Saatlerce siyaset konuşan ve tartışan bazı kişilerin, dünyada yaşanan zulüm ve savaş ortamları hakkında konuşurken aslında konunun insan olduğunu adeta unutmaları oldukça dikkat çekicidir. Bu kişiler, Darwinist materyalist eğitimin bir sonucu olarak sanki bir makineden, cansız varlıklardan söz eder gibi insanlar hakkında duygusuz ve ruhsuz ifadeler kullanmaktadırlar. Oysa bu tarz konuşmalar, hiç kimseye fayda sağlamamakla birlikte telafisi yapılamayacak büyük hasarlara dahi sebep olmaktadır. Bunun en son örneği Reyhanlı’da gerçekleştirilen saldırılardan sonra yaşanmıştır. Suriye’deki acımasız zulüm ortamından kaçan kardeşlerimiz Reyhanlı saldırılarının ardından terörün, kargaşanın, cinayetlerin yaşandığı ülkelerine çaresizce geri dönmek zorunda bırakılmıştır.
Darwinizm ve materyalizm Kuran ahlakında kesinlikle yeri olmayan çok büyük bir zulüm ve vahşet içerir. Allah insanlara, ihtiyaç içinde olanları koruyup kollamalarını emretmiştir. Fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamak; engelli insanlara karşı şefkatli ve merhametli olmak, onların haklarını gözetip korumak; toplum içinde yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamak din ahlakının gereği olan güzel ahlak özellikleridir. Allah’ın emrettiği ahlakı göz ardı eden Darwinist materyalist düşünceye sahip olanlar ise hem kendilerini hem de içinde yaşadıkları toplumları büyük felekatlerin içine sürüklemektedirler. Sosyal Darwinizm’in neden olduğu bu gerçeğin en çarpıcı örneklerinden biri Reyhanlı olayları ve sonrasında yaşanmıştır.
Reyhanlı’daki elim saldırı sonrasında, “kapatın sınır kapılarını”, “gitsinler bu ülkeden” diyenler, cümlelerinde, acıyı yaşayan, zulmü gören, onuru ezilmiş, ölümle burun buruna kalmış, kendini korumaktan aciz düşmüş, düzgün bir hayatları varken sürgün konumuna gelmiş kadınlar, çocuklar, ihtiyarlardan değil de taştan, topraktan bahseder gibi oldukça duyarsız ifadeleri Darwinist materyalist düşüncenin eseri olarak rahatlıkla kullanabilmektedirler. Bu ifadeler Darwinistlerin toplumları insanlık dışı bir bakış açısıyla değerlendirmelerinin en belirgin örneklerinden biridir.
Allah inancını ve korkusunu yitirmiş olan bir insanın üzerinde oluşan en büyük tahribatlardan biri, vicdansızlıktır. Vicdansız insanlar acı çeken, zor durumda olan insanlara yardım etmek için çaba harcamazlar.
Müslüman Türk Milleti İçin Misafir Berekettir
Türk Milleti tarihinin hiçbir döneminde mazlumu sahipsiz bırakmamış olan bir milletin evlatlarıdır. Bu ahlak anlayışına ve inanca sahip olan milletimize “Suriyeli kardeşlerinizi zulme terk edin” demek vicdansız, anlamsız ve akıldışı bir davranıştır. Çünkü bu ifade adeta, elinde silahla bekleyen bir insana ‘buyur bunları da öldürebilirsin’ anlamına gelir. Bu yaklaşımı makul görebilmek ve anlamak ise asla mümkün değildir.
Türk milleti asla Suriyeli kardeşlerimize zulmü hak gören bu konuşmaları anlayamaz. Fakat bu tür acımasız konuşmalar yapanların bu milleti anlamaları için yeniden vurgulamakta fayda olan bazı gerçekler vardır:
Türkün örfü Müslümanın inancı budur. Ve Türk Milleti, bu inancını, örfünü, değerlerini, güzelliklerini anlamayan, kabul etmeyen, görmezlikten gelen, son derece yabancı olduğu materyalist dünya görüşünü kendisine zorla kabul ettirmeye çalışanlara itibar etmez. Bu sebeple, bu milletin derin bir ruhu olduğunu, bu ruha hitap etmeyen bir düşüncenin etkili olmayacağını unutmamak son derece önemlidir.
www.turkislambirliginedavet.com
Çatışma Ruhu Darwinist Materyalist Düşüncenin Eseridir
Komünizmin kurucusu Marx, tarihin gelişmesinin tek yolunun çatışma olduğunu iddia etmekteydi. Toplumların, düşüncelerin, fikirlerin de ancak çatışmayla, savaşla, ihtilalle ilerleyebileceklerini düşünüyordu. “Eğer çelişme ve çatışma olmasaydı, var olan herşey, nasılsa öyle kalırdı” diyordu. Dahası Marx “Şiddet yeni bir topluma gebe her eski toplumun ebesidir” diyerek milyonlarca insanı savaşa, katliama, kan dökmeye çağırıyordu.
Marx’ın bu düşünceleri, zaman içinde çok sayıda taraftar kazandı. En zalim katliamlara imza atan komünist lider Lenin bunu, “Gelişme zıtların mücadelesidir” sözleriyle ifade ediyordu. (Lenin, Seçme eserler, cilt 11, s. 81) Bu mücadelenin de kan dökerek yapılması gerektiğini savunuyordu.
Marksizmin bu ilkesi gereği 30 yıldır terörün en şiddetlisini yaşamış ülkemiz topraklarında Kürtle Türkü birbirinden ayıramamış olanlar, şimdi Aleviyle Sünniyi ayırabilecekleri yönünde yanlış bir düşünceye kapılmışlardır. Bu düşünceye sahip olanlar zamanında yaşanan acıların benzerini oluşturmak istemektedirler. Bazı kimseler de böyle bir kışkırtmanın körükleyicisi olduklarını fark etmemektedirler. Bir avuç Marksistin, kendilerini Alevilerin hamisi gibi göstermeye çalışması da bu kışkırtmanın diğer bir parçasıdır. İddia edilen Ergenekon terör örgütünün böyle bir kışkırtma söz konusu olduğunda neler yapabildiği herkes tarafından net olarak bilinmektedir. Bu karanlık yapılanmanın başta PKK olmak üzere terör örgütlerini besleyip büyüttüğü, Reyhanlı’daki patlamaların faili olduğu iddia edilen Marksist örgütle yakın bağlantısının olduğu da bilinen gerçekler arasındadır. İddia edilen Ergenekon’un Baas rejimiyle yakın ilişkisi ve halen Suriye içindeki güçlü yapısı da göz önünde bulundurulması gereken bir başka önemli gerçektir. Yapılan incelemelerde kuşkusuz bu bağlantılar daha net ortaya çıkacaktır.
www.darwinizmnedir.imanisiteler.com
Karanlık Odakların Kurdukları Tuzağı Etkisiz Hale Getirmenin En Önemli Yolu, İtidal ve Sevgidir
Nefret körükleyerek kontrolsüz kitleler oluşturup bu kitleleleri dilediğince yönlendirmek isteyenlere verilecek en güçlü cevap, sevgiyle, kardeşlikle, dostlukla birbirine bağlanmış insanlardır. Türkiye’de Aleviler belki azınlıktadır, ama kardeşliğin en güçlü hallerinden biri olan din kardeşliğiyle Sünni çoğunlukla birbirine kaynaşmışlardır. Bu milletin gözünde, Aleviler vatanın süsüdür, güzelliğidir. Hepsi tertemiz Müslümandır. Allah aşığıdır. Hz. Ali (r.a.) aşığıdır. Sevgi insanlarıdır. Bir avuç Marksistin aksi yöndeki tüm gayretlerine rağmen, son derece dindardırlar. Bu günlerde, bu gerçeklerin gündemde tutulması, birbirimize olan sevgimizin ve bağlılığımızın çok güçlü ifade edilmesi, tahrik edici bir dilin değil kaynaştırıcı ve dostluğu pekiştirici bir dilin kullanılması son derece önemlidir. Bilhassa sosyal medyada yazılan her satırın, sarf edilen her kelimenin tahriklere ve fitneye değil, dostluğa ve birliğe kapı açması her birimizin hem kendi vicdanına hem millete karşı sorumluluğudur.
Milletimiz kendisine telkin edilen suni kavgalara, ayrımlara, kışkırtmalara değil, günlük hayatı içinde kendi yaşadığı değerlere ve ölçülere göre hareket eder. Nitekim, bütün bu tartışmalar yapılır, türlü türlü kışkırtmalar körüklenirken Reyhanlı’da Alevi ve Sünni kardeşlerimizin, yakınlarının cenaze namazlarında birlikte saf tutuyor olması, tüm bu fitneye tek başına yeterli bir cevaptır.
Türkiye Irak’a, Suriye’ye veya bölgedeki diğer ülkelere benzemez. Dışarıdan bakıp “şurada şuraya bölelim”, “mezheplere göre ayıralım”, “etnik kökene göre parçalayalım” gibi düşünülecek bir ülke değildir. Ruhu, tarihi, birikimi, harcı buna müsaade etmez. Bu yüzden, ALLAH’IN İZNİYLE, YENİ BİR MEDENİYETİN ÖNCÜSÜ, YENİ BİR DÜNYANIN LİDERİ OLACAKTIR.
Adnan Oktar: “Ülkelerine dönmek zorunda kalan 250 Suriye vatandaşını geri çağıralım”
ADNAN OKTAR:Hiç geri gönderilir mi? İnanılır gibi değil, çok korkunç bir şey.
Koskoca Türkiye; her yere dağılsınlar. İlla orada duracaklar diye de bir şey yok. Her yerde insanlar onlara imkanları dahilinde yiyecek de verirler, giyecek de verirler. Kızılay çadır versin. Birçok yerde kardeşlerimiz ağırlanabilir. Bu çok korkunç bir şey.
Allah vermesin eğer doğruysa bu durum, çok korkunç.
Hatay’ın her tarafına Suriyeli kardeşlerimizi yerleştirsinler. Hatay’da bir avuç komünist var. Onlar rahatsız oluyorlar sadece. İddia edilen Ergenekon terör örgütünün ajanları var; besleme ajanlar. Onlar rahatsız oluyorlardır. Onlar dedi diye, bizim canlarımızı zor durumda bırakmak olmaz.
Adnan Oktar: “Kızılay da yardım etsin, Suriyeli mülteci kardeşlerimizi sınır bölgesine yerleştirelim”
ADNAN OKTAR: İnanılır gibi değil. O insanları geri teslim ediyorlar. Hiç olmazsa sınırın bitişiğinde bekletsinler. Yani sınıra 50 metre, 100 metre yakında, orada da olur. Sınıra 100 metre yakında dursunlar. Orada yiyecek de verilir onlara, imkan da sağlanır. Esad güçleri oraya giremezler. Sınırı bombalayamaz. Çok zor.
Sınır boyunca dursunlar. Boydan boya çadır kurup oraya yerleşsinler. Mutlaka uygun yer bulunur. Ama özellikle de oraya gelsinler. İklimi de oranın sıcak bu havada iyidir orası.
Misafir bereketiyle gelir. Çoluk çocuk gelsinler, sınır boyu çok uzun. Sınırın tam dibine gelip yerleşsinler. Kızılay çadır versin. Yiyecek toplayalım, kamyonlarla gönderelim. Her şeyi yapalım. Değil mi?
Allah vermesin, Allah affetsin, böyle bir yanlışlık yapmışlar. Hemen söyleyelim geri dönsünler, mutlaka bir yolu vardır. Yakındadırlar, oralarda bir yerlerdedir hala onlar. Tekrar tekrar özür dilesinler. Kim yaptıysa, kim sebep olduysa ben onlar adına da özür diliyorum. Çok korkunç bir şey bu. Allah bize sorar. “Katillere niye teslim ettiniz?” dese Cenab-ı Allah, ne diyeceğiz? “Bu mazlumları katillere niye teslim ettiniz? Sizi katillere teslim etselerdi kabul eder miydiniz?” dese Cenab-ı Allah ne diyeceğiz? Allah korusun.
Can havliyle oradan kaçan, canını kurtarmak isteyen insanlar başka ne yapabilir? Ortada bir fevkaladelik var. Adamlar ellerinde silahla bekliyor. “Hadi gönderelim” demek inanılır gibi değil. Çok korkunç bir teklif bu.
Çok büyük bir zulüm bu. Zulüm felaket getirir Allah esirgesin. Zulüm olmuş oluyor bu. Çok korkunç. Kim yaptıysa çok büyük hata yapmış. Allah rızası için özür dilesin, hemen geri çağırsınlar. Türkiye’nin ucu bucağı yok, her yere gidebilirler. (14 Mayıs 2013, A9 TV)