Türkiye eksenli yeni dünya düzeninde Türkiye’nin komşularıyla ilişkisi nasıl olacaktır?
Yıllardır kanayan yara durumundaki İsrail-Batı Şeria ve Gazze sorunu nasıl çözülecektir?
Yeni dünya düzeninde ABD ve AB ile Türk-İslam Dünyası arasında nasıl bir dayanışma ve birlik kurulacaktır?
İçinde bulunduğumuz ahir zamanda, Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın gelişi ile barış, sevgi, şefkat, güvenlik ve huzurun hakim olacağı yeni bir dünya düzeni kurulacaktır. Türkiye’nin bu dünya düzeni içindeki yerini, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hadislerinde müjdelemiştir. Hadislere göre ülkemiz bu yüzyılda Mehdiyetin özel inayeti (koruması) altına girmiştir. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Mehdi (a.s.)’ın Türkiye’den çıkacağını ve fikri mücadelesinin sonuna kadar da buradan ayrılmayacağını müjdelemiştir:
• MEHDÎ (a.s.) RUM’DAN, TÜRKLERDEN (çünkü, eskiden Türkiye’ye diyar-ı Rum deniliyordu.) AYRILMAYACAKTIR. (İş’afü’r-Rağıbîn’den naklen Tılsımlar Mecmuası, Bediüzzaman Said Nursi, s. 212).
• ALLAH O’NUN (Hz. Mehdi (a.s.)’ın ELİ İLE KONSTANTİNİYYE’Yİ FETHEDECEKTİR. (Naim b. Hammad, Cafer’den tahric etti.)
Hadiste belirtildiği gibi Hz. Mehdi (a.s.)’ın Türkiye’den çıkacak olması ülkemizin gerek devlet, gerekse toplum olarak geçmişte olduğu gibi bugün de, önemli bir misyonu benimseyeceğine ve bu misyona uygun bir milli strateji geliştireceğine işaret etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir).
Türkiye Allah’ın inayeti altındaki Hz. İsa (a.s.) ile Hz. Mehdi (a.s.)’ın vesilesiyle insanlığın uzun süredir aramakta olduğu huzur ve barış ortamını dünya üzerinde tesis edecek, İslam ahlakını tüm dünyaya tanıtacak ve İslam dünyasına manevi önderlik edecektir. Nitekim Hz. Mehdi (a.s.)’ın Türkiye’den çıkacak olmasının müjdesi başta Balkanlar olmak üzere, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya ülkelerinin son yıllardaki T
ürkiye’ye yönelik beklentilerini daha da arttırmıştır.
Yeni Dünya Düzeninde Ülkemizin Komşularıyla Hiçbir Siyasi Sorunu Kalmayacaktır
Ülkemizde Mehdiyetin gölgesinin hissedilmesiyle birlikte dış politikada önemli düzelmeler gerçekleşmiştir. Devletimizin, ‘komşularla sıfır sorun’ politikası kararını almasıyla birlikte tüm Ortadoğu ve sınır ülkelerle olan ilişkiler daha da gelişmiştir. Bu politikanın başarılı sonuçları arasında:
Yunanistan’la, Kuzey Kıbrıs, 12 ada ve hava sınırı tartışmalarının çözülmesi yönünde atılan adımlar;
Ermenistan sınır kapılarının açılması ve bu ülkeyle diplomatik ilişkilerin kurulması;
Rusya’yla sürekli artan ekonomik ve siyasi işbirliği ve iyi komşuluk ilişkileri;
Çeşitli fikir ayrılıklarına rağmen İran’la iyi ilişkiler sürdürülmesine verilen önem;
Irak’ın istikrarlı bir yapıya kavuşturulması yönünde geliştirilen ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler; sayılabilir.
Her ne kadar, Mısır ve Suriye örneklerinde olduğu gibi, bazı istisnai gelişmeler komşularımızla aramızda kriz olduğu görünümünü verse de bunlar Türkiye’nin ‘sıfır sorun’ politikasına gölge düşürmez. Türkiye, elbette ki bu örneklerde de reelpolitik anlayışına göre değil mazlumun korunması anlayışına göre hareket ederek en doğru, en insancıl ve en akılcı tepkiyi ortaya koymuştur. Dolayısıyla, ‘sıfır sorun’ kavramından, kitle katliamlarına seyirci kalmak anlamı çıkarılmamalıdır. Ayrıca, ‘sıfır sorun’ politikasının pasif, etrafında gelişen olaylara ve sorunlara kayıtsız kalan değil, aksine çok önemli arabulucu, barışçıl, uzlaştırıcı politikaları da içine alan bir anlayış olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Mehdiyetin oluşturduğu yeni dünya düzeninde ise ülkemiz, Osmanlı ve geçmişteki Türk devletleri gibi Balkanlar ve Ortadoğu’daki farklı etnik kimlik ve dinleri kucaklayan bir misyonu benimseyecektir. Bu yeni misyonun dayanak noktası ise Türk-İslam kültürü ve köklü medeniyetimizdir. Nitekim bu topraklarda siyaseten olmasa bile, kültür olarak Türk hakimiyeti halen devam etmekte, özellikle Balkanlar’da ve Kafkasya’da farklı ırklardan olmalarına rağmen pek çok Müslüman kendini Türk ve Osmanlı addetmektedir. Bu amaçla kurulacak Türkiye eksenli yeni dünya düzeninde birleşme, büyüme, gelişme sağlanacak ancak bu büyüme siyasi sınırlar değişmeden gerçekleşecektir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın adaleti, sevgisi ve şefkati güvencesinde Türkiye’nin manevi önderliğinde benimsenecek bu yeni siyasi misyon ile gerek Avrupa, gerek komşularımız, gerekse Türk ve İslam dünyasında sevgisizlik ve şiddet üzerine kurulu materyalist anlayış ortadan kaldırılacak, İslam ahlakıyla ahlaklanmış Türk insanının sahip olduğu şefkat, merhamet, kardeşlik, fedakarlık gibi güzel erdemler bu vesileyle önce komşularımıza sonra ise tüm dünyaya –Allah’ın izniyle- yayılacaktır.
İsrail–Batı Şeria–Gazze Üçgenindeki Sorunlar Mehdiyet Gölgesinde Kurulacak Yeni Dünya Düzeni ile Değişecektir
İsrail–Filistin çatışması dünyada çok uzun süreden beri devam eden ve bir türlü çözüme kavuşmayan adeta kangren olmuş siyasi bir konudur. Ancak bölgedeki sorun bununla bitmemektedir. Batı Şeria ve Gazze’deki farklı Filistin yönetimleri arasında da yıllardır devam eden bir ayrılık ve güç mücadelesi söz konusudur.
Oysaki Museviler Kuran’da Ehl-i Kitap olarak tanımlanan, dinlerini ve inançlarını özgürce yaşamaları yine Kuran tarafından teminat altına alınmış bir kavimdir. Şu an yaşadıkları ve geçmişte de atalarının yaşadıkları topraklarda haklarının bulunduğu Kuran’da bildirilmiştir. Allah’ın emri olan bu gerçeği göz ardı edip, tam tersi şekilde hareket etmek Kuran’a aykırıdır. Bu nedenle Mehdiyetin gölgesi altındaki Türkiye’nin arabuluculuk rolü çok önemlidir. Çünkü İsrail yönetiminin, İslam’ı yanlış tanımaktan, Müslümanlara ön yargı, şüphe ve tedirginlikle yaklaşmaktan vazgeçmesi Türkiye’nin bu konuda üstlendiği misyona bağlı olarak şekillenecektir. Kuran’da anlatılan barış, sevgi, şefkat, kardeşlik, düşünce özgürlüğü ilkelerini göz önüne alarak İslam ve Müslümanlara yönelik olumlu ve doğru bir bakış açısı ancak Türkiye’nin bölgede arabulucu olarak kuracağı yeni dünya düzenine bağlıdır. Zaten çatışmanın her iki ucundaki taraf Türkiye’yle iyi ilişkiler kurma, Türkiye ile müttefik olma düşüncesindedir.
İsrail-Gazze-Batı Şeria üçgeninde barış ve uzlaşmayı sağlama gücüne sahip tek ülke olan Türkiye, bu gücü Mehdiyetten alacaktır. Çünkü İsrail ve Filistin tarafının kendi aralarındaki fikir tartışmalarının bir kenara bırakılıp birlik olmaları ancak Hz. Mehdi (a.s.) vesilesiyle gerçekleşecektir. İsrail’in de Hz. Mehdi (a.s.)’a tabi olacağı çok açıktır. Çünkü samimi, dindar Museviler Tevrat’ta detaylı olarak bahsedilen Hz. Mehdi (a.s.)’ı büyük bir heyecanla beklemekte ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın geleceğine inanmaktadırlar. Bu, Museviliğin temel inanç esaslarından biridir. Musevilerin 12. yüzyıldan bu yana en büyük Tevrat âlimi kabul ettikleri haham Maimonides Yahudiliğin 13 temel inanç esasından onikincisini, “Mesih’in (Mehdi’nin) geleceğine inanmak” olarak açıklamıştır. Bu esaslara göre, Musevilerin “Mehdi” ile ilgili inançları şu sözlerle belirlenmiştir: “Mesih’in (Mehdi’nin) geleceğine gönülden inanıyorum, gelişi gecikse bile, her gün onun gelişini bekliyorum.”
Mehdi’nin gelişini inkâr edenlerin durumu ise, Musevilerin kutsal kaynaklarından Mişna’da şöyle açıklanmaktadır:
Mesih’in (Mehdi’nin) geleceğine inanmayan veya onun gelişini beklemeyen bir kişi, sadece bütün peygamberlere karşı gelmekle kalmaz, Tevrat’ı ve hocamız Musa’yı da inkar etmiş olur. (Maimonides, Mişna Tora, Kralların Yasaları, 11:1)
Hz. Mehdi (a.s.) geldiğinde tüm Museviler de tıpkı Müslümanlar gibi bu mübarek şahsı sevgiyle kucaklayacaklar, hemen onun emri altına girecek ve asla sözünden çıkmayacaklardır. Zaten Hz. Mehdi (a.s.)’ın sevgisi tüm kalpleri dolduracak, Hz. Mehdi (a.s.) adeta bir güneş gibi dünyanın üzerine doğacaktır.
Yeni Dünya Düzeninde ABD ve AB ile Türk-İslam Dünyası Dayanışma İçinde Olacaktır
Türkiye önderliğinde kurulacak yeni düzen Türk-İslam ülkeleriyle Batılı ülkelerin gerek ekonomik gerekse siyasi ilişkilerinde büyük bir uyum sağlayacaktır. Türk-İslam Birliği sayesinde öncelikle Türk-İslam devletlerinin Batı ülkeleriyle ilişkilerine istikrar ve düzen hakim olacak ve bu da ilişkilerin hızla güçlendirilmesine önemli bir katkı sağlayacaktır. Söz konusu ülkelerin uluslararası sahada daha etkin bir pozisyon kazanması da yine bu birlik ile mümkün olacaktır.
Yaşanacak güzel gelişmeleri şu başlıklar altında toplamak mümkündür:
Ekonomik Açıdan :
Müslüman ülkeler gerek jeo-stratejik açıdan, gerekse doğal gaz ve petrol başta olmak üzere değerli enerji kaynakları ve doğal zenginlikler açısından çok büyük üstünlüklere sahiptir. Fakat bu gerçeğin aksine, sahip olunan kaynaklar ve stratejik imkanlar gereği gibi değerlendirilememekte ve Batı dünyası ile ekonomik ilişkiler sağlanamamaktadır. Ancak kurulacak olan Türk-İslam Birliği ile daimi bir merkezin bulunması, birbirleri ile koordineli olarak çalışacak karar ve yürütme merkezlerinin oluşturulmasıyla Türk-İslam ülkelerinde ekonomik canlanma mümkün olacaktır.
Ayrıca kurulacak merkezlerin çalışmaları sonucu Batılı ülkelerin Türk-İslam ülkeleri ile yapacakları ithalat ve ihracat faaliyetlerinde ve ülke sınırlarında hiçbir problem yaşamamaları sağlanarak, gerek ABD gerekse AB ülkelerine aynı zamanda güven de verilmiş olunacaktır.
Bu sayede Batılı ülkelerin Türk-İslam ülkeleriyle yaptıkları ticaret hacmi artacak ve bu ülkelerin daha önce kullanma imkanı bulamadıkları tüm potansiyeller değerlendirilmiş olacaktır.
Siyasi Açıdan:
Kuşkusuz Türk-İslam Birliği’nin kurulmasıyla AB ve ABD’yle olan ilişkilerde yaşanacak en önemli gelişmelerden biri siyasi anlamda olacaktır. Öncelikli olarak, merkezi bir idareye sahip olacak olan Türk-İslam dünyası, İsrail, ABD ve AB ülkeleri ile son derece barışçıl ve uyumlu ilişkilere kavuşacaktır. Kitle imha silahlarının kontrolü, terörizm, uluslararası suç ve çevre gibi konularda alınacak olan ortak kararlar ve yapılacak olan iş birlikleri tüm dünyayı olumlu etkileyecek gelişmelere vesile olacaktır.
Türk-İslam Birliği sayesinde İslam dünyasında her dinden, inançtan ve ırktan toplulukların ve İslam ülkelerine gelen yabancıların haklarının korunması, kendilerine güvenlik sağlanması ve saygı gösterilmesi Batılı ülkelerle olan ilişkileri daha da güçlendirecek ve Türk-İslam ülkelerine duyulan güveni daha da artıracaktır.
Türk-İslam dünyasının insan haklarının ve demokrasinin hakim olduğu, akılcı, sağduyulu ve adil bir liderliğe kavuşması, dünya siyasetinde değişen koşullara kolaylıkla uyum sağlayan bir esnekliğe ve gerekli stratejileri geliştirebilecek bir ileri görüşlülüğe zemin hazırlayacaktır.
Bütün bunların sonucunda Türk-İslam Birliği dünyadaki gelişmeler karşısında yalnızca etkin olmayan tepkiler veren, kınamak ya da kanaat belirtmekle yetinen bir organizasyon değil, inisiyatif kullanabilen aktif bir merkeze dönüşecektir. Bu da kuşkusuz, gelecekte Batı dünyası ile olan ilişkilerde yaşanabilecek muhtemel sorunların daha kolay ve çok daha kısa sürede giderilmesini sağlayacaktır.
Ayrıca AB ülkelerinin, İsrail ve ABD’nin Türk- İslam ülkeleriyle ilgili herhangi bir durumda bağlantıya geçebilecekleri bir merkezin olması da yine ilişkileri güçlendirecek ve ilişkilere istikrar kazandıracaktır.
Kültürel Açıdan:
Türk-İslam Birliği’nin kurulması halinde, Batılı ülkelerden gelen yabancıların Türk-İslam ülkelerine giriş ve çıkışları kolaylaşacak ve her yer çok daha güvenli hale gelecektir. Yaşanacak bu gelişmeler sonucunda ise, aynı zamanda kültürel ve turistik geziler de daha rahat gerçekleştirilecek ve her anlamda alışveriş mümkün hale gelecektir. Birliğin yaptığı çalışmalar sayesinde Türk-İslam ülkelerinde uzun yıllardır gün ışığına çıkmamış bölgeler ve doğal güzelliklerin tanıtılması imkanı doğacaktır.
Türk-İslam Birliği’nin güvencesinde olan Batılı misafirler, tüm Türk-İslam ülkelerinde Kuran ahlakının gereği olan misafirperverlik ve dostlukla, içtenlikle karşılaşacaklardır. Bu gelişmiş ve medeni tablo, 21. yüzyılda daha da önem kazanan medeniyetler arası kültür alışverişini de mümkün kılacaktır. Yaşanacak kültür alışverişi sayesinde hem Türk-İslam ülkelerinin kültürlerinde bir canlanma yaşanacak hem de Batılı ülkelerin Türk-İslam dünyasına ve İslam ahlakına olan ilgileri ve hayranlıkları artacaktır.
Yeni Dünya Düzeninde Tüm Oklar Türkiye’yi İşaret Etmektedir
Ortadoğu bugün bütün süper güçlerin, kendi ulusal çıkar ve güvenlikleriyle doğrudan ilgili gördükleri için yakından izledikleri dünyanın en büyük ilgi odağıdır. Gerek stratejik, gerek siyasi, gerekse ekonomik olarak tüm dünyanın barış, istikrar ve refahı bakımından en kritik öneme sahip coğrafyasıdır. Bu coğrafyada Türkiye hem Batı ile Doğu arasında siyasi, kültürel ve dini anlamda köprü görevi görmesi, hem de sahip olduğu coğrafi konum nedeniyle önemli bir yere sahiptir.
Bu önemli pozisyon bize, dünyanın Türkiye eksenli yeni bir yapılanmaya doğru gittiğini göstermektedir. Türkiye’nin günümüzde hızla yükselen bu siyasi, sosyal, ekonomik ve stratejik değerinin, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in 1400 yıl öncesinden İstanbul’dan çıkacağını, tüm İslam aleminin, ardından da tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olacağını müjdelediği Hz. Mehdi (a.s.)’ın çıkış alametleriyle aynı döneme denk gelmesi de çok anlamlıdır.
Yine, Resulullah (s.a.v.)’ın haberlerinden ve Kuran ayetlerinin işaretinden, Allah’ın izniyle çok yakın bir gelecekte Türk milletinin Hz. Mehdi (a.s.) öncülüğünde bu tarihi görevini başarıyla tamamlayacağı, önce Ortadoğu’da, sonra da tüm dünya çapında, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir barış, huzur, sevgi, kardeşlik ve zenginlik ortamının hakim olacağı çok açık ve net biçimde anlaşılmaktadır.