Türkiye’nin Suriye sınırına girerek önce Cerablus ardından Menbiç içinde başlattığı “Fırat Kalkanı” operasyonu, yeni planlanmış bir operasyon değil. Türkiye, sınırındaki gelişmeleri çok uzun zamandır yakından izlemiş, zaman zaman terör örgütlerinin sınırdaki yapılanmalarını yüksek sesle dile getirmiş ve sınırda güvenli bölgenin zorunluluğunu sürekli olarak seslendirmişti. Bu süreç içinde ABD, YPG’yi açıkça silahlandırır ve Türkiye sınırında konuşlandırırken bir yandan da Türkiye’ye YPG konusunda garantiler veriyor, fakat Türkiye’nin tüm ısrarına rağmen terör örgütüne desteğini sürdürüyordu. YPG’nin, Türkiye’nin kırmızı çizgisi olan Fırat’ın batısına geçişi ve ABD’nin Türkiye’ye verdiği söze rağmen terör örgütünün bu bölgeden ayrılmaması, yıllardır gündemde olan Fırat Kalkanı operasyonunun hayata geçmesini zorunlu kılmıştır.
Fırat Kalkanı operasyonu aslında 2012’den beri gündemdedir. Bu planın ilki, Türkiye’nin güneydoğusunda gerçekleşen terör eylemleri ile askıya alınmış, ikincisi de tam hayata geçmek üzereyken Rusya ile uçak krizi baş göstermiştir. 15 Temmuz darbe girişiminin sonrasında özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri içinde güvenilir kadroların bırakılması şu an bu operasyonu daha elverişli hale getirmiştir. Ayrıca söz konusu operasyonun “Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması” konusunda hemfikir olan Türkiye, Rusya ve ABD’nin ortak rızası ile devam ettiğini söylemek abartı olmayacaktır.
Birkaç hafta önce, Türkiye’nin özellikle Rusya ile yakınlaşmasının, Suriye’de kalıcı bir çözüm için önemli bir başlangıç olduğunu belirtmiştik. Bunun sonuçları şu an ortaya çıkmaya başlamıştır. Rusya ile koordineli devam eden bu operasyon, Suriye’nin bölünme tehdidini ortadan kaldırmak ve ardından güvenli bölge oluşturularak küresel bir krize dönüşen mülteci sorununa çözüm olma amaçlıdır. Türkiye tarafından ise Suriye’nin geleceği ile ilgili olarak “Esad, geçiş döneminde muhatap alınabilir ama Suriye’nin geleceğine Suriye halkı karar verir” açıklaması gelmiştir. Bu noktada, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un “Şam yönetimi muhaliflerle görüşmeye hazır” ifadesi de oldukça önem taşımaktadır. Şu şartlar altında, Türkiye, Rusya ve ABD mutabakatı ile Suriye’nin bütünlüğünün korunması ve barış görüşmelerin başlaması muhtemel gözükmekte, çözüme bir adım daha yaklaşılmaktadır. Bu çözüm ortamına Ortadoğu ülkelerinin önemli bir kısmının katılımda bulunacağı da gelen bilgiler arasındadır.
Şunu belirtmemiz gerekir: İnsanların hayatlarının tehlike altında kaldığı askeri operasyonlara her zaman ve her şartta karşıyız. Çözümün her zaman diplomasiyle, karşılıklı görüşmelerle ve eğitimle gerçekleştirilmesinden yanayız. Burada süregelen bu operasyonlar sırasında, bir kısım yayın organlarının iddia ettiği şekilde sivillerin öldürülmesi gibi bir durumun da olmadığını belirtmeliyiz. Bu, PKK yanlısı bir kısım yayın organlarının örgütlü olarak sürdürdüğü çirkin bir provokasyon ve psikolojik savaş yöntemidir. Söz konusu yayın organları, iddialarını ispatlayacak tek bir delil getiremedikleri gibi, bölge halkı ile ilgili basına yansıyan yegane görseller, Suriye halkının Türk askerini bağrına bastığı fotoğraflar ve Türk askerinin evlere yardım dağıttığını gösteren videolardan ibarettir.
Ancak PKK’nın Suriye kolu YPG’nin, özellikle Menbiç’te gerçekleşen operasyonlar sırasında sivil evlere yerleştikleri ve sivilleri kalkan olarak kullanmaya hazırlandıkları yetkililerden gelen bilgiler arasındadır. Bu, aslında Türk halkı olarak tanıdığımız bir manzaradır. PKK bu kalleşliği, Türkiye’nin güneydoğusunda yıllardır yapmakta, masum halkı özellikle evlerinde alıkoyarak kalkan olarak kullanmakta ve kendilerince Kürt halkını hedef haline getirmeye çalışmaktadır. Türk askeri, bu oyunu çok iyi tanır; dolayısıyla bu kalleşliğe karşı Suriye’de de dikkatli davranacak ve asla sivillerin zarar görmesine izin vermeyecektir.
Bu noktada Suriye rejim güçlerinin de YPG’yi bombalamaya başlaması, Rusya’nın, Suriye’yi bölmeye azmetmiş bu teröristlere karşı tavır alması ve Fırat Kalkanı operasyonu öncesi Türkiye’de görüşmelerde bulunan Irak Kürt Özerk Bölgesi Cumhurbaşkanı Barzani’nin özellikle YPG’ye yönelik bu operasyona destek verdiğini açıkça belirtmesi bölgede her türlü terörist unsura karşı ortak paydada buluşulduğunun göstergesidir.
Türkiye, elbette kendi sınırını her türlü terörist unsurdan temizlemekle yükümlüdür. Fakat özellikle YPG konusu, PKK ile doğrudan bağlantısı nedeniyle Türkiye’nin tümüyle iç meselesidir. Artık hiç kimse, PKK ile YPG’yi iki ayrı yapı gibi dayatarak körleştirme çabasına girişmemektedir; çünkü durum alenidir. Türkiye içindeki terör saldırılarının büyük bir çoğunluğu, Türkiye’nin güneydoğusundaki işgal girişimlerinin neredeyse tamamı YPG kadroları ve YPG silahları tarafından yapılmıştır. Cumhurbaşkanı Erdogan’ın, “YPG vatandaşlarımız için tehdit olmaktan çıkana kadar operasyonlar devam edecektir” açıklaması bu nedenle manidardır. YPG’nin, ABD desteğiyle oluşturmaya çalıştığı Kuzey Suriye Koridoru’nun gerçekleşmesine asla izin verilmeyecektir.
YPG tehdidinin büyüklüğünü bilmeyenler için bir hatırlatma yapalım: PKK ve onun Suriye kolu PYD/YPG’nin tek hedefi özellikle Suriye, Türkiye ve Irak’ın toprak bütünlüğünü ortadan kaldırıp, bu ülkeleri paramparça hale getirmek ve Kürtleri de harcayarak bölgede Stalinist bir yönetim ilan etmektir. ABD, yıllarca karşı mücadele yürüttüğü komünistlere, belki de tarihinde ilk defa bu kadar kapsamlı destek vermiş ve şu anda Türkiye’nin kararlılığı nedeniyle bu destekten vazgeçmek zorunda kalmıştır. PKK’nın yol alması, sadece söz konusu ülkeler için değil tüm Ortadoğu, Rusya, Avrupa, hatta ABD için dehşet verici sonuçlar ortaya koyacaktır. Bu dehşetin farkında olan Türkiye’nin Suriye’deki bu hamlesi, umarız hayırlı sonuçlar verecek ve bölge ülkelerin bu tehlikeyi daha iyi anlamasını sağlayacaktır.
Bu yazıyı okuduğunuzda Fırat Kalkanı operasyonunda çeşitli aşamalar muhtemelen tamamlanmış olacaktır. Umarız, hiçbir can kaybı olmadan bölgedeki tehlike bertaraf edilebilir, sınırda güvenli bölge oluşması için bir imkan doğabilir ve Suriye’de kalıcı çözüm için somut adımlar atılmış olur. Duamız, akan kanın bir an önce durması ve özlemini duyduğumuz altın çağın bir an önce gelmesidir.
Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi: