Vücudunuzda cesur savaşçılar barındırdığınızı ve bu savaşçıların sizin sağlığınızı korumak için her türlü fedakarlıkta bulunduklarını hatta gerektiğinde ölümü bile göze aldıklarını biliyor muydunuz?
Dışardan gelen saldırılara karşı bizi koruyan savunma sistemimiz, vücudumuza giren mikroplarla savaşır ve hücrelerimizde meydana gelebilecek kontrol dışı olayları engeller. Savunma sistemi bu işlemi yaparken öylesine iyi organize olur ki en ufak bir hatanın oluşmasına dahi izin vermez. Savunma sistemimiz yeryüzündeki en etkili ve disiplinli ordudan bile daha güçlü bir kadroya sahiptir. Günün her saatinde insan vücudunun içine sızmak isteyen mikroplar ya da zararlı organizmalar karşılarında savaşçı ve taktik açıdan son derece profesyonel askerler bulurlar. (Harun Yahya,
Savunma Sistemi Mucizesi)
Buna kanser hücrelerini örnek verebiliriz.
En basit tanımıyla "kontrolsüz hücre çoğalması" olarak tarif edilebilecek kanser, hangi türde olursa olsun başlangıçta normal, sağlıklı bir hücreden doğar ve en azından gelişmesinin başlarında normal hücrenin temel özelliklerini taşır. Ancak bu hücreler bazı yeteneklerini kaybederler. Özellikle de yakınlarından veya organizmanın bütününden gelen ve hücre bölünmesini ayarlamaya yarayan mesajlara cevap verme yeteneklerini... Bu tür bir bozukluk ortaya çıktığında hücre kendi çoğalmasını ve dolayısıyla dokuların büyümesini kontrol edemez. Ayrıca "durmaksızın bölünme özelliği" genetik olarak yeni hücrelere de aktarıldığından gittikçe yayılan bir yapıyla vücutta tümörler oluşur ve bu hücreler komşu dokuları istila etmeye başlarlar. Bozulan bu hücreler, diğer hücrelerin besinlerini yerler ve ihtiyaç duyulan aminoasit kaynaklarını tüketirler, genişleyen hacimleriyle de vücuttaki geçişleri kapatırlar. Biraraya gelip akciğer, beyin, karaciğer, böbrek gibi organların normal, sağlıklı hücrelerini çevreleyerek, organın faaliyetlerini yerine getirmesine engel olduklarından hayati açıdan tehlikeli bir yapı oluşturabilirler.
Normal hücreler ancak komşu hücrelerden emir aldıkları takdirde çoğalırlar. Bu sistem tamamiyle organizmanın güvenliği içindir. Fakat bu mekanizmaya karşı sağır kalan kanser hücreleri, sahip oldukları çoğalma sistemleri üzerindeki "kontrolü" reddederler. Yalnız buraya kadar tarif edilen kanser türü, savunma sistemi için bir problem değildir. Aşırı derecede büyüyen ve sayıları artan kanser hücreleriyle güçlü bir bünye yani güçlü bir savunma sistemi kolaylıkla mücadele edebilir ve hastalığı yenebilir. Esas problem; kanser hücrelerinin bir enzim (pac-man enzimi) aracılığı ile kendi zarını delip kan ve lenf sıvılarına sızarak vücudun dolaşım sistemine (taşıma ağına) girdikten sonra uzaktaki dokulara, hücrelere ulaşmalarıyla başlar.
Asileşen Hücre: KanserOrtaya çıkan tablo gerçekten kaygı vericidir. Vücuttaki birtakım hücreler, o dakikaya kadar sağlıklı bir şekilde görmemizi, duymamızı, nefes almamızı, hayatımızı sürdürmemizi sağlayan tam bir işbirliği içinde çalışırlarken bir anda komşu hücrelerden aldıkları "dur" emrine uymaz ve asileşirler. Bu emri dinlemekten vazgeçip, çoğalmaya büyük bir hızla devam eder ve kimi zaman organizmanın tümüyle ölümüne yol açacak bir tahribat sürecini, gittikçe artan bir hızla gerçekleştirirler.
Gerçekten de savunma sisteminin ön cephe savunucuları olan makrofajlar, saldırganla karşılaştıklarında hemen onu çevreler ve özel olarak ürettikleri bir tür proteinle kanser hücrelerini yok ederler. Ayrıca sistemin güçlü ve zeki savaşçıları olan T hücreleri ve onların eşsiz silahları antikorlar, hücre zarını delerek vücuda ve lenf sıvılarına karışmaya başlayan kanser hücrelerini öldürürler. Kanser gelişirken dahi savunma sisteminin bu savunması devam eder. Bu şekilde hastalık iyice geliştikten sonra bile savunma hücreleri, kanserin gelişimini ve ilerlemesini yavaşlatıcı etkiye sahiptir.
Her insan hücresinde bulunan, kanseri önleyici düzenlemelerden biri de, hücrenin intihar sistemidir (apoptosis). Apoptosis, hücrede DNA'daki bir hasar, bir tümör oluşumu ya da kanser önleyici genin (P53) etkisinin azalması sonucu ortaya çıkabilir. Tek başına düşünüldüğünde olumsuz bir olay gibi görünen hücrenin intiharı, aslında bu tip hayati bozuklukların önüne geçerek, bir sonraki nesle aktarılmasını önlediğinden, çok büyük önem taşır. Düşünün ki, tüm organizmaya yöneltilmiş olan potansiyel kanser tehlikeleri, tek bir hücrenin kaybedilmesinden tabii ki çok daha makuldur. Kendi bünyelerinde tüm vücuda zarar verecek bir bozulma olduğunu fark eden (!) hücrelerimiz, kendi hayatları pahasına insanı kurtarmak için bu süreci başlatırlar. Tartışmasız, burada bilinçli ve organize bir faaliyetin varlığı açıkça görülmektedir.
Hatasız OrduTüm bu zor görev, çok iyi eğitim görmüş olan bir trilyonluk insan topluluğuna emanet edilmiş olsaydı acaba ne olurdu?
Başarı grafiği bu kadar yüksek olur muydu?
Komutanlar, bütün bu kalabalığa, -uygulanan katı disiplin kurallarına ve yaptırımlara rağmen- söz geçirebilirler miydi?
Buradaki insanların sadece birkaçı bile, üretmeleri gereken salgının, yani antikorun formülünü unutsa, tembellik edip yapmasa, tam intihar etmesi gereken yerde vazgeçse...
Söz konusu mücadele acaba başarıyla sonuçlanabilir miydi?
Trilyonluk bir ordu hiç kargaşa çıkmadan, mücadelesine hatasız devam edebilir miydi?
Bu savaşın organizasyonunun, bunca askerin eğitiminin altından kalkabilecek kaç tane cesur ve akıllı yönetici bulunabilir?
Ama savunma hücrelerimizin hiçbir yöneticiye ihtiyaçları yoktur, sistemin işleyişinde de hiçbir zorlukla, kargaşayla karşılaşmazlar. Çünkü bu sistemi tüm detaylarıyla mükemmel bir biçimde kuran ve sistemin elemanlarına da yapacakları işi ilham eden Allah'tır. Secde Suresi'nin 5. ayetinde;
"gökten yere her işi O evirip düzene koyar..." şeklinde Allah buyurmaktadır. Ve savunma elemanı hücreler de bu savaşı Allah'ın ilhamıyla hiç durmaksızın ve zorlanmaksızın devam ettirirler.
Bir ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız. (Bakara Suresi, 21)