Ekim ve Kasım ayını Ankara ve Paris gibi Avrupa başkentlerinde patlama ve eylemlerle geçirdik. Irak ve Suriye gibi eylemlerin dur durak bilmediği coğrafyalar ise bildiğiniz gibi. Pek bilinmeyen ise Afrika’da neler olduğu. Açlık, kıtlık, iç savaşlar ve terör eylemleriyle çalkalanmaya devam eden Afrika, ne acıdır ki gündemi pek de o kadar ilgilendirmiyor.
Mali’de, Kasım ayında lüks Radisson oteline yapılan saldırı, zamanlaması ve hedefi nedeniyle uluslararası toplumun dikkatini çekti. Bu ürkütücü olay, Paris saldırısının hemen akabinde meydana gelmesi nedeniyle Fransa’ya bir mesaj olarak görülmüş, BM temsilcileri ve pek çok yabancının bulunduğu, adeta bir güvenlik evi gibi görülen lüks otelde gerçekleştirilmesi nedeniyle de dikkat çekmişti. Fakat Afrika’ya genel olarak baktığımızda, saldırı adresleri hep benzer bölgeleri işaret ediyor: Lüks oteller, Batı toplumlarına ait resmi ve askeri binalar, alış-veriş merkezleri ve elçilik binaları. Bu noktada, radikallerin temel hedefinin büyük ölçüde Batı olduğunu hatırlamak gerekir. Uzun zaman Batı sömürgesi altında kalmış olan bu coğrafyada da söz konusu adresler bu nedenle uluslararası topluma şaşırtıcı gelmiyor.
Afrika’da genel olarak Kuran’ı yanlış yorumlayan ve hurafelere inanan silahlı radikal grupların Mali, Cezayir ve Libya ekseninde faaliyet yürüttükleri biliniyor. Bu nedenledir ki, Batı toplumları, o bölgelerde gerçekleşen olayları bölgenin iç meselesi olarak bir kenara bırakamıyorlar. Devreye artık, dünyayı tehdit etmeye başlamış olan El Kaide benzeri gruplar dahil olmuş durumda. Komşu ülkelerin de hakimiyet altına alınması ve bu hakimiyetin gelişmesi ihtimali, Batı için büyük bir tehdit teşkil ediyor. İşte bu nedenledir ki, 2013 yılında Mali’ye askeri müdahale kararı, BM Güvenlik Konseyi’nde oybirliğiyle alınmıştı. Bilindiği gibi, BM Güvenlik Konseyi’nin bir kararda oybirliğine varması günümüzde pek de alışık olmadığımız bir durum.
2013 müdahalesi, hatırlanacağı gibi, hızlı sonuçlanan bir müdahale olmuştu. BM denetiminde Fransız ordusu, radikal grupları bertaraf etmek için harekete geçmiş, söz konusu gruplar da kısa bir süre içinde geri çekilmişlerdi. O dönemde, söz konusu durum büyük bir başarı olarak gözükse ve ülkedeki terör gerginliğini sona erdirmiş gibi algılansa da durum aslında bundan biraz farklıydı. Radikal silahlı gruplar, sadece uygun bir imkan bulabilmek ve yer ve zamanı iyi kollayabilmek için geri adım atmışlardı. Fransa müdahalesi ile Cezayir ve Nijer sınırına çekilen söz konusu gruplar, bu yıl gördüğümüz korkunç örneklerle tekrar gündemin konusu oldular. Batı’yı ilgilendiren odakları hedef alarak, yine Batı’ya korku saldılar.
Peki acaba nerede yanlış yapılıyor?
Bir BM Güvenlik Analistinin konu hakkındaki yorumuna dikkat vermek gerek: “İnsanlar intihar eylemlerine katılmak için bu kadar istekli olduğu sürece bu saldırıları durdurmak oldukça güç olacaktır.” Mali işveren organizasyonu başkanı Mamadou Coulibaly ise durumu şöyle izah ediyor: “Saldırıları engellemek neredeyse imkansız hale geldi. Önemli olan bunun getirileriyle nasıl baş edeceğimiz.”
Görülebileceği gibi pek çok sorun ile boğuşan Mali, Afrika’nın geri kalanı gibi radikal teröre adeta teslim olmuş durumda. Askeri müdahaleler, söz konusu silahlı grupların sadece bir müddet geri çekilmelerini sağlıyor. Sonra güçlenip, kaldıkları yerden eylemlere devam ediyorlar. Afrika sınırları içinde barınacak ve güçlenecek imkan ve ortamı bulabiliyorlar. Dahası, bir kısım öfkeli Afrika halkı, çözümü onlara katılmakta buluyor. 2013 müdahalesi durumun daha farklı olmasını gerektirirdi, ama belli ki öyle değil. Durum gösteriyor ki Afrika’da radikal oluşumlara karşı çözüm, daha fazla askeri önlem değil.
BM’nin yapması gereken, bölgede radikalleri daha radikalleşmeye, halkı da onlara meyletmeye iten sebepleri anlamak olmalı. İnsanları şiddete yönelten temel iki unsur, yanlış telkin altına girmiş olmaları ve öfkedir. Radikal düşüncenin altyapısının günümüzde kolaylıkla yaygınlaştırılabildiği aşikardır. Bu yanlış fikir sistemi öfke ile birleşince çok tehlikeli bir hal alabilir. Uluslararası toplum, eğer gerçekten buna bir çözüm bulmak istiyorsa, bataklığı temelinden kurutacak ilmi, fikri ve köklü bir çözüm düşünmelidir.
Siyasi krizler dışında, Mali’nin, Afrika’daki yoksulluk ve açlığın vurduğu zor durumdaki ülkelerden biri olduğunu da unutmamak gerekir. %90’ı Müslüman olan Mali, dünyanın en yoksul ülkelerinden biri. Derin yoksulluğuna rağmen yeraltı zenginlikleri bir o kadar göz kamaştırıcı; ülke, altın ve uranyum zengini. Varlık içinde yoklukla boğuşan ülkede, son verilere göre 2.5 milyon insan açlıkla boğuşuyor. 2 yaşın altındaki 10 çocuktan 3’ü kronik olarak eksik beslenmiş durumda. Dünya Gıda Programı (World Food Programme), bu yıl içinde 162.000 çocuğa okul yemeği sağlayarak eğitimlerine olanak vermeyi hedeflemiş. Verilecek bu okul yemeği, bu çocuklar için günün yegane yemeği.
Mali’de, 2012-2013 yılındaki çatışmalar sonrasında, yüzbinlerce kişi diğer ülkelerde mülteci durumuna geldi; ülkenin büyük bir kısmı da halen silahlı grupların denetimi altında. Bir kısmında ürkütücü mafya yapılanmaları hakim; öyle ki suç oranları oldukça yüksek.
Bu karamsar tabloyu, ülkede ve bölgede şiddeti şiddetle veya askeri yöntemlerle çözmeye çalışarak daha karamsar hale getirmemek gerekiyor. Çünkü doğru eğitim, daima doğru sonuçları bir domino etkisiyle beraberinde getirir. Dünyada azımsanamayacak kadar uzun yıllardır, bela ve sorunlar hep daha fazla silah ve askerle çözülmeye çalışılıyor ve her defasında daha büyük bir açmaz karşımıza çıkıyor. Bu kez de uluslararası toplum, bu belaların sebeplerine odaklanmayı denemeli. Bir de çözümü burada aramalı. Şiddete karşı öfke duymak pek çoklarına haklı bir eylem gibi görünse de, çözüm getirmiyor. Kurtarıcı çözüm, şiddete karşı makul ve akılcı davranabilmektir.
Adnan Oktar'ın Arab News & News Rescue'da yayınlanan makalesi:
http://www.arabnews.com/columns/news/845741
http://newsrescue.com/perils-of-ignoring-africa/