Türkiye, bugün merkezinde bulunduğu geniş coğrafyada pek çok ülkeyi ve toplumu barış ve huzur içinde yönetmiş bir imparatorluğun varisi olarak, Türk-İslam dünyasına öncülük görevini yapmak durumundadır.
Türkiyemiz, şu an Kafkaslar`da, Balkanlar`da, Orta Asya`da ve özellikle Ortadoğu`da yaşanan savaşların, karışıklıkların ve acıların son bulmasında, bölgenin sorunlarını çok iyi bilen bir ülke olarak kilit konumdadır.
Türkiyemiz`in sahip olduğu bu şanlı miras, yeryüzünün tekrar barış, sevgi ve kardeşlikle dolması için bizleri Türk-İslam dünyasına ve tüm insanlığa karşı sorumlu kılmaktadır;
Osmanlı`dan Sonra Meydana Gelen ``Otorite Boşluğu``
Osmanlı Devleti`nin ulaşmış olduğu siyasi sınırlar içerisinde bugün onlarca bağımsız devlet bulunmaktadır ve bunların her birinde Osmanlı Medeniyeti`nin izlerini taşıyan yüzlerce eser ve güçlü bir kültür mirası vardır. Üç kıtaya yayılan Osmanlı Devleti, 20. yüzyılda birtakım dış müdahalelerle siyasi olarak ortadan kaldırılmıştır. Ancak ne var ki Osmanlı`nın tarihten silinmesiyle oluşan ``otorite boşluğu``nu, üzerinden geçen bir asırlık zamana rağmen, henüz herhangi bir güç doldurabilmiş değildir.
Osmanlı`nın izini silmek ve bu bölgede hakimiyet sağlamak için yıllar boyunca gizli, açık pek çok çetin mücadeleler verilmiştir. Ne var ki, bu coğrafyaya yabancı olan unsurların, eski Osmanlı topraklarında huzuru ve barışı sağlamaları, güçlü bir çekim merkezi oluşturmaları hiçbir dönem mümkün olmamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu`nun siyaset sahnesinden silinmesiyle birlikte başlayan karmaşa ve kaos, yaklaşık bir asırdan bu yana devam etmektedir. Tüm coğrafya uzun yıllardır çatışmaların altında ezilmektedir. Bölge halkları iki Dünya Savaşı görmüştür. Zorluk yıllarında açlık, göç ve salgın hastalıklarla karşı karşıya kalmıştır. Bu halkların büyük çoğunluğu savaşların ardından gelen yönetimlerin baskıcı ve şiddet içeren idareleri altında ezilmişlerdir. Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle birlikte başlayan etnik çatışmalar ise çok daha derin ve şiddetli acılara sebep vermiştir. 1990`ların başından itibaren Balkanlar ve Kafkasya`da başta kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olmak üzere masum halk, savaşların ve sıcak çatışmaların baskısı altında ezilmiştir. Ortadoğu`da ise kargaşa 50 yıldan fazla bir zamandır, hiç kesintiye uğramadan hüküm sürmektedir. İşte bunun için, Osmanlı`dan sonra meydana gelen bu ``otorite boşluğu``nu bir an önce doldurmak ve böylelikle yaşanan karmaşaya bir son vermek gerekmektedir.
Bu ``otorite boşluğu``nun doldurulmasında, Türkiye`nin öncülük görevini üstleneceği Türk-İslam Birliği`nin kurulması çok önemlidir. Ancak bu şekilde, Türk-İslam Dünyası, özlemini çektiği barış, sevgi ve kardeşlik ortamını, eskiden olduğu gibi yeniden yaşayabilecektir.
Osmanlı`nın Tarihsel Mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti`dir
Türk Milleti son derece sağlam ve köklü bir mirasa sahiptir. Önemli olan bu mirasın önemini ve sorumluluğunu gereği gibi kavrayabilmek ve geçmiş tarihimize ve kültürümüze sahip çıkarak yüzümüzü geleceğe dönebilmektir. Bu yaklaşımın en güzel örneğini Cumhuriyetimiz'in kurucusu Büyük Önder Atatürk`ün yürüttüğü politikada görürüz.
Atatürk, Milli Mücadeleyi izleyen yıllarda Türk Milleti`nin geleceği için çok önemli bir rota belirlemişti. Hem bir Osmanlı Paşası, hem de genç Cumhuriyetin kurucusu olan Atatürk`ün politikası, ``kültür ve medeniyet birikimimize sahip çıkmak, Osmanlı geleneğini modernleştirerek 20. yüzyıla aktarmak`` oldu. Atatürk, dönemin şartlarının izin verdiği ölçüde Osmanlı mirasına sahip çıktı.
Atatürk`ün kurduğu genç Türkiye Cumhuriyeti`nin Osmanlı borçlarını son kuruşuna kadar ödemeyi kabul etmesi ve tüm ekonomik sıkıntılara rağmen bu borçların ödemelerine sadık kalması, Osmanlı mirasına sahip çıkma isteğinin bir göstergesiydi.
Atatürk ayrıca Osmanlı geleneğini sürdürerek, Türkiye topraklarına sığınmak isteyen Türk olmayan Müslümanlara (örneğin Arnavutlara, Çerkezlere, Boşnaklara) olumlu yanıt vermiş, bu farklı etnik kökenden gelen Müslümanları tek bir dini kimlik içinde görmüş ve kabullenmişti.
Atatürk, öte yandan, Balkan Antantı ve Sadabad Paktı gibi oluşumlarla, eski Osmanlı coğrafyalarında Türkiye`nin öncülüğünü korumaya çalışmıştı. Balkan Antantı, bazı Balkan ülkelerini, Sadabad Paktı ise bazı Ortadoğu ülkelerini Türkiye`nin öncülüğü ile stratejik işbirliğine taşıma amacını güdüyordu.
Bu, son derece doğru ve yerinde bir strateji idi. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi ``devlet geleneğini`` oluşturan en önemli unsurlardan biri toplumların tarihidir. Tarih toplumların hafızasıdır ve her toplum dostlarını, düşmanlarını tarihleriyle değerlendirir. Tarih devletlere itibar ve otorite sağladığı gibi, milletlerin geçmişte kendilerine bağlı olan topraklarda söz sahibi olmalarının da önemli bir aracıdır.
İşte tarihin bu denli etkili bir stratejik zemin oluşu, kuşkusuz Türkiye açısından büyük bir sorumluluğu da beraberinde getirmektedir. Türkiye, bugün merkezinde bulunduğu geniş coğrafyada pek çok ülkeyi ve toplumu barış ve huzur içinde yönetmiş bir imparatorluğun varisi olarak, öncülük görevini yapmak ve başarmak zorundadır.
Türkiye Cumhuriyeti`ne Öncülük Görevi Düşmektedir
Bu sebepledir ki, yaşadığımız bölgedeki acıların ve karışıklıkların bir an önce sona ermesi için Türkiye`nin neler yapması gerektiğinin sırayla ortaya konulması gerekir. Bunlar özetle şunlardır;
Sonuç olarak, Türkiye`deki sağduyu sahibi her camia bu fikir etrafında bir birlik teşkil etmeli ve bunu seslendirmelidir.