Yemen Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi'nin çağrısına yanıt veren Suudi Arabistan'ın öncülüğündeki 10 ülkenin katıldığı koalisyon güçleri ülkedeki Husi Ensarullah hareketine karşı beklenen operasyonu başlattı. "Kararlılık Fırtınası" adı verilen hava operasyonu ile gözler yeniden Yemen'e çevrildi.
Operasyon, Husilerin denetimindeki başkent Sana'nın 26 Mart gecesi havadan bombalanmasıyla başladı. Suudi Arabistan'ın 100 uçakla katıldığı operasyona, Kuveyt, Ürdün, BAE, Katar, Bahreyn, Sudan ve Fas hava kuvvetlerinin katıldığı, Mısır ve Pakistan'ın da destek verdiği bildirildi.
ABD'nin de lojistik ve istihbarat desteği sağladığı hava operasyonunda onlarca sivilin bombardımanlarda hayatını kaybettiği bildiriliyor. Bölgeden ölen, yaralanan, felakete uğrayan insanların görüntüleri medyada sürekli yayınlanıyor.
Kabile sisteminin oldukça güçlü ve etkin olduğu Yemen, Arap toplumları içerisinde aşiret bağları en güçlü olan ülkelerden. Aşiretler, merkezi yönetimin zayıflığı nedeniyle birçok yerin kontrolünü elinde tutuyor. Operasyonun hedefi olan Husiler de bu aşiretlerden biri.
Husi'ler Yemen'in yaklaşık %30'unu oluşturan 400 civarındaki Zeydi kabilenin 80'li yıllardan bu yana Şii misyonerler tarafından Şiileştirilmiş bir kolu. Husi hareketi, 1992 yılında İran destekli Şii-Zeydi üniversite öğrencilerinin "Genç Müminler" adı altında örgütlenmesiyle başladı. ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgal etmesinin ardından Yemen'in başkenti Sana da ABD ve İsrail karşıtlığı ile yükselen hareket geniş kitlelerin desteğini aldı.
2004 yılında, silahlı bir ayaklanma başlatan hareketin lideri Hüseyin Bedrettin el Husi 10 Eylül 2004'te 20 takipçisiyle birlikte öldürüldü ve yerine İran'da askeri ve dini eğitim almış olan oğlu Abdülmelik el Husi geçti.
Bu esnada, yönetimde 1990'dan beri Yemen Devlet Başkanlığı'nı yürüten Ali Abdullah Salih bulunmaktaydı. Abdullah Salih uzun yıllar ABD tarafından müttefik olarak görüldü. Ülke halkının ciddi rahatsızlıklarına rağmen yolsuzluk, baskı ve siyasi entrikalarla iktidarda kalmaya devam eden Salih'e ABD ciddi destek sağladı.
2011'deki Arap Baharı'nın Yemen'e yansıması olan ayaklanmalar sonucunda Ali Abdullah Salih, dokunulmazlık verilerek görevinden alındı. Yerine yardımcısı, Obama yönetiminin de desteklediği Hadi Mansur getirildi. Böylelikle Yemen'deki ABD yanlısı rejim korunmuş oldu.
2014 Eylül ayında başlayan İran destekli Husi ayaklanması, Ocak 2015'te Şii milislerin başkent Sana'yı ele geçirmesiyle tırmandı. Ardından ev hapsine alınan Cumhurbaşkanı Hadi Mansur ise 21 Şubat'ta ülkenin güneyindeki Aden kentine kaçarak görevine devam ettiğini ilan etti. BM Güvenlik Konseyi Husi hükümetini tanımadığını, ülkenin resmi hükümetinin Mansur Hadi yönetimi olduğunu belirtti.
Husiler, operasyonun hemen öncesinde de güneydeki ülkenin en büyük hava üssü Aned'i ve Aden'e 60 kilometre uzaklıktaki Lahic kentini ele geçirerek Aden kentini kuşattılar. Bu da bardağı taşıran son damla oldu.
Husilerin geniş bir halk desteğine sahip oldukları söylenemez. Ancak yaklaşık 100-120 bine yakın organize olmuş bir tabana sahipler. Silahlı güçleri ise en fazla 20-30 bin arasında.
Operasyonun görünürdeki gerekçesi Suudi Arabistan'ın, mütefikleriyle birlikte isyancı Husilere karşı meşru Yemen hükümetine destek vermesi, aynı zamanda da güney sınırını tehdit eden isyancı Husi yapılanmasının önünü kesmesi. Ancak mevcut durumu bu noktaya getiren birçok dinamik var.
Bunların içinde en önemlisi, Yemen'in geleneksel İran-Suud çekişmesinin odak noktalarından olması. Son dönemde Irak'taki Şii oluşumlara ve Esad rejimine yönelik desteğini güçlendirerek Ortadoğu'daki müdahilliğini artıran İran, diğer yandan onyıllardır perde arkasından örgütleyip teçhiz ettiği Husilerle Yemen'de elini güçlendirme peşinde.
Nitekim, İran Genelkurmay Başkanı bir demecinde Sana şehrini, "İran’ın etkisi altında olan 4’üncü başkent" olarak tanımlamıştı. Bilindiği gibi Yemen, Kızıldeniz ve Aden Körfezi’ne doğrudan erişimi olan bir ülke ve çok büyük stratejik öneme sahip. Tahran, bu yolla esas rakibi olan Suudi Arabistan'ı kuşatarak üstünlük kazanmayı hedefliyor.
Elbette, bu gelişmeyi ülkesi ve rejimi için büyük bir tehdit olarak algılayan Suudi Arabistan ve müttefiki diğer körfez ve Arap ülkeleri de bu duruma seyirci kalmadılar.
Görüldüğü gibi, Yemen'de etnisite-mezhep-aşiret üçgeninde süregiden çatışmaların perde arkası Suudi Arabistan, İran gibi daha büyük aktörlerle çevrili. Bu aktörlerin arkasında ise kuşkusuz çıkarları doğrultusunda bölgedeki dengelerle çok yakından ilgilenen ABD, Rusya, Çin gibi küresel güçler var. Suudi müttefiki ABD operasyonu kuvvetle desteklerken, İran'ın müttefikleri Rusya ve Çin ise operasyona derhal son verilmesini istiyor.
Yukarıda bahsettiğimiz karmaşık dinamiklerin ve süreçlerin vardığı tek somut nokta, Şii olsun, Sünni olsun, Müslümanların yeni felaketlere sürüklenmesinden başkası değil.
Operasyon başladığından bu yana onlarca belki de yüzlerce masum sivil Müslüman canlarından ve mallarından oldu. Sivil kayıpların çoğunun resmi rakamlara dahil edilmediği, gerçek kayıpların her zaman açıklananlardan çok daha fazla olduğu bilinen bir gerçek.
Etnik, mezhep ya da aşiret odaklı çatışmaların İslam alemini bir kat daha acı ve felakete sürüklemekten, güçsüz düşürmekten ve bu ayrılıkları kışkırtan derin güçlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir sonucu yok.
Müslüman kanı dökmekten başka bir faydası olmayacak bu operasyonun bir an önce durdurulup ülkede uzlaşı, diyalog, birlik ve barışın hakim olacağı demokratik çözüme gidilmesi en hayati konu. Sünni ve Şiilerin adil biçimde temsil edildiği demokratik bir meclis ve milli bir uzlaşma hükümeti ülkede barış ve istikrarın sağlanmasında önemli bir aşama olacaktır.
Adnan Oktar'ın National Yemen'de yayınlanan makalesi:
http://nationalyemen.com/2015/03/29/is-this-the-will-of-yemenis-or-the-global-powers/