oluşu, milli ve içtimai vazifesi bakımından ne bir kusur, ne de bir fazilet sayılamaz. Türkiye’de dinin dünya işlerinden ayrı tutulduğu, laikliğin ilan olduğu andan itibaren, hiç kimse, hiçbir ibadete icbar edilemez. Hiç kimse vicdanının ilhamı ile kabul ettiği ibadetten men olunamaz.” 14

Dikkat edilirse görülecektir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sahip olduğu bu laiklik modeli, aslında İslam dininin özüne de son derece uygundur. Çünkü İslam, inanç için özgür iradeyi ve vicdani bir kabulü şart koşar. Bir insanın İslam’ı din olarak benimsemesi tamamen kendi özgür iradesine bağlıdır. İslam’ı kabul ettikten sonra da, Kuran’da emredilen ibadetleri uygulaması ya da men edilen yasaklardan sakınması; tamamen şahsın kendi vicdanıyla ilgilidir. Elbette Müslümanlar, birbirlerini Kuran’da anlatılan ahlaki vasıfların uygulanması için uyarabilir, teşvik edebilirler. Ama bu konuda asla bir zorlama yapılamaz, kişi baskı yoluyla dini uygulamaya yönlendirilemez.

Atatürk ve Din

Kısacası laiklik, bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetini güvence altına almaktır. Atatürk’ün laiklik fikrini açıklayan Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir:

“En canlı cephesi ve en kısa ifadesiyle laiklik, din hürriyetini ve bundan doğan vatandaşlık haklarını düşmanlarına karşı korumaktır. Devlet hayatında laikliğin gayesi budur. Laik devlet, din hürriyetini ve dindarı her çeşit saldırıya karşı koruyan devlettir.”

Prof. Dr. Hamza Eroğlu da laikliği, ‘din hürriyetinin ve bundan doğan hakların korunması ve teminatı’ için zorunlu bir şart olarak göstermektedir.15

Bunun aksi bir devlet modelini düşünelim: Örneğin, insanların zorla Müslüman ya da Hıristiyan yapıldığı bir ülkeyi düşünelim. Dahası bu dinlere inanan kişilerin, dinlerin kurallarına göre yaşamaları için de zorlandıklarını farz edelim. Diyelim ki söz konusu devlet modeli, toplumdaki insanları namaz kılmaları ya da kiliseye gitmeleri için devletin kolluk kuvvetleriyle zorlasın. Ya da biraz daha ‘ılımlı’ bir yöntem benimseyip, namaz kılanlara ya da kiliseye gidenlere ödül verilsin... Böyle bir devlet, laikliğe tamamen aykırı bir devlet olacaktır. Dahası, bu türden tutumlar, İslam’a ve Kuran ahlakına da aykırı olacaktır.

Çünkü, zorla ya da menfaat karşılığı elde edilen bir dini inancın ya da ibadetin, İslam’a göre hiçbir değeri yoktur. İnanç ve ibadet, Allah’a yönelik ve Allah rızası için olduğunda bir değer taşır. Eğer devlet, insanları inanca ve ibadete zorlayacak olursa, insanlar devletten korktukları için dindar olurlar. Din açısından makbul olan, vicdanların tamamen serbest bırakıldığı bir ortamda dinin yaşanmasıdır.

Devletimizin temel ilkelerinden olan laiklik, hem vicdan özgürlüğü gibi temel bir insani değere hizmet ettiği, hem de bu değere büyük önem veren İslam diniyle uyum sağladığı  için, her Türk vatandaşının benimsemesi ve savunması gereken bir ilkedir.

Atatürk, laiklik ilkesini şöyle açıklamıştır:

“Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz de dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, devlet ve millet işleri ile karıştırmamaya çalışıyoruz. Kaste ve eyleme dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz.”16

“Türkiye Cumhuriyeti’nde her ergin kişi dinini seçmekte hür olduğu gibi, bir dinin töreni de serbesttir. Yani, ibadet hürriyetine dokunulamaz. Tabiatıyla ibadetler, asayiş ve genel ahlak kurallarına karşıt olamaz; politik nümayiş şeklinde yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılamaz...” 17

Atatürk’ün bu açıklamalarından da anlaşılacağı gibi laiklik din özgürlüğünü savunur. Bunun aksini savunan bazı art niyetli kişilere en güzel cevabı yine Atatürk vermiştir:

“Laik hükümet kavramından dinsizlik manası çıkarmaya çalışan fesatçılara fırsat vermeyiniz.” 18

Bir Fransız gazeteciyle yaptığı ropörtajda, ‘inkılapların dine karşı nasıl bir tutum içerisinde olduğu’ sorusuna da, Atatürk şu cevabı vermiştir:

“Siyasetimizi, dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz.” 19

Ataturk
“Milletimizin din gibi kuvvetli bir fazilete sahiptir.
Bu fazileti hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.”
K. Atatürk

Atatürk’ün söz konusu laiklik tarifi, İslam’ın ruhuna ve amacına tamamen uygundur. Kuran-ı Kerim’de, bir kimsenin dini kabul etmesinin kendi kararına bağlı olduğu, dini kabul etmezse bunun için kendisine zorlama yapılamayacağı şöyle bildirilir:

Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)

Samimi Dindar Atatürk

Atatürk, İslam ahlakını ve dinimizin vecibelerini daha aile ocağındayken öğrenmiş, tahsil yaşamı boyunca da bu bilgilerini pekiştirerek geliştirmiştir. Mustafa Kemal, “Ilımlı-modern-dindar” yapının, en güzel örneği ve en başarılı uygulayıcısı, laik Cumhuriyetimizin kurucusudur. Atatürk, gericilikle mücadele ederken İslam’ı yüceltmiş; dolayısıyla bu ikisi arasındaki ayrımı en doğru biçimde yapmıştır. Tekke, türbe ve zaviyeler onun döneminde kapanmış, ama ilk Türkçe Kuran meali de, yine onun döneminde yayınlanmıştır. Türk insanının ihtiyaçlarını ve özelliklerini çok iyi bilen; yobazlığa her zaman karşı çıkan Atatürk; Türk Milletini dinin özüne yöneltmeyi amaçlamış ve bugün milletçe ulaşmayı hedeflediğimiz yapıyı her yönüyle tecelli ettirmiştir.

Atatürk Balıkesir'de

Şüphesiz ki din, Atatürk’ün de dikkat çektiği gibi; demokrasinin ve milli bütünlüğümüzün vazgeçilmez bir ihtiyacıdır. Bir milletin fertlerini birarada tutan en güçlü bağ olan din; aile, ahlak ve devlet müesseselerinin de devamını sağlayan en önemli unsurdur.

Din ahlakının var olmadığı veya dini değerlerin ortadan kalktığı bir toplumda, bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak aile, ahlak ve devlet kavramları da geçerliliğini yitirecek, ve kısa süre sonra da ortadan kalkacaktır. Bu türden bir gelişme ayrıca, tarihi ve kültürü ne kadar eskiye dayanırsa dayansın, milleti birbirine bağlayan milli ve manevi tüm bağların parçalanmasına, anarşinin dirilmesine ve toplumun bölünmesine neden olacaktır.

İşte bütün bu nedenlerden ötürü, toplum dokusunun vazgeçilmez bir parçası olma özelliği taşıyan din müessesesinin devamını sağlayamayan bir milletin sosyolojik ve bilimsel açıdan, ayakta durması mümkün değildir. Gerek kişi, gerekse toplum açısından dinin lüzumlu bir müessese olduğunu belirten, siyasi alanda yaptığı sayısız reformla bu sağlıklı bakış açısını geniş kitlelere yaymayı hedefleyen Atatürk; Türk Milletinin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini, “Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur”; “Din vardır ve lazımdır.”20 sözleriyle teşvik etmiştir. Milletini, batıl inanışlardan arındırmayı ve gerçek dine yöneltmeyi amaçlamıştır.

Büyük Önder, gerçek dinin temelini ve Müslümanların konuyu hangi kıstaslara göre değerlendirmeleri gerektiğini, 7 Şubat 1923’te, Balıkesir’deki Paşa Camii’nde verdiği hutbede kendisini dinleyenlere şöyle ifade etmiştir:

1923 yılında Konya'daki bir medreseyi ziyareti esnasında

1923 yılında Konya'daki bir medreseyi ziyareti esnasında

“Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretlerini Allah insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran’daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor.” 21

Atatürk, İslam dininin ilme ve mantığa tamamen uygun bir din olduğunu bir başka konuşmasında da şöyle ifade etmiştir:

“Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. ... İslam’ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz” 22

Büyük Önder Atatürk, Türk Milletinin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini de, sıklıkla vurgulamıştır. Atatürk’ün, Osmanlı  devletinin çöküşünü dine bağlayan Türk düşmanlarına yanıtı şu olmuştur:

“Düşmanlarımız, bizi dinin etkisi altında kalmış olmakla itham ediyor, duraklamamızı ve çöküşümüzü buna bağlıyorlar; bu bir hatadır. Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların, erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, Müslüman erkekle, Müslüman kadının beraberce din öğrenerek eğitilmesidir. Kadın ve erkek bu ilim ve eğitimi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kuralla bağlanmış zannettiğimiz şey yoktur. Türk sosyal yaşantısında kadınlar bilimsel yönden eğitim ve öğretim görmekte ve diğer konularda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir.” 23

Atatürk'ün Balıkesir'de karşılanışı
Atatürk'ün Balıkesir'de karşılanışı.

Atatürk, dini meseleler hakkındaki görüşlerini öğrenmek isteyen Fransız gazeteci Maurice Perno’ya yine kesin bir şekilde şu cevapları vermiştir:

M. Perno, şu halde yeni Türkiye’nin siyasetinde dine aykırı hiçbir temayül ve mahiyet olmayacak demek?

Atatürk: “Siyasetimiz dine aykırı olmak şöyle dursun, din bakımından eksik bile hissediyoruz.”

M. Perno: Zat-ı asilaneleri, düşündüklerini bendenize daha iyi izah buyururlar mı?

Atatürk: “Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye istiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık, sun’i, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Eğer ışığa yaklaşamazlarsa kendilerini mahv ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız.” 24

Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Hanım
Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Hanım

Atatürk, her yönüyle olduğu gibi dindarlığıyla da milletine en güzel örnek olmuştur. Ulu Önder, dindar kişiliğinin bir göstergesi olarak, din adamlarına karşı her zaman hürmetkar olmuş ve onlara saygı duymuştur.

Cumhuriyet’in ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, Atatürk’ün kendisine gösterdiği saygı ve hürmeti şöyle anlatmıştır:

“Ata’nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, “Paşam beni mahcup ediyorsunuz” dediğim zaman “Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır.” buyururlardı. Atatürk, şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi.” 25

Atatürk bağnazlığın her türlüsüne karşıydı. Bu gerçeği Atatürk şöyle dile getirmişti:

‘Türkler’ diyor Atatürk, ‘İslam oldukları halde, bozulmaya, yoksulluğa, gerilemeye maruz kaldılar; geçmişin batıl alışkanlık ve inançlarıyla İslamiyet’i karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyet’ten uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar. Gerçek İslam’ın çok yüce, çok kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almamakta inatçı bulundular. İşte gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor... 26

Atatürk gerçek İslam’ın halka anlatılması için çalışmıştır.  'Akla, fenne, ilme uygun...'27 ifadesiyle de belirttiği gibi Atatürk, dinin özünü teşkil eden Kuran ahlakının, halka anlatılması gerektiği konusunun üzerinde durmuştur.

İslam dini hakkında böylesi güzel fikirlere sahip olan ve her ortamda bu düşüncelerini dile getiren Atatürk, açıktır ki  Allah’tan korkan, Allah’ın emirlerini elinden geldiği kadar yerine getirmeye çalışan bir Müslümandı.

Atatürk’ün Dindar Kişiliği

Vefatından bu yana, Atatürk’le ilgili pek çok eser kaleme alınmış, konferanslar ve toplantılar düzenlenmiş, çeşitli yorum ve değerlendirmeler yapılmıştır. Şüphesiz Atatürk; tarihin şahit olduğu en büyük komutan ve devlet adamlarından biridir. Bunu tüm dünya kabul etmektedir.

Atatürk’ün burada saydığımız özellikleri, aslında onu tanımak için yeterlidir. Ancak Atatürk, bütün bu üstün özelliklerinden başka,  hayatında ve davranışlarında önemli yer tutan, sosyal yönünü ve karakterini belirleyen ve İslam ahlakından kaynaklanan başka pek çok özelliğe de sahiptir. Tevazusu, hoşgörüsü, barışçı ve uzlaşmacı kişiliği; duygusallıktan uzak, akılcı yapısı; ahlak anlayışı; dinine karşı hassasiyeti; kararlılığı, giyim ve kuşamına, temizlik ve bakımına, sanat ve estetiğe verdiği önemi, bu özellikleri arasında sayabiliriz.

Atatürk, annesinin mezarının başında
Atatürk, annesinin mezarının başında.

TBMM’nin açılışı için hazırlattığı bildiri ya da Balıkesir’de verdiği hutbe bile, tek başına Atatürk’ün dindar kişiliğini gözler önüne sermek için yeterlidir.

Atatürk’ün İslam’da Vicdan Özgürlüğü  Konusundaki Yorumu

İslamiyet, insanları din ahlakına uymaya çağırır. Din ahlakını yaşamayı kabul edenin mükafatı veya kabul etmeyenin cezası Allah katındadır. Müslümanlara bu konuda düşen görev, insanları Allah yoluna çağırmaktır. Bu çağrıya uyup uymamak, kişinin kendi seçimidir. Atatürk’ün bu konuyla ilgili şu sözleri, Kuran ahlakına tamamen uymaktadır:

“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz, dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz.” 28

İstişareye Verdiği Önem

Atatürk’ün istişareye, yani farklı insanların görüşlerini almaya verdiği önem, bir kaynakta şöyle anlatılır:

“O, harikulade zekasına, büyük görüş kuvvetine, hadiseleri tahlil derinliğine dayanmakla beraber, başkalarının fikir ve mütalaalarına da kıymet verirdi. Onun en kuvvetli tarafı, en büyük kudreti, belki istişare etmesini bilmesi ve istişareler sonunda kendi eşsiz mantığını hadiselere hakim kılmasıydı.” 29

Atatürk de kendisinin bu özelliğini şu cümlelerle özetlemiştir:

“Ben diktatör değilim... Çünkü, ben zoraki ve insafsız davranmayı bilmem. Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim.” 30

Atatürk’ün, istişare yapma ve diğer insanlara yumuşak davranma gibi özellikleri, Kuran’da bildirilmiş mümin vasıflarındandır. Allah Kuran’da Müslümanları tarif ederken “işleri kendi aralarında şura ile olanlar” (Şura Suresi, 38) buyurmaktadır. Bir diğer ayette ise, insanlara yumuşak söz söylemek, şöyle emredilir:

Eğer Rabbinden ummakta olduğun bir rahmeti beklerken (darlıkta olduğundan) onlara sırt çevirecek olursan, bu durumda onlara yumuşak söz söyle. (İsra Suresi, 28)

Atatürk istişare ederken
Atatürk, her türlü konuda çevresindekilerin görüşlerini dinlemeye ve onlarla istişare etmeye önem vermiştir. .

Peygamberimiz (sav) de her zaman insanlara çok yumuşak ve ılımlı davranmış, onlarla istişare edip görüşlerine başvurmuştur. Bir ayette Peygamberimiz (sav)’in bu vasıfları şöyle anlatılır:

Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.  (Al-i İmran Suresi, 159)

Kararlılık

En önemli mümin özelliklerinden biri de kararlılıktır. Bir ayette, zalim inkarcılara boyun eğmeyen Kehf Ehlinin kararlılığı şöyle bildirilir:

Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi’dir; ilah olarak biz O’ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız.” (Kehf Suresi, 14)

Kararlılık, Atatürk’ün de en belirgin vasıflarındandı. O, Müslüman toprağı, Türkiye’yi, işgalci güçlere karşı korumak için hayatı boyunca çok kararlı bir mücadele yürüttü. Tüm zorluklara rağmen, Samsun’a ayak bastığı andan Milli Mücadele’nin sonuna kadar, çabasından asla vazgeçmedi. Ata’nın bu kişisel özelliğinin en güzel örnekleri, Samsun’a ayak basmasından, Erzurum Kongresi’ne uzanan dönemde görülür. Halkın ve idarecilerin büyük bir umutsuzluğa kapıldıkları anda, onun kararlılığı ve davasına olan inancı, başarıya giden yolda tek ışık olmuştu.

Mustafa Kemal Paşa, bu zorlu dönemde bir yandan kumandanlarla temas kuruyor, yapılacak savunma konusunda onlarla bir fikir birliği sağlamaya çalışıyor; bir yandan da yorgun ve perişan durumda olan halkın moralini ve kendine olan güvenini kuvvetlendirmeye uğraşıyordu. Çalışmaları, bu konuda sağlam temeller atmasını sağladı ve çevresine, çalışma arkadaşlarına ve halka moral aşılamayı başardı.

Atatürk’ün kararlılığının bir başka örneği de, Sakarya Meydan Savaşı’ndan önce yaşanan gelişmelerde görülür.

Sakarya Meydan Savaşı’ndan önce, Türk kuvvetlerine göre daha kalabalık olan; daha modern silahlara ve daha çok erzağa sahip olan Yunan kuvvetleri, çok büyük bir taarruz başlatmışlardır. Bu durum karşısında, Türk Ordusu gerilemeye başlar. Öyle ki, Yunan toplarının sesleri Ankara’dan duyulacak noktaya gelmiştir. TBMM’de bir kargaşa yaşanmaya başlanmış, cepheye milletvekillerinden oluşan bir heyet gönderilmiştir. Halkta ve Meclis’te oluşan havayı fark eden Atatürk; bir genelge yayınlayarak tüm halkın moralini düzeltmiş, zafere olan inancın tekrar tesisini sağlamıştır. Atatürk’ün aşıladığı bu inanç ve güven duygusu kısa bir süre sonra büyük bir zafere vesile olmuştur. Söz konusu genelgede şunlar yazılıdır:

“Düşmanın ilerlemesi ihtimaline karşı halkın, kesinlikle tereddüt ve kuşku duymasına yer yoktur. Düşmanın Anadolu ve içlerine doğru uzanmak isteyen kolları mezarlarına yaklaşıyor; bu yeni sefer, düşmanın ölüm yolculuğudur. Allah’ın yardımı, yakın olaylar bu sonucu gösterecektir.” 31

Atatürk
Atatürk, hayatı boyunca kararlı bir mücadele yürütmüş ve önüne çıkan engeller karşısında hiçbir zaman yılgınlığa düşmemiş ve davasından vazgeçmemiştir.

Osmanlı  devletinin başarılı olmasındaki en önemli etkenlerden biri olarak, padişahların orduyu şahsen komuta etmeleri gösterilir. Padişahın ordunun bizzat başında olması, askerlere büyük moral vermiştir. Fakat duraklama ve gerileme dönemlerinde padişahlar, orduyu vekillerine emanet etmeye başlamışlar; bu da askerin moralini olumsuz yönde etkilemiştir. Milli Mücadele döneminde, ordu tekrar milletin lideri tarafından bizzat sevk ve idare edilmeye başlanmıştır.

Kurtuluş Savaşı sırasında, sayı ve mühimmat açısından çok kısıtlı imkanlara sahip olan Ordumuz; Atatürk ve silah arkadaşlarının cesaret ve kararlılığından aldığı moralle, tarihte eşi görülmemiş bir zafere imza atmıştır. Sadece Kurtuluş Savaşı dönemi değil, öncesindeki I. Dünya Savaşı muharebelerinde de Atatürk’ün cesareti kayda değerdir. Mustafa Kemal Çanakkale’de yaralanmış, Sakarya Savaşı sırasında da kaburga kemiği kırılmıştır. Buna rağmen, yaralı olarak sedye üzerinde orduyu idare etmiştir. Atatürk’ün bu cesareti ve kararlılığı, inandığı mukaddes değerlerden kaynaklanmaktadır.

Atatürk’ün yıllar sonra, Hafız Sadettin Kaynak’a Türk Ordusu için hazırlattığı hitabe; onun şehitliğe, vatan yolunda mücadeleye verdiği önemi açıkça ortaya koymaktadır. Atatürk, ordu müfettişleri için hazırlattığı bu hitabede, aşağıdaki Kuran ayetlerine yer verdirmiştir:

Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.   (Al-i İmran Suresi, 169)

Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklık gösterin ve Allah’ı çokça zikredin. Ki kurtuluş (felah) bulasınız. (Enfal Suresi, 45)

Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size ‘eksiksiz olarak ödenir’ ve siz haksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal Suresi, 60)

Ey peygamber, mü’minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur. Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za’f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 65-66)

Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.(Saf Suresi, 4)

Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti haber vereyim mi? Allah’a ve O’nun Resulü’ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur. (Saf Suresi, 10-12) 32

Atatürk’ün, içinde Kuran ayetleri yer alan bir hitabeyi, Türk Ordusunun müfettişleri için hazırlatması, maneviyata ne derece önem verdiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Atatürk’teki Bir Diğer Özellik: Tevazu

Atatürk’ün en önemli özelliklerinden biri de, çağının çok ötesinde bir dehaya ve başarılarla dolu bir yaşama sahip olmasına rağmen, son derece mütevazi ve alçakgönüllü olmasıydı.

cami
Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
(Bakara Suresi, 208)

Tevazu sahibi ve alçakgönüllü olmak, Kuran ayetlerinde tavsiye edilen önemli Müslüman özelliklerindendir. Bu konuyla ilgili ayetlerden bazıları şöyledir:

O Rahman (olan Allah) ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman “Selam”derler. (Furkan Suresi, 63)

… İşte sizin İlahınız bir tek İlahtır, artık yalnızca O’na teslim olun. Sen alçakgönüllü olanlara müjde ver. (Hac Suresi, 34)

Atatürk’ün tevazusunu ortaya koyan belgelerde, kişiliğinin bir başka özelliği de ön plana çıkmaktadır. Bu özellik, söylemek istediğini en çarpıcı kelimelerle, en güzel şekilde anlatmadaki ustalığıdır. Atatürk, karşısındaki insanları hep onore etmiş ve bunu yaparken söz söyleme sanatındaki ustalığını kullanmıştır. Alçakgönüllülüğü, hitabetteki ustalığı; dünya tarihinde çok az insanda görülen gerçek bir mümin özelliğidir. Bir ayette şöyle buyrulur:

İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Lokman Suresi, 18)

Dolmabahçe Sarayı
Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, yumuşak davranandır.
(Bakara Suresi, 263)

Çalışkanlığı

Atatürk çalışkan olmanın önemini ısrarla vurgulamış, dahası bunun İslam dininin bir gereği olduğu üzerinde durmuştur. Aşağıdaki sözleri bu konudaki düşüncelerini ortaya koymaktadır:

“Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk Milletinin karakteri yüksektir.” (Onuncu Yıl Nutku)

Belirttiğimiz gibi, Atatürk’ün bu öğütleri Kuran ahlakına uygundur. Kuran’da Allah insana çalışkan olmayı şöyle emretmektedir:

Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın yorulmaya-devam et. (İnşirah Suresi, 7)

Atatürk’ün Güzel Konuşma Hakkındaki Öğütleri

Kuran’da yer alan önemli mümin özelliklerinden biri de, insanlara güzel söz söylemektir. Yani insanlarla yapıcı, samimi, etkileyici ve akılcı şekilde konuşmak, insanlara karşı en kibar ve nezih üslubu kullanmaktır. Kuran ayetlerinde bu konunun önemi şöyle açıklanır:

Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. (İbrahim Suresi, 24-25)

Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)

Atatürk
“Bu ulusu ben değil içimizdeki ruh,
damarımızdaki kan kurtarmıştır.”
K. Atatürk

Atatürk de Kuran ahlakının bir parçası olan “güzel söz söyleme” konusuna büyük önem vermiştir. Sohbetleri, söylev ve demeçleri incelendiğinde bu açıkça görülür. Dahası, bu konuda topluma da önemli öğütler vermiştir. Atatürk, aşağıdaki sözleriyle, Türk gençliğine bu konuda yol göstermiştir:

“Türk çocuğu konuşurken, onun beyan ve anlatış tarzı, Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslubu, kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola götürebilecek; bu kabiliyeti sayesinde Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları, peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir.” 35

Atatürk, Dinimizde Emredildiği Gibi, Barış Yanlısı Bir İnsandır

Kuran, Allah’ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği bir kitaptır; Allah, Kuran’da insanlara en güzel ahlakı yaşamayı emretmektedir. Bu ahlakın temelinde, sevgi, şefkat, hoşgörü, adalet ve merhamet gibi kavramlar yatar. İslam, bireyler arasında olduğu gibi, toplumlar ve ülkeler arasında da bu vasıfların hakim olmasını öngörür.

İslam kelimesi, Arapçada “barış” kelimesiyle aynı anlama gelir. Kuran ayetlerinde insanlar, yeryüzünde merhametin, şefkatin, hoşgörünün ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına çağırılmaktadırlar. Bakara Suresi’nin 208. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

Ey iman edenler, hepiniz topluca “barış ve güvenliğe (Silm’e, İslam’a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 208)

Kuran’a göre savaş, sadece son çare olarak başvurulacak ve mutlaka belirli insani ve ahlaki sınırlar içinde yürütülecek bir “istenmeyen zorunluluk”tur. Bir ayette, yeryüzünde savaşları çıkaranların inkarcılar olduğu, Allah’ın ise savaşa rıza göstermediği şöyle açıklanır:

... Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah  onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Maide Suresi, 64)

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in hayatına baktığımızda da, savaşın ancak zorunlu hallerde ve savunma amaçlı olarak başvurulan bir yöntem olduğunu görebiliriz.

Atatürk de, İslam ahlakının bu barışçı özelliğini rehber edinmiştir. Atatürk’ün siyasi doktrini, aynen Kuran’da emredildiği gibi, gerektiğinde savunma amaçlı olarak savaşmak; asıl olarak barış yanlısı olmaktır. Onun ünlü “Yurtta sulh, cihanda sulh”sözü, bu konuda tarihe geçmiş bir slogandır. Atatürk, bir konuşmasında da şöyle demiştir:

“Cumhuriyet'in dış siyasette özenle güttüğü amaç, uluslararası barışı korumak ve güven içinde yaşamaktır. Komşularımızla dostluk ve iyi geçinme yolunda her gün biraz daha ilerlemekteyiz.” 36

 

       1-         Nedim Senbai, Atatürk, A.Ü. Dil, Tarih, Coğrafya Yay., s. 102, 1979
2-         Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri (Atatürk ve Din Eğitimi, A. Gürtaş, s. 26)
3-         Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 100, 1945, s. 3
4-         Ahmet Gürbaş, Atatürk ve Din Eğitimi, DİBY, s.28
5-         Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4
6-         Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c. 2, s. 86 (Atatürk’ün Düşünce Yapısı, G.Tüfekçi, s. 117)
7-         Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 111
8-         Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 43
9-         Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 93
10-       Ercüment Demirer, Din, Toplum ve Kemal Atatürk, s.10
11-       Ahmet Nazım, Kamil Miras, 1932, (http://www.mkataturk.gen.tr/ozel/ozel4.html)
12-       Fethi Naci, Atatürk’ün Temel Görüşleri, s. 55
13-       Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93
14-       CHPXV. Yıl Kitabı, sh. 12-13, zikreden; Ş.S. Aydemir, a.g.e., s. 454
15-       Gerçek Yönüyle Atatürkçülük, Türk Devriminin Temel Prensipleri ve Cumhuriyet Rejimi, Ankara, 1965
16-       Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1971 (Ahmet Gürtaş, s. 34)
17-       Afet İnan, Medeni Bilgiler, s. 470 (Rönesans, Kasım 1990, s. 23)
18-       Osman Pazarlı, Sosyoloji, Lise III, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1979
19-       Maurice Perno’yla ropörtaj, Akşam, 11 Şubat 1924 (Cumhuriyet Gazetesi eki, Atatürk’le Konuşmalar, s. 111,  Nisan 2000)
20-       Asaf İlbay, Yakınlarından Hatıralar, s. 102
21-       Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93
22-       Atatürk”ün  Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90
23-       a.g.e, s.86
24-       Ahmet Gürbaş Atatürk ve Din Eğitimi, , Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.32
25-       a.g.e, s.12
26-       Sadi Borak, Atatürk ve Din, s. 36-37 (Rönesans,Aralık 1991, s. 61)
27-       İzmir, 3 Şubat 1923, Atatürk Diyor ki, Varlık Yayınları, s. 46
28-       Sadi Borak, Atatürk ve Din, 1962 (A. Gürtaş, s. 34)
29-       Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 73
30-       Atatürk Bir Çağ’ın Açılışı, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, s. 33
31-       Türk Tarihi, Silahlı Kuvvetleri ve Atatürkçülük, Genelkurmay Başkanlığı 50. Yıl Yayını, 1973, s. 252
32-       Sadi Borak, Atatürk ve Din, 1962 (A. Gürtaş, s. 50)
33-       Atatürk’ün S.D. II, 1923, s. 128
34-       Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Sabiha Gökçen, s. 55
35-       Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk Hakkındaki Hatıralar ve Belgeler, s. 285
36-       Atatürk’ün SD, I, 1935, s. 361 (Fethi Naci, s. 93)