Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü OECD raporlarına göre, önümüzdeki on yıl içinde gıda fiyatlarında %40’a varan artışlar meydana gelecek ve dünya çapında bir gıda krizi baş gösterecek. Özellikle 2020’de hane başına düşen gıda harcamasının %30 artacağı hesaplanmış. Tarım alanlarının bu artış ve ihtiyaca cevap verememesinin en büyük nedeni ise özellikle gelişmiş ülkelerdeki tarım alanlarının imara açılması veya sanayileşme için kullanılması. İşin ilginç yanı ise, gelişmekte olan ülkelerin tarım alanlarını yok etme politikalarına daha da hızlanarak devam etmesi...
Yıllarca başka ülkelerin kaynaklarını sömüren ülkeler, dünyanın en değerli kaynaklarını yok etmeye yönelik bu çoğunlukla bilinçsiz uygulamalarla bu defa tarım konusunda sömürü sayfasını açtılar.
Afrika, bu aşamada yine gündemde. Afrika öyle bir kıta ki; yoksulluk, altyapı ve sanayi eksikliği, iç savaşlar, idari krizler, sömürü imparatorlukları ve daha pek çok sebeple tüm tarımsal ve yeraltı zenginliklerine rağmen açlıkla boğuşuyor. Dünyada kullanılmayan tarım alanlarının %40’ı Afrika’da bulunuyor. Ve kendi üretimini yapamayan Afrika halkı, ne yeraltı zenginliğinden ne de aşırı sıcaklara dayanıklı kaliteli tarımın yapıldığı topraklarından hiçbir şekilde faydalanamıyor. Kapılar, yeniden sömüren dünyaya açılmış bulunuyor.
Gıda sektörünün yakın bir gelecek için alarm vermesinin ardından çözüm arayan bir kısım ülkeler, özellikle Afrika ülkelerinden tarım alanları satın alma veya kiralama politikasına başladılar. Afrika’da bu yolla el değiştiren toprakların miktarının 47 ile 56 milyon hektar arasında olduğu tahmin ediliyor. Kongo, yüzölçümünün dörtte birine tekabül eden 8,1 milyon hektar tarım arazisini kiraya vermiş durumda. İngiltere'nin Afrika’da kiraladığı toprak miktarı Danimarka'nın yüzölçümüne ulaşırken ABD, İsviçre ve Çin ise Moldova büyüklüğünde tarım arazisi sahibi oldu.1
Bu girişim, ilk bakışta sanayi yoksunu Afrika halkı için avantajlı gelir kapısı olarak düşünülebilir; fakat pratikte böyle değil. Yatırım yapan ülkeler arazileri birkaç yıllığına değil 90 yıl gibi uzun bir dönem için kiralıyorlar. Toprakları kiraladıkları ülkelerde uzun süre vergiden muaf kalıyor ve üretilen ürünü kimi zaman sadece ihracat için kullanıyorlar. İç piyasa için ayırdıkları ise, doğru dürüst tarım yapamayan ve ürününü pazara zorlukla getiren Afrika halkı açısından dezavantaj yaratacak bir rekabet getiriyor. İç piyasada da sadece yatırım yapan ülkeler kazanıyor, yerli halkın ürünlerinin ise değeri düşüyor. Dolayısıyla söz konusu girişim, emperyalist ülkeleri zenginleştirmek dışında fayda sağlamazken, Afrika halkını daha fazla açlığa sürüklüyor.
Tarım sektörünün, uluslararası sömürüye açık olması bir kısım Afrika ülkelerinde kanunlarla dahi korunuyor. Örneğin Gana’da ulusal parlamento, çiftçilerin tohum saklama ve değiş-tokuş yapma imkanlarını kısıtlayıcı yasalara tam destek veriyor. Bunun anlamı ise, tüm çiftçilerin kendi yerel ürünlere ait tohumlarını yok ederek, Batılı özel sektörlerin hazırladığı genetiği değiştirilmiş tohumları almalarını zorunlu kılmak. Bu zorunluluğa uymayan ülkelerin ise çeşitli yöntemlerle Batılı hükümetler tarafından buna zorlandığı bildiriliyor. Aslında bu konuda tek mağdurun sömürülen Afrika olduğunu söylemek zor. Şu anda bu emperyalist tohum piyasası, neredeyse tüm dünyayı hakimiyeti altına almış durumda. Türkiye dahil gelişen tüm ülkeler, bu sahte tarıma mecbur bırakılıyor.
Güney Afrika Sosyal Yardım ve Eğitim Vakfı’ndan Mercia Andrews, Afrika’ya yönelik bu tarım açılımını “sömürgeciliğin bir başka adımı” olarak nitelendiriyor ve ekliyor “ihtiyacımız olan şey insandan insana bir dayanışmadır, şirketlerin bizi ele geçirmesi değil.”2
Uluslararası Tarımsal Gelişim Fonu başkanı Dr. Kanayo Nwanze ise tehlikeye şu şekilde dikkat çekiyor: “Eğer gözümüzü sadece üretimin artırılmasına dikersek, karşımıza, Afrika’da insanları beslemeden daha fazla gıda ürettiğimiz oldukça tehlikeli bir manzara çıkacaktır.”3
Dünyanın iki katı nüfusuna yetecek kaynakların şu an dünyaya yetmemesinin tek sebebi bencilliktir. Eğer geleceğe dair politikalar da söz konusu çıkarcılık ve bencillik esasına göre belirlenir ve insan hayatı yerine daha fazla kar zihniyeti sürdürülürse, küresel felaketlerin ardarda gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu felaketlerden kaçınmanın tek yolu ise, Allah’ın istediği sevgi ve dayanışma ruhunun hakim olmasıdır.
O zaman gelişmiş ülkeler, gelişmemiş ülkelerin arazilerini kullanırken, hem kendilerini hem de o ülkeleri kalkındırmaya odaklanırlar. Açlıktan kırılan bir ülkeyi daha fazla sömürmek yerine, beraber zenginleşeceği imkanlar oluşturmaya çalışırlar. Sanayiyi, teknolojiyi, tarımı ona da öğretir, kaynakları birlikte kullanır ve var olan imkanları birlikte daha da artırabilirler. Allah’ın istediği sevgi ve dayanışma ruhu sadece vicdanla var olabilir. Böyle vicdanlar, bir taraf zenginleşirken diğerinin aç kalmasından rahatsız olurlar. Böyle vicdanlar, kendilerini üstün diğerlerini aşağı görmeye güç bulamazlar. Çünkü vicdan daima doğru olanı gösterir.
Vicdanlı toplumların, devletlerin ve yönetimlerin var olması için vicdanlı insanların daha fazla ses getirmesi gerekiyor. Şu bir gerçek ki, egoist zihniyet ve uygulamalar bu dünyaya sadece bereketsizlik ve sevgisizlik getirmiştir. Bereket ve bolluğun tek yolu ise devletlerin belki de şimdiye kadar hiç denemedikleri vicdanlı ve sevgiye odaklı politikalardır. Çok kez hatırlattığımız bir gerçeği tekrar hatırlatalım: Medeniyetler çatışarak, sömürerek, birbirini ezerek değil; kaynaşarak, paylaşarak, fedakarlık yaparak ve sevgi duyarak ilerleyip güçlenirler. Buna inanmayı zor bulanlar bunu bir kere olsun denesinler, göreceklerdir.
1. http://www.dunyabulteni.net/haber/280614/afrikada-toprak-kiralama-yarisi
2. http://www.commondreams.org/views/2015/02/06/re-colonization-africa
3. http://www.commondreams.org/views/2015/02/06/re-colonization-africa
Adnan Oktar'ın Arab News & The Hans India'da yayınlanan makalesi:
http://www.arabnews.com/columns/news/747416
http://www.thehansindia.com/posts/index/2015-06-15/Africa-A-sufferer-of-agro-imperialism---157276