Rabbimiz bir ayetinde "Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, yumuşak davranandır." (Bakara Suresi, 263) hükmüyle müminlere, güzel sözlü, hoşgörülü ve bağışlayıcı bir üslubun makbul olduğunu bildirmektedir. Kuran'da bildirilen bu ahlakın yaşanması, samimi bir imanı ve Allah (cc) korkusunu gerektirir. Çünkü kimi insanlar haklı oldukları ya da özveride bulunup iyilik yaptıkları durumlarda, gösterdikleri bu güzel ahlaktan uzaklaşabilirler. Bu ise, bu ahlakın yalnızca Allah (cc)'ın rızası gözetilerek yaşanmamasından kaynaklanmaktadır. Böyle bir durumda kişi, insanların takdirini beklediği ya da onlardan da aynı şekilde maddi manevi karşılık görmeyi umduğu için, kolaylıkla olumsuz bir ahlak gösterebilir. Oysa ki eğer kişi sahip olduğu maddi manevi her türlü özelliğinin ve imkanının Allah (cc)'ın takdiriyle kendisine bir emanet olarak verildiğinin tam olarak şuuruna vararak yaşarsa, yaptığı hiçbir şeyden kibir ya da büyüklük duygusuna kapılmaz. Yaptıklarıyla başkalarını minnet altında bırakacak tavırlarda bulunmaz.
Büyük İslam alimi Muhyiddin İbni Arabi, Marifet ve Hikmet-İbni Arabi adlı eserinde bu ahlakın önemini hatırlatmış, yapılan iyiliğin ardından güzel bir ahlak gösterilmesiniin önemini şöyle açıklamıştır:
.. Söz hastalıklarından biri de insanın yaptığı iyiliği başa kakmasıdır. İyilik yaptığı şahsa iyiliğini başa kakma suretiyle söylemesidir. İyiliği başa kakma ise, bir eziyettir. Bunun ilacı şudur: Bu kötü durum insanın başına gelince, nimetleri veren Allah bunun karşılığını boşa çıkarır. Hiç kuşkusuz Allah Teala bu tür bir ameli iptal eder. Nitekim şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler. Malını gösteriş için infak eden gerçekte Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimseler gibi, başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle yaptığınız hayırlarınızı iptal etmeyin, boşa çıkarmayın" (Bakara 2/264). İyiliği başa kakmaktan daha büyük bir eziyet var mıdır? Çünkü bu nefsi bir eziyettir. Bunun ilacı ise, insanın elinde bulunan imkanları, Allah'ın ilminde ne ise o şekilde kendisine bir nimet olarak verildiğini ve bu iyiliklerin, bu nimetlerin ancak bir emanet olarak kendi elinde bulunduğunu, onların gerçek sahibini henüz tanımadığını idrak etmektedir. O nimetleri, işin aslında Allah'ın belirlediği kimselere vermek suretiyle elinden çıkardığı zaman, işte ancak o zaman, o emanetin gerçek sahibini tanımış olur. Emaneti ehline teslim etmiş olduğu için de Allah'a şükreder. Kim bu görüşle, bu düşünceyle iyilik yaparsa, ondan asla eziyet doğmaz." (Marifet ve Hikmet-İbni Arabi, İz yayıncılık, 2. baskı, İstanbul, 1997, Türkçesi: Mahmut Kanık s. 158)