İttifak üyesi 26 ülkenin ve NATO ile işbirliği yapan 20 devletin başkanları, başbakanları ve bakanları ile sivil ve askeri yetkililerini buluşturan NATO Zirvesi'nin 17.si İstanbul'da 28-29 Haziran 2004 tarihleri arasında gerçekleştirildi.
Zirvede birçok önemli karar alındı. Ancak zirveden akılda kalan ve herkesin hem fikir olduğu tek bir ortak konu vardı: "Türkiye'nin hem Ortadoğu bölgesi hem de tüm dünya için çok önemli bir güç olduğu."
Evet, dünya Türkiye'nin öneminin ve sahip olduğu gücün artık farkında. Peki Türkiye'yi bu noktaya taşıyan unsurlar nelerdir?
Neden Türkiye?
Türkiye'ye avantaj sağlayan özelliklerinin ilki, çoğumuzun öğrencilik yıllarımızdan bildiğimiz Türkiye'nin sahip olduğu, dünyada eşi benzeri bulunmayan "jeopolitik önemi"dir. Türkiye, Avrupa ile Asya'yı, Avrupa ile Orta Asya'yı ve Avrupa ile Orta Doğu'yu birbirine bağlarken, aynı zamanda son yıllarda dünya ekonomisi ve siyasetinde hızla yükselen Çin gibi Uzak Doğu ülkeleri için de bir sıçrama tahtasıdır. Tüm bu bölgelerle bir şekilde ilişkisi olan her ülkenin Türkiye ile bir işbirliği içinde olması jeopolitik bir zorunluluktur. Özellikle Batı ülkelerinde, ekonomideki gelişmeler sonucunda ortaya çıkan, enerji kaynaklarına duyulan sürekli ihtiyacın karşılanmasında, doğusunda bulunan petrol ve doğal gaz zengini ülkelere yakınlığından dolayı Türkiye dikkatleri üzerine çekmiştir. İnşa edilecek çok sayıdaki petrol ve doğal gaz boru hattıyla Türkiye Doğu ve Batı arasında gerçek bir köprü olabilecektir. Diğer taraftan çevresiyle olan tarihe dayanan bağları Türkiye'yi aynı anda pek çok bölgenin bir üyesi yapmaktadir. Bu özellikleriyle Türkiye, çok hassas bölgelerin kesişiminde, doğusunda ve batısında bulunan devletler hatta medeniyetler arasında bir ortak paydadır.
İkinci unsur, Türkiye'nin sahip olduğu "tarihi miras"tır. Osmanlı İmparatorluğu 600 yıllık hükümranlığı süresince bulunduğu her yere diğer tüm imparatorlukların aksine yıkım değil "nizam" getirmiştir. Osmanlı idaresi altında kalmış tüm topraklar, Osmanlı'nın mimari eserlerinden oluşan muhteşem eserlerle doludur. Bu eserler, Osmanlı'nın hakimiyeti altına aldığı bölgelere götürdüğü medeniyetin önemli birer işaretidir. Balkanlar, Orta Doğu gibi Osmanlı'nın ayak bastığı her yerde inşa edilmiş olan medreseler, camiler, çeşmeler, köprüler buna en güzel örnektir. Geçtiğimiz 20. yüzyılda dünyanın en kanlı, en karmaşalı ve en huzursuz bölgelerinden ikisi Balkan Yarımadası ile Ortadoğu olmuştur. Her iki bölgede de büyük savaşlar, iç savaşlar, işgaller, gerilla hareketleri, etnik temizlikler, sürgünler, mülteciler görülmüştür. Oysa bir zamanlar hem Balkan Yarımadası hem de Ortadoğu'da asırlar süren bir istikrar, barış ve huzur dönemi yaşanmıştır. Balkanlar'da 19. yüzyıla, Ortadoğu'da ise 20. yüzyıla kadar süren bu istikrarın kaynağı, bu bölgelerdeki adalet ve hoşgörüye dayalı Osmanlı hakimiyeti olmuştur. Bu coğrafyalara büyük bir siyasi akıl ile giren Osmanlıların en önemli özelliği ise, bölgede barış ve istikrar kurmuş olmalarıdır. Bu dönemde Osmanlı, bölgedeki halkları son derece toleranslı bir sistemle yönetmiştir. Daha önceden fethettikleri topraklardaki Müslümanları kılıçtan geçiren dönemin diğer yönetimleri gibi davranmamış, aksine bu bölgelerdeki halklara din ve vicdan özgürlüğü vermiştir, herkesin inancını koruyabileceği, dahası tüm gerekleriyle yaşayabileceği bir sistem kurmuştur. Hiç bir zaman etnik temizlik, zorla din değiştirtme, asimilasyon gibi politikalara başvurmamıştır. Bu sistem bugün dahi siyaset bilimciler ve politikacılar tarafından hayranlıkla anılmakta ve örnek olarak gösterilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun sadece topraklarını genişletmeyi değil, aynı zamanda fethettiği topraklara "nizam" getirmeyi hedefleyen bu anlayışının temelindeyse hiç şüphesiz adaleti, hoşgörüyü, saygıyı, barışseverliği, fedakarlığı emreden Kuran ahlakı vardır.
Üçüncü unsur ise Türkiye'nin Atatürk sayesinde elde ettiği "vizyon"dur. Atatürk Türk milliyetçiliğinin geniş vizyonunu şöyle tanımlar:
"Milletler işgal ettikleri arazinin gerçek sahibi olmakla beraber, beşeriyetin vekilleri olarak da o arazide bulunurlar. O arazinin servetinden kendileri istifade ederler ve dolayısıyla bütün beşeriyeti de yararlandırmakla yükümlüdürler. Bu yasaya göre bundan aciz olan milletler bağımsız olarak yaşamak hakkına layık değildirler."
Atatürk milliyetçiliği, başka milletlerin milli kültürlerine ve bağımsızlıklarına saygılıdır. Atatürk, "Bize milliyetçi derler; biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle iş birliği yapan bütün milletlere saygı gösteririz" sözleri ile, milliyetçilik anlayışının nezaketini ve barışseverliğini ortaya koymuştur. Bu barışsever politika, "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözleri ile biçimlenmiştir. İşte Türkiye'nin ilerleme ve gelişme yolunda ve milletlerarası ilişkilerde bütün çağdaş milletlerle aynı çizgide ve onlarla uyum içinde yürümesinde, Türk toplumunun bu Atatürkçü vizyonu son derece etkilidir.
"Yeniden İmar"da Osmanlı Düzeni'ne Dolayısıyla Türkiye'ye İhtiyaç Vardır!
Nato'nun İstanbul zirvesinin Türkiye'de yapılmasının çok önemli bir anlamı vardır. İstanbul zirvesi, ABD'nin 11 Eylül'den sonra Irak ve Ortadoğu'da üstlendiği 'misyon'u NATO bünyesine taşımıştır. İttifak, Irak'ın güvenliğe kavuşmasına destek kararı alırken, operasyon alanını da genişletmiştir.
İşte özellikle 11 Eylül saldırısı sonrası Soğuk Savaşın bitmesinin ardından Türkiye bu kez başka bir persfektifte önem kazanmıştır. ABD'nin Afganistan ve Irak operasyonlarında Türkiye'siz bir hareket yapması çok zordur. ABD belki bu operasyonları maliyetleri yüksek olmasına rağmen gerçekleştirebilmektedir. Ancak ABD'nin bugünlerde yaşadığı en büyük sıkıntı, savaş sonrası imar ve düzeni sağlamada ortaya çıkmaktadır. İşte bu düzeni sağlayacak ülke ise yukarıda bahsettiğimiz unsurlar sebebiyle ancak ve ancak Türkiye'dir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Osmanlı tebaasında olanlar huzurlu ve rahat bir şekilde bir yandan dinlerini ve kültürlerini yaşatabiliyor, bir yandan da günlük hayatlarını idame ettirebiliyorlardı. Aynı anlayış Türkiye'nin başında olacağı uluslararası sınır ötesi yardım ve imar operasyonlarında da yaşatılabilecektir.
Ayrıca bölgesindeki pek çok devletin tersine, sahip olduğu istikrarlı iç yapısı, ekonomik gelişmişlik düzeyi, Avrupa devletleri ve Amerika Birleşik Devletleri ile olan yakın ilişkileri Türkiye'yi bu role en güçlü aday haline getirmektedir. Türkiye, doğusunda demokrasiye ve pazar ekonomisine yeni geçmeye çalısan devletlere işleyen bir model olarak gösterilebilecek bir devlettir. Aynı şekilde, Orta Doğu devletlerine de laik devlet - Müslüman toplum dengesinin gerçekleştirilemez olmadığının kanıtı olarak gösterilebilir. Böylece Türkiye, Doğu - Batı arasındaki iletişim eksikliğinin en büyük sebebinin aşılmasında önemli bir rol oynayabilir.
Görüldüğü gibi Türkiye'nin tarihsel mirası, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu'da önemli bir hayat sahası oluşturmaktadır. Türkiye gibi, çevresindeki bölgelerin hepsinde aynı anda etkili olabilecek bir başka ülke daha yoktur. Türkiye bölgesinde lider, küresel alanda etkin bir takım oyuncusudur ve dünya siyasetine şekil veren diğer devletlerce pek çok kilit bölgede reform ve istikrarın tesisinde değerli bir ortak olarak değerlendirilmektedir. Amikam Nachmani , "Türkiye geçmişte NATO'nun güney ucunda olsa da şimdi etnik, dini ve enerjiyle ilgili fırtınaların merkezindedir" yorumunu yapmaktadır (Nachmani,Turkey in the Wake of the Gulf War: Recent Histoy and its Implications, Begin - Sadat Center for Strategic Studies, 1999: 18).
Osmanlı'nın tek mirasçısı olan Türkiye, bu imar bölgesinde, geçmişte olduğu gibi bugün de, tarihi mirasına sahip çıkarak taşları yerinden oynatabilecek kuvvettedir. NATO Zirvesi sonucunda ortaya çıkan da, tüm dünyanın Türkiye'nin bu stratejik öneminin farkına varmış olduğu gerçeğidir. Bu noktada Türkiye'ye düşense kıymetli Osmanlı mirasını ve vizyonunu sahiplenerek dış politikasını yürütmektir. Önümüzdeki on yılda Türkiye'yi küreselleşen dünyada, ait olduğu saygın yerde görmek Türk halki için olduğu kadar tüm dünya halkları için de olumlu sonuçlar doğuracaktır.