Günümüzde, MENA bölgesi başta olmak üzere Müslüman coğrafyasının büyük bölümünde, Kuran'ın özünden, temel hüküm ve öğretilerinden büyük ölçüde uzaklaşmış bir din anlayışı hakimdir. Bu anlayış, Kuran'da bize anlatılan dinden çok farklı, hatta Kuran'a birçok yönden zıt ve aykırı unsurlar taşır. İslam adına yürürlükte olan bu din, aslında zaman içinde insanlar tarafından üretilmiş batıl bir din, bir "bağnazlık dini"dir.
Allah ayetlerinde, müminlerin yalnızca Kuran'dan sorumlu olduklarını açıkça bildirir ve dinde Kuran'dan başka kaynak edinenleri uyarır (Kalem Suresi/36-37) (Zuhruf Suresi/44). Kuran'a dayalı İslam hiçbir çelişki, ihtilaf ve tartışma konusu içermeyen tek bir dindir. Bağnaz zihniyet ise kendi içinde, hemen her konuda ihtilaflı mezhep ve gruplara bölünmüş, yüzlerce farklı din üretmiştir. (Enam Suresi/159) Bağnaz düşünceyi savunan ve yaşayanlar, Allah'ın Kuran'da bildirdiği halis dine uymaya şiddetle karşı çıkarlar. Yüzlerce yıldır araştırma, sorgulama, düşünme ve akletmeye gerek duymadan atalarından devraldıkları uydurma dine körü körüne uymada inatçı bir kararlılık gösterirler (Bakara Suresi/170).
Bağnazlık her konuda binlerce yasak ve kısıtlama üreten, insanları Allah'ın sunduğu nimetlerden, güzelliklerden, kolaylıklardan uzaklaştıran şeytani bir sistemdir. Bu sistemin en büyük mağduru ise kadınlardır. Bağnazlık sistemi kadınları dünyadan, sosyal yaşamdan soyutlayarak onları evlerinde, adeta kocalarının köleleri olarak sürdürecekleri kavruk, kasvetli, çileli bir yaşama mahkum eder. Onlara yönelik her türlü ayrımcılığı, eşitsizliği destekler, onlara yapılan zulüm ve kötü muamelelere göz yumar. Bağnazlar, erkek egemen bu adaletsiz sistemi sağlam ve kalıcı kılmak amacıyla İslam adına, kadınları baskılayan, suistimal edilmelerine imkan veren, en temel insani haklarını bile gasp eden Kuran'a aykırı sayısız hükümler uydurmuştur.
Farhana Qazi, 'İslam dünyasında kadın' konsunda çok sayıda bilimsel çalışması bulunan Pakistan asıllı ABD'li bir akademisyen, yazar, konuşmacı, siyasi analist ve danışman... Qazi bir röportajında, Pakistan'da kültürün dinin önüne geçtiğine dikkat çekiyor. Pakistan'ı, "çoğu, kızları, kadınları ve onların İslam'daki temel haklarını reddeden ataerkil kanunlara, çok eski adet ve geleneklere sahip bir ülke" olarak tarif ediyor.
İşin aslı, Qazi'nin bu tespiti yalnızca Pakistan'a özel bir durum değil. Ne yazık ki Müslüman dünyasının çok büyük bir bölümü de aynı tarifin içine giriyor. Kadının durumu birçok ülkede çok farklı değil. En basitinden Afganistan'da, kadınların temel hakları şöyle dursun, doğuştan aldıkları isimlerinin resmi belgelerde hatta mezar taşlarında bile kullanılması yasak. Onları öz isimleriyle çağırmak uygunsuz hatta hakaret unsuru olarak görülüyor. Afganlı kadın, hayatının eğitim, evlilik gibi her alanında bütünüyle ailesindeki erkeklerin insafına terk edilmiş durumda.
Nitekim Qazi, İslam dünyasının genelini benzer biçimde, antik kültürlere uzanan ataerkil kural, adet ve geleneklerle kör edilmiş, çökmüş milyarlık bir kitle olarak tanımlıyor. Kadın haklarına karşı çıkan fetvaları veren bölücü gruplar, dini fanatikler ve aşırı muhafazakarların İslam'da büyük tahribat yaptığını belirtiyor.
Radikal zihniyet, kadını sosyal hayatta elinden geldiği kadar geri planda, baskı altında, ezilmiş, 2. sınıf ve her türlü insani hakkı gasp edilmiş bir statüde tutarken işine geldiği durumda onu en ön safa sürmekten de çekinmez. Radikalizmin saf uygulayıcısı olan terör örgütleri kadınları her türlü militan görevde, çatışmada, terör eyleminde, canlı bomba saldırılarında sıklıkla kullanır.
Atlantic Council'de yayınlanan bir araştırmada şu bilgiler veriliyor: "Çeçen Kara Dullar olsun veya Gazze ve Batı Şeria'daki Filistinli intihar bombacıları olsun radikal İslami hareketler kadını, radikalizmi ve şiddeti bir tür güç ve sorumluluk kazanma şeklinde görmeye teşvik ediyor. IŞİD'in Arap, aynı zamanda Fransız ve İngiliz doğumlu tam çarşaflı kadınların oluşturduğu al-Hansa Tugayı, kontrol noktalarında görev yapıyor, ahlak polisi olarak sokaklarda devriye geziyor... Kadın savaşçılar devşiren ve onları görevlere gönderen erkek (sözde) cihatçılar elbette ki kadın-erkek eşitliğini savunmuyor."
Görüldüğü gibi bağnaz radikal anlayış, sosyal hayatta kişiliğini ezip yok ettiği, en geri plana ittiği kadına, terör ve şiddet ortamını sözde kişilik kazanma, öne çıkma fırsatı olarak sunuyor. Bu tür uygulamalarla kendisinin iki yüzlü, fırsatçı ve sahtekar yönünü bir kez daha gözler önüne seriyor.
Radikaller, benzer çifte standart yaklaşımı kadınlardan cinsel meta olarak faydalanma fırsatı oluşunca da gösteriyor. Normal şartlarda din, namus, ahlak adına kadınlara evde esir hayatı yaşatıp, dışarıda gözünü bile açmasına izin vermezken (sözde) cihatlarında bu değerler bir anda ortadan kalkıyor. Atlantic Council'deki makalede konuyla ilgili şu ifadeler yer alıyor: "Bazı raporlara göre, Suudlu Mohammed al-Arifi gibi din adamları (sadece birkaç saat süren geçici evlilikten ibaret olan) "cinsel cihat" kavramını meşrulaştırmış olabilir."
Endişe verici olan, bu tür uydurma fetvalardan etkilenen ve gönüllü olarak kendilerini kullandırtmak amacıyla bu sahte cihatçılara katılan kadınların miktarının azımsanmayacak olması. Aynı kaynakta, Tunus vb. İslam ülkelerinden çok sayıda kadının bu sözde "cinsel cihat" davetine karşılık verdiği, Malezya'dan Avrupa ülkelerinden genç kadınların terör örgütleri tarafından devşirildiği, bunlar arasında en meşhur olanın ise iki Avusturyalı genç kızın IŞİD'e katılarak "cihatçı gelinler" oldukları gibi bilgilere yer veriliyor.
Kadını, sosyal hayattan, medeniyetten, özgürce düşünüp hareket etmekten alıkoyan radikal zihniyet aslında en büyük darbeyi kendine, toplumuna, sonra gelecek nesillere vuruyor. Dolayısıyla, esaret, yoksunluk, eğitimsizlik içinde baskılanmış kadının büyüttüğü çocuklar da çoğunlukla sağlığından beslenmesine, eğitiminden fiziksel, zihinsel ve ruhi gelişimine kadar yüzlerce yıllık aynı kavruk yapıyı sürdürecek mirasçılar olarak yetişiyor. İslam toplumları da her devirde "geri kalmışlık", "az gelişmişlik", "3. dünya ülkeleri olmak" gibi etiketlerden kurtulamıyor.
Bugün, toplumun yaklaşık yüzde ellisini oluşturan kadınları zincire vuran bir coğrafyanın gelişmesini, ilerlemesini, dünyada güçlü, başarılı ve söz sahibi olmasını beklemek çok büyük bir yanılgı olur. Kadınların üzerindeki bu ağır zincirlerin kırılması ise İslam dünyası için yepyeni güzel günlerin müjdecisi olacaktır. Bu da ancak atalardan gelen bağnazlık dininden İslam'ın özü ve yegane kitabı olan Kuran'a dönülmesiyle mümkündür.
Adnan Oktar'ın Egyptian Streets'de (Mısır) yayınlanan makalesi:
https://egyptianstreets.com/2017/12/26/women-bound-by-chains-of-radicalism/