Böceklerde bakıcılık yapanlar, genelde sadece yumurtaları korurlar; fakat bazı türlerde ebeveynlerden biri veya ikisi yavrular yumurtadan çıktıktan sonra da bakıcılık yapmaya devam ederler. Böyle bir durumda, ebeveyn ve yavruların birbirleriyle bağlantılı hareket etmeleri gerekmektedir. Gargaphia şeritli böcekleri, testere sinekleri, kaplumbağa böcekleri ve mantar böcekleri, larvalarını yiyecek temin etmek için uğraşırken de koruyabilirler. Bir anne yavrularını sadece tek grup halindeyken koruyabilir, bu yüzden anne, zaman zaman yanından ayrılan ve düzensiz duran yavrularının yollarını kapatarak onları bir sürü haline getirir.
Scientific American, January 1999, s.53
"Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7)
Allah bu ayetinde şükretmenin önemine dikkat çekmektedir ve şükredenlere nimetini artıracağını haber vermektedir. Bu, Kuran'ın sırlarından biridir.
Yüce Allah lütfuna, merhametine ve nimetine karşı nankörlük eden insanları azabının şiddetli olduğunu bildirerek uyarmaktadır. Nankörlük dünyada ve ahirette karşılığından çok sakınılması gereken bir ahlak bozukluğudur. Allah insanın yegane dostu, yardımcısı ve koruyucusu, sığınıp yardım dileyebileceği tek Varlık’tır. Var olduğu andan itibaren insanı hayatta tutan, an an onu koruyup kollayan, sevgisinin merhametinin tecellilerini gösteren, nimetlendiren, rızıklandıran yalnızca Rahman ve Rahim olan Allah'tır. Bu nedenle bu apaçık gerçekleri görmezden gelmek, ayette bildirildiği gibi Allah'ın şiddetli azabıyla karşılık bulabilir.
Oysa her insan, hayatı boyunca her anı için Allah'a muhtaçtır. Soluduğu havadan yediği yemeğe, sahip olduğu mal ve mülkten konuşabilmesine, hareket edebilmesinden, gülüp neşelenmesine kadar Allah'ın yarattıklarına ve kendisine bağışladıklarına muhtaç olarak yaşar. Müminler, sahip oldukları her nimet için ne kadar aciz ve muhtaç olduklarını düşünerek Allah'a şükrederler.
Her şeyin sahibinin ve hakiminin Allah olduğunu bilen müminler sağlıkları, güzellikleri, ilimleri, akılları, imanı sevmeleri, küfrü çirkin görmeleri, hidayet ehli olmaları, tertemiz müminlerle birlikte olmaları, anlayış, basiret ve feraset sahibi olmaları, güçleri dolayısıyla şükrederler. Gördükleri güzel bir manzara için veya işleri kolay hallolduğunda, istedikleri bir şey gerçekleştiğinde, güzel bir söz işittiklerinde, sevgi ve saygı gördüklerinde ve daha saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok nimetle karşılaştıklarında hemen Allah'a şükreder, O'nun merhametini, şefkatini, Rahman ve Rahim olduğunu düşünürler. Allah, müminlerin bu güzel ahlakına karşılık ayette de bildirdiği gibi üzerlerindeki nimetini artırmaktadır. Mesela sağlığı ve gücü için şükredici olan bir Müslümanın Allah gücünü ve sağlığını daha da artırır. İlmi veya mülkü için şükredenlere Allah daha çok ilim ve mülk verir.
Denizatı
Dönem: Senozoik zaman, Pliosen dönemi
Yaş: 4 milyon yıl
Bölge: İtalya
Denizatının başı, vücuduna dik açıyla yerleştirilmiştir. Başka hiçbir balıkta bu özellik yoktur. Bu nedenle denizatları vücutları dik olarak yüzer, başlarını yukarı ve aşağı hareket ettirebilirler. Ancak başlarını iki yanlarına doğru hareket ettiremezler. Bu özellik diğer canlılarda olsa, başlarını sağa-sola çeviremedikleri için problem yaşayabilir, her türlü tehlikeye karşı açık olabilirlerdi. Fakat denizatları sahip oldukları özel vücut yapısı sayesinde böyle bir problem yaşamazlar. Denizatlarının gözleri birbirinden bağımsız, her yöne serbestçe hareket edebilecek ve dönerek her tarafı rahatlıkla seyredebilecek şekilde yaratılmıştır. Bu yüzden kafalarını iki yana çeviremeseler de etraflarını rahatlıkla görebilirler.
Eğer Darwinistlerin iddiaları doğru olsaydı, denizatları yapılarına uygun olan göz yapısını geliştirene kadar çoktan elenip gidecek ve bugüne asla ulaşamayacaklardı. Başı dik olan ama arkasını göremeyen bir denizatının hayatta kalması mümkün olamayacak, dolayısıyla soyunu da devam ettiremeyecekti. Açıktır ki, denizatları ilk varoldukları andan itibaren, eksiksiz olarak, bugün sahip oldukları tüm özelliklere sahiptir. Başlarının vücutlarına dik açıyla yerleştirilmiş olması, gözlerinin her yöne bağımsız olarak hareket edebilmesi ve diğer tüm fonksiyonlarıyla beraber bir anda var olmuşlardır. Bunun da anlamı, diğer tüm canlılar gibi denizatlarının da evrim geçirmediği, yaratıldığıdır.
Adnan Oktar’ın 25 Haziran 2016 tarihli A9 TV röportajından
ADNAN OKTAR: Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında da şairler var. Peygamberimiz (s.a.v.) tebliğ yapıyor Kuran’dan bahsediyor, onlar da halkı başına topluyor demagoji yapıyorlar şairler. İpsiz sapsız boş konuşuyorlar böyle. İşte ya Roma imparatorluğu’ndan bahsediyor yahut onların işte takılarından, süs eşyalarından bahsediyor. Onu da şiirsel bir dille anlatıyor. Halktan da gaflet içinde olanlar, dalalet içinde olanlar ağzı açık onları dinliyor. Onun için Kuran’da boş konuşan şairlere, boş hedefi olan şairlere dikkat çekilmiştir. Şaire kulak veriyor Kuran’a değil. Ama bu şair dalalete götüren şair, her mısrasında dalalet var. Her mısrasında Allah’a isyan var. Şu anda da mesela Darwinist şairler var, materyalist şairler var onlar da insanları dinden, imandan, İslam’dan uzaklaştırmak için gece-gündüz uğraşıyorlar.
Mesela Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında çok panayır yeri vardı böyle. Onlardan birisi de Ukaz Panayırı büyük. Hem ticaret yapılıyor hem eğlence yeri, hem insanlar yiyip-içiyor dinleniyorlar falan. Resulullah (s.a.v.)’in en çok tebliğ yaptığı yerlerden birisi deUkaz Panayırı. Orada mesela çıplak kadınlar var, dekolte kadınlar var herkese gidip Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tebliğ yapıyor, yani çekinmiyor. Orada da şairler var boş konuşmalar yapıyor insanları topluyorlar. Büyük bir dikkatle o boş konuşmaları dinleyenler var. Ama Peygamberimiz (s.a.v.)’in konuşmaları hikmetli, faydalı, insanların hem dünyasını hem ahiretini aydınlatacak güzellikte. Oradaki şairlerin anlatımları insanların hem dünyasını hem ahiretini karartacak mahiyetteydi. Kuran’ın işaret ettiği şairler işte onlar.
O devrin şairleri putları, putperestliği savunuyorlar, insanların işte çamurlu sulardan tesadüfen olduğunu savunuyorlar, evrim geçirdiğini savunuyorlar. Yani Sümer ve Mısır dinlerindeki o sapkın evrim inancıyla şiirsel bir dille onu anlatıyorlar. Ayette onlara dikkat çekilmiş. Mesela diyor ki, şeytandan Allah’a sığınırım:“Şairler ise; gerçekten onlara azgın-sapıklar uyar.” (Şuara Suresi / 124)
“Görmedin mi; onlar, her bir vadide vehmedip duruyorlar,” (Şuara Suresi /125) yani abuk-sabuk konuşuyorlar vadilerde topluluklar oluşturmuşlar, çadırlar oluşturuyorlar orada zırvalıyorlar.
“Ve gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorlar.” (Şuara Suresi / 126) işte şunu yapacağız sizlere bunları yapacağız. Halbuki böyle bir şey de yok. Ama onlar da inanıyorlar ona, onların peşinden gidiyorlar.
Mesela Ka’b bin Eşref adında bir şair var. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i ve Müslümanları hicveden şiirler yazıyor. Yani onların aleyhinde şiirsel dille konuşuyor, Allah’ı inkar ediyor, işte evrimi anlatıyor. Mekke’ye giderek müşrikleri Müslümanlara karşı tahrik ediyor. “Vadilerde vehmediyor” diyor ya Allah ayette, işte bu konu. Medine’deyse Müslümanların kızlarına ve hanımlarına dil uzatıyor, onlara hakaret ediyor Müslüman kadınlara. Yani onların güzelliğini kıskanıyor, efendiliğini, kibarlığını, temizliğini, iffetini, namusunu kıskandığı için çok çirkin sözlerle o hanımları kendince haşa küçük düşüreceklerini zannediyorlar.
O zaman işte bu şairleri gidip dinleyenler var. Zırvalıyor adamlar. Diyor ki: “Eski Mısır ilmin şehri, Sümerler, Akadlar hepsini anlatmış. Bizim neslimiz çamurlu sulardan tesadüfler sonucu oluşmuştur” diye. Onları da dinliyor adamlar bir şekilde şairlerin sözlerini.
Allah, Tevbe Suresi 65’te: “Onlara sorarsan, andolsun: 'Biz dalmış, oyalanıyorduk' derler.”Burada vadilerde bu adamları dinleyerek. “De ki: 'Allah ile, O'nun ayetleriyle ve elçisiyle mi alay ediyordunuz?'” Şairlerin yaptığı buydu o dönemde.
Müslüman hanımlara çok çirkin laflar ediyorlardı o devirde haset ettikleri için. Kendileri fahişe, haysiyetsizlik yapıyorlar, namussuzluk yapıyorlar, kendilerini satıyorlar. Onların namusu ağırlarına gidiyordu. Çok güzellerdi Müslüman hanımlar, gösterişli temiz paklar, onlar leş gibi. Çok ağırlarına gidiyordu, akıl almaz laflar ediyorlardı. Bir de onu şiirsel bir dille anlatıyorlar.