Müslümanın aklı Kuran’a bağlı olduğu için her ayet kişiliğini şekillendiren bir yapı taşı niteliğindedir. Bu sebeple mutlaka iyi, güzel, hayırlı şeylere ayarlıdır Müslüman. Kendi aklından, konular arasında ayrım yapmaz. Tüm değerlendirmeleri Kuran'a göredir.
Bazı insanlar bazı konuları kendilerince kişisel olarak değerlendirip küçük görerek farklı ayrımlar yapabilir. Oysa kişisel olduğu düşünülerek yapılan pek çok tavır Kuran’a uygun olmayabilir. Bazı insanların ufacık konulardan dengelerinin sarsılarak tevekkülsüzlüğe sürüklenebildiği, bazı insanların da hastalık, ölüm, mal kaybı gibi durumlarda tevekkülsüzlüğe düştükleri görülür. Halbuki şeytanın kurmaya çalıştığı tuzaklara karşı Kuran vesilesiyle dikkatli olunduğu müddetçe, tevekkülün rahatlığı içerisinde Allah’ı dost ve vekil edinerek yaşayan bir insan için tüm bunlar kolayca atlatılacak bir konu olur.
Kuran’da iyilikler ve kötülükler birbirinden apaçık ayrılmıştır. Allah ayetlerde sürekli olarak insanlara iyiliği, güzel davranışlarda bulunmayı emreder. Kötülüğe iyilikle karşılık verilmesini, af yolunun benimsenmesini, haklı olunsa dahi haktan feragat etmenin daha hayırlı olacağını, bunun gibi pek çok güzel ahlak özelliğini tarif etmiştir. Bir ayette Allah iyilikle kötülüğün eşit olmayacağını şöyle buyurmuştur: İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)
Bazı insanlar günlük olaylardaki küçük şeylerden umulmadık derecede etkilenebilirler. Büyük ve önemli gibi görünen bir olayın, kişinin nefsini zorlayacağı beklenirken kimi zaman bazı insanları bu tarz konular hiç etkilemez. Hiç beklenmedik son derece küçük bir mesele ise nefis için çok daha zorlayıcı bir konu haline gelir.
Örneğin bir kişinin çok değerli bir eşyasına zarar gelmesi, malının zarara uğraması o insan üzerinde olumsuz bir etki meydana getirmez. Böyle bir durumu çok metanetle karşılar, bir hayır olduğunu düşünür, Allah’tan hayırla böyle bir durumun meydana gelmiş olabileceğini ifade eder. Bunun telafi edilemeyecek bir şey olmadığını, kaybının da o kadar önemli olmayacağını düşünüp, son derece güzel ve tevekküle karşılar bu durumu.
Ancak aynı insan hiç beklenmedik bir biçimde bir başkasının sözünden veya bir mimiğinden olumsuz yönde etkilenebilir. Ve aynı tevekkülü burada gösteremediği görülür. Örneğin bir arkadaşının davranışlarından, kimi mimiklerinden ve sözlerinden rahatsız olarak, rahatsızlık duyduğu özelliklerine kendince bir anlam verir. Karşısındakinin bunları kendisini gizli gizli kızdırmak için yaptığını, başkalarının anlamayacağı şekilde üstü kapalı olarak kendisini rahatsız etmeye çalıştığını, kendisini kıskandığı için üsturuplu bir üslupla kendisini kötü bir konuma getirmek için sinsi bir metot içine girdiğine inanır. Karşısındaki kişinin hemen hemen her hareketine bu kanaatine delil oluşturacak ipuçları arayarak bakar. Son derece küçük bir konu bu insan için şaşırtıcı bir biçimde önemli hale gelebilir. Belki başka hiçbir şeyin meşgul etmediği kadar kişinin aklını meşgul eder. Sürekli olarak düşüncelerinde bu konuya yer verip, bu konu üzerine çeşitli alternatifler geliştirir. Karşı tarafın davranışından çeşitli sonuçlar çıkararak, tahminleri ışığında pek çok anlam yükleyip, kendini olmadık sıkıntılara sokabilir.
Karşısındakinin Allah’ın kontrolünde olan aciz bir varlık olduğunu, her olayı, her mimiği, her karakteri Allah’ın kaderde meydana getirdiğini unutur. Allah’ın karşısındaki insanı onun ahlakını sınamak için bir deneme konusu olarak yaratmış olabileceğini, olgun tavır gösteren tarafın kendisi olması gerektiğini göz ardı eder. Oysa Allah, insanların kimini kimisi için bir deneme konusu kıldığını bildirmiştir:
... Biz, sizin kiminizi kimi için deneme (fitne konusu) yaptık. Sabredecek misiniz? Senin Rabbin görendir. (Furkan Suresi, 20)
Herşey insanın ahireti açısından bir deneme konusudur. Ayette belirtildiği gibi iman eden bir kişinin üzerine düşen sabır göstermektir. Şuurlu, berrak bir akılla konuları değerlendirip bunların bir deneme konusu olduğunu akıldan çıkarmamak Müslüman bilincinin bir göstergesidir.
İnsan kendi kendine “ama bu konu farklı, şu konu farklı” gibi değerlendirmelere girerse çok yanılır. Küçük büyük diye bir konu yoktur. Herşey bir bütündür. Ve müslümanın hayatı boyunca sınandığı temel konulardan bir tanesi Allah rızası için güzel ahlakı göstermek, nefisten yana değil, Allah’tan yana nefse karşı tavır almaktır. Ömrü boyunca, üzerine düşen sorumluluk, Müslümanca, Allah’ın beğeneceği düşünce ve tutum üzerinde olmaktır.
İnsan, hayatı içerisinde bir sürü insan karakteriyle karşılaşır. Hepsi birbirinden farklıdır. Kuranda Allah’ın tarif etmiş olduğu pek çok karakter vardır. Müşrikler, münafıklar, fasıklar, müminler... Her insan bir değildir. Allah korkusunun derecesine bağlı olarak insanlar karakterlerini sergilerler. Ancak karşı taraftaki insanların ahlak yapıları samimi iman eden bir insanı asla etkilememelidir. Herhangi bir yanılgı içine düşürmemelidir. Bu konuyla ilgili bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
Öyleyse sen sabret; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar sakın seni telaşa kaptırıp-hafifliğe (veya gevşekliğe) sürüklemesinler. (Rum Suresi, 60)
Müslüman, asla başkalarını örnek alarak, onların yapmakta oldukları bir hataya ayak uydurmamalıdır. Bir insan Allah’a inandığını söyler, ancak kalbinde Allah korkusu zayıftır, eksiktir; bunu başkası bilemez. Ancak Allah bilir. Dolayısıyla eğer insan samimi iman ediyorsa, o zaman dosdoğru yol apaçık ortadadır. Başkalarının ahlakı kıyas olamaz.
Samimi Allah’tan korkup, iman eden insanın üzerine düşen, tavizsiz olarak Allah’ın razı olacağı davranışlarda bulunmaktır. Cahilce yapılan davranışlardan sakınarak, akıllı ve olgun bir tutumla, karşılaştığı rahatsız edici durumlar karşısında Allah’a tevekkül ederek sabır göstermektir. Çünkü Allah, “Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.” (Araf Suresi, 199) diye emretmektedir.
Aklı başında, iman sahibi bir insanın tavırları her zaman eksikleri telafi eder nitelikte asil ve vakurdur. Başta, Allah’a olan derin bağlılığı, korkusu sebebiyle diğer insanların tavırlarına bakarak davranışlarını şekillendirmez. Ahireti açısından gücünün yettiği en güzel ahlakı gösterir ve her durumda, Allah’a tevekkül ile yönelir.
Karşılaşılaşılan olaylar küçük, büyük diye ayrılmadan tevekkülle, hayır ve hikmet gözüyle, Müslümanca değerlendirilmelidir. Allah Katında neyin küçük neyin büyük olduğunu insan bilemez. “Bu büyük, şu küçük” diye konuları kendi aklına göre sınıflandıramaz. Müslümanın üzerine düşen sürekli Allah’a yönelen, Allah’tan korkup sakınan, tevekküllü, dengeli bir yapıda istikrar göstermesidir.