Danimarka'nın Odense Hayvanat Bahçesi geçtiğimiz günlerde halka açık hayvan parçalama ritüellerinden birine daha sahne oldu. Şubat ayında uyutularak cesedi dondurucuda bekletilen genç bir erkek aslan, aralarında çocukların da bulunduğu geniş bir izleyici kitlesi önünde kesilerek parçalarına ayrıldı.
Bilindiği gibi, bir yıl önce yine ülkedeki bir başka hayvanat bahçesinde yaşayan 18 aylık sevimli zürafa Marius da katledildikten sonra benzer biçimde insanların ve çocukların gözleri önünde parçalanmıştı. Dünya çapındaki protestolar, hayvan hakları örgütlerinin girişimleri de bu zavallı hayvanın katledilmesini önleyememişti.
Her iki genç ve sağlıklı hayvanın öldürülmesi için gösterilen gerekçe ise hayvanat bahçesindeki sürülerin aşırı çoğalmasının ve aile içi üremenin önüne geçilmesiydi. Oysa, bu hayvanlara (genelde ABD'de uygulandığı gibi) doğum kontrol yöntemleri uygulanması veya kendilerine talip olan pek çok ülkeden birine gönderilmeleri bu sorunu rahatlıkla çözebilirdi. Fakat, önerilen çözümler dikkate bile alınmadan bu sevimli, masum hayvanlar tereddütsüz katledilerek artık Danimarka'da geleneksel hale getirilen ürkütücü kıyım seanslarına malzeme yapıldılar.
Elbette, her gün onbinlerce insanın hayatını kaybettiği, birçoğunun haksız yere hunharca katledildiği, işkence ve zulüm gördüğü, yine sayısız canlının her gün çeşitli nedenlerle öldüğü bir dünyada birkaç yabani hayvanın öldürülmesi önemsiz görülebilir.
Ancak, bu katliamlara tepki gösteren dünya kamuoyunun haklı olarak vicdanlarını rahatsız eden konu, keyfi, gereksiz ve anlamsızca işlenmiş bu katliamların ardındaki soğuk, hissiz, acımasız materyalist zihniyetin ürkütücü görünümünün ötesinde, bu hayvanların cesetlerinin halka açık ortamda, çok sayıda küçük çocuğun gözleri önünde parçalanarak bir gösteri unsuru haline getirilmesiydi.
Odense Hayvanat Bahçesi'nin, çok sayıda çocuğun izleyebilmesi için gösteri zamanını sonbahar okul tatiline denk getirecek biçimde özel planlaması da kamuoyunda ciddi bir tepkiye yol açtı. Tepkiler üzerine açıklamalar yapan hayvanat bahçesi yetkilileri ve ülke çapındaki bazı bilim insanları yaptıkları soğukkanlı açıklamalarla olayı makul, doğal ve faydalı olarak yorumladılar.
Hayvanat Bahçesi'nin biyologlarından Nina Collatz Christensen, 20 yıldır bu işi yaptıklarını, çocukların kesimlere çok ilgili olduklarını belirtti.
"The Danish Way of Parenting" yazarlarından Jessica Alexander da, "Danimarkalı ebeveynler çocuklarına hayat ve ölüm hakkında –iyi, kötü ve çirkin hakkında– çok dürüst olmaya yöneliyor" sözleriyle çocuklara yönelik yapılan toplu hayvan kıyımı gösterilerini haklı buldu.
Görüldüğü gibi bu açıklamalar olayın, birkaç hayvanın ölümünden çok daha vahim olan sosyolojik ve psikolojik boyutlarını ortaya koyuyor: Henüz ilkokul çağındaki küçük çocukların sağlıklı ruhsal gelişimlerini tehdit edebilecek türden bir zihniyet ve uygulama topluma sistematik biçimde benimsetilmeye çalışılıyor.
"Bilimsel eğitim" adı altında, bu tür halka açık hayvan kıyımlarının, bunları izlemeye teşvik edilen çocuklarda kalıcı psikolojik hasarlar bırakmaya son derece açık uygulamalar olduğu bilinen bir gerçek.
Nitekim, televizyon ve sinemalarda gösterilen filmlerde bile, içeriklerine göre çocuklara ve gençlere yönelik dünya çapında benimsenmiş izlenebilme ölçüleri konulmakta. Olumsuz davranış, konuşma, şiddet, korku, cinsellik, tiksindirici görüntü gibi sahneler içeren filmlerin, olumsuz içeriğin düzeyine göre 7, 13, 18 yaşın altındakiler tarafından izlenmemesi uyarısı yapılır. Tüm bunlar hep küçük çocukları, yeni yetişen nesilleri psikolojik travmalardan korumaya ve sağlıklı ruhsal ve zihinsel gelişim göstermelerini sağlamaya yöneliktir.
Normalde sevimli, sağlıklı, hayat dolu bildikleri canlıların öldürülmüş olarak getirilmesi ve cansız bedenleri kesilip parçalanarak tüm iç organlarının dışarı döküldüğü bir meydan gösterisi şeklinde sergilenmesi ise bilinen hiçbir psikolojik koruma ölçüsüyle bağdaşmamaktadır.
Kaldı ki çocukların bu kıyımdan çok mutlu olduklarını belirten yetkililerin ifadeleri de gerçeği yansıtmıyor.
Olayı kendilernce faydalı bir biyoloji eğitimi ve hayat dersine indirgemeye çalışan kişilerin yaklaşımlarının bilimsel olmaktan öte felsefi olduğu açıktır. Bu felsefe de tüm canlıların doğal tesadüflerin eseri olduğunu, yaşamın da maddenin bir fonksiyonu olduğunu, tüm canlıların öldükten sonra yokolacağını savunan Darwinist-materyalist felsefeden başkası değildir.
Nitekim Hitler dönemindeki üstün ırk safsataları, aşağı ırk sayılanların ve nesli bozduğu iddia edilen hasta, sakat, sağlıksız ve özürlü bireylerin yok edilmesine yönelik insanlık dışı Öjeni politikaları da aynı Darwinist-materyalist felsefenin ürünleriydi.
Bu nedenle, başta Danimarka ve İskandinav ülkeleri, ardından tüm Batı dünyası için ciddi bir toplumsal tehdit şeklinde yaygınlaşan bu vahşi ve acımasız materyalist anlayışın acilen terkedilmesi şarttır. Çocukların eğitimlerinin ve kişilik gelişimlerinin vahşet ve katliam değil, sevgi, şefkat ve merhamet üzerine kurulması sağlıklı, insani vasıflara, manevi değerlere sahip, dengeli nesillerin yetişmesi açısından çok önemlidir.
Çocukların biyoloji öğrenmesi için sayısız bilimsel eser mevcuttur. Bu bilgileri almaları için gözlerinin önünde sevimli hayvanları parçalayarak iç organlarını ortaya dökme gibi dehşet verici, yetişkinlerin bile ruhsal dengesini bozacak, vahşi yöntemlere asla gerek yoktur. Çocuklara ahiret hayatıyla ilgili hiçbir bilgi vermeksizin vahşiyane bir ölüm gösterisinin, hayatlarının ileriki dönemlerinde büyük travmalara ve zalim nesiller yetiştirilmesine yol açması çok büyük bir olasılıktır.
Çocukların hayvanlardan alacakları en büyük ve doğru ders ancak onların yaratılışlarındaki mükemmellikleri, güzellikleri, masumlukları, sevimlilikleri, yaşam ve davranışlarındaki sayısız hikmetler ve iman hakikatleridir.
Adnan Oktar'ın Morocco World News'de yayınlanan makalesi:
http://www.moroccoworldnews.com/2015/10/171059/wrong-perception-of-the-good-the-bad-and-the-ugly/