İçinde bulunduğumuz ahir zamanda dünyaya acı, zulüm, vahşet getiren ideolojilerin başında komünizm gelir. Bu ideolojinin liderlerinin acımasız ve dinden uzak kişilikleri, Kuran’da söz edilen Firavun karakteri ile özdeşleşir. Bu kişilerin dinsiz ve zalim özellikleri toplumda din ahlakının yaşanmasını engeller ve toplumlarda ahlaki ve ailevi değerler zamanla geçerliliğini yitirir. İyilik ve kötülük kavramları kişisel menfaat ve beklentilere göre şekillenmeye başlar. Bu nedenle de zaman içinde rüşvet, hırsızlık ve devlete itaatsizlik gibi ahlak dışı davranışlar yayılarak devletin ve milletin güvenliğini ve bütünlüğünü tehdit eden birer unsur haline gelir.
Bir milletin fertlerini bir arada tutan en güçlü bağ olan ortak manevi değerler; aile, ahlak ve devlet müesseselerinin de devamını sağlayan en önemli unsurdur. Din ahlakının var olmadığı veya dini değerlerin ortadan kalktığı bir toplumda, bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak aile, ahlak ve devlet kavramları da geçerliliğini yitirir ve kısa süre içinde ortadan kalkar.
Dini ve manevi değerlere bağlılığın bir toplum için hayati önem taşıdığına dikkat çeken Büyük Önder Atatürk de Türk Milleti’nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini “Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur”; “Din vardır ve lazımdır” sözleriyle teşvik etmiştir.
Nitekim tarihe, özellikle de Türk Milleti’nin tarihine baktığımızda bunun ne derece doğru olduğunu açıkça görebiliriz. Türk Milleti’nin tarihinde yer alan tüm güçlü ve kalıcı devletler, özellikle de 6 yüzyıl boyunca dünyanın en büyük siyasi güçlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu, manevi değerlere bağlılıktan gelen güçlü bir kültür üzerine yükselmiştir.
Manevi değerlerine bağlılık o derece büyük bir güçtür ki, milletin siyasi çalkantıları atlatmasını, dışarıdan gelebilecek bir saldırı ya da tacize karşı dayanaklı olmasını ve ayakta kalmasını sağlar. Diğer taraftan dini ve milli bağları zayıf, hatta dinsiz toplumlar tarih sahnesinde çok kısa süreler boyunca yer alabilmişler ve zaman içinde asimile olup gitmişlerdir. Bu sosyolojik gerçek, tarih boyunca hep tekerrür etmiş ve dini bağları güçlü devletler varlıklarını sürdürebilirken, diğerleri kaos, kargaşa ve anarşi içinde yok olmuşlardır. Peki bunun sebepleri nelerdir?
Her şeyden önce din ahlakının yaşanmadığı bir toplumda, temeli inançsızlık üzerine kurulu görüşler rağbet görür, birçok sapkın fikir sistemi yayılacak zemin bulur. Bireyler kendi benliklerinden, ortak kimliklerinden uzaklaşırlar. Temelini ateizm ve dinsizlik üzerine oturtmuş olan materyalizm gibi felsefeler ve komünizm gibi ideolojiler o toplumu kısa zamanda bir ağ gibi sarar. Kısacası böyle bir toplumda din ahlakının yokluğundan meydana gelen boşluğu bölücü ve dejenere edici fikir sistemleri doldurur.
Tüm bu olumsuzluklar devletin oturmuş düzenini ve milletin yerleşmiş dokusunu da çok hızlı bir şekilde tahrip eder. Çünkü devlete bağlılık, vatan sevgisi gibi üstün vasıflar yine dini inançların sonucunda gelişmiş özelliklerdir. Din ahlakını yaşamayan, dolayısıyla vicdani duyguları gelişmemiş bir insanın milletini, bayrağını sevmesi, devletine hizmet şuuru içinde çalışması, karşılık beklemeden gece gündüz vatanı için nöbet beklemesi elbette düşünülemez. Böyle bireylerin yetişmediği, yetişmiş bireylerin de bu üstün vasıflarını kaybettiği bir toplum, şüphesiz ki hem sosyolojik açıdan hem de siyasi olarak varlığını sürdüremeyecektir.
İşte ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgesinde PKK terör örgütünün yapmak istediği budur. Bu örgüt Marksist Leninist propaganda yaparak halkın güçlü dini ve manevi duygularını zayıflatmak ve ülkemizin bu bölgesinde ayrılık çıkarmak amacındadır.
Bölücü terör örgütü, çeşitli taktiklerle bu gerçeği özellikle bölge vatandaşlarımızdan gizlemeye çalışsa da, her eylemi, her sloganı ve her bildirisiyle komünist ve ateisttir. Örgütün hemen hemen her gün şehit ettiği asker ve emniyet güçlerimizle, mazlum vatandaşımızla, attığı kanlı ve zalim adımları arttırdığı da görülmektedir. PKK terör örgütünün bazı Kürt kökenli vatandaşlarımızı da aldatıp arkasına alarak Güneydoğu’da çeşitli habis faaliyetlerde bulunmasının sebebi gerçekte etnik temele dayanmamaktadır. Sorun etnik değil, ideolojiktir. Ülkemizin doğusunda yaşanan bölünmenin tek bir nedeni vardır, o da komünizmdir. Burada bir etnik hareket değil, komünist ve dinsiz bir hareket söz konusudur. Kürt milliyetçiliği görüntüsü tamamen bölge halkının gözünü boyamaya yöneliktir. Örgütün dinsiz ve komünist yapısı bölücü örgütün elebaşının bazı izahlarında açıkça görülmektedir:
“Lenin 1900’de ne ise ben de 21. yüzyıl sosyalizmini temsil ediyorum, reel sosyalizmle savaşarak, emperyalizmle savaşarak yeni sosyalizmi inşaa ediyorum.” (Özgür Yaşamla Diyaloglar, s.201)
“PKK, Marksizm-Leninizm geleneğine uygun bir gelişme yaşamıştır. Bundan sonrası açık ki etle tırnak gibi birbirinden ayrılmayan bu miras üzerine şekillenecektir.” (Kürdistan’da Halk Kahramanlığı, s.78)
“Bizim ortamımızda sosyalizmin ve komünizmin ölçüleri egemendir. Sosyalizmde herkese emeği kadar verilir. Bu, parti (PKK) içinde de geçerlidir. Bu, komünist toplumun kuruluşuna kadar da geçerli olacaktır.” (Tasfiyeciliğin Tasfiyesi, s.153)
“İşte proletaryanın kahramanları Marks ve Engels. İşte onun teorik, siyasal dahisi Lenin ve yine onun pratik ustaları Stalin, Ho Chi Minh ve Mao. Ve bunların önderliğinde yürüyen birçok ulusal ve enternasyonalist kahraman. İnsanlığın özgürlük bilincini ayaklandıran, örgütlendiren ve halk ordusu denilen orduları ortaya çıkaran bu büyük kahramanların insanlık tarihindeki yeri gerçekten büyüktür.” (Kürdistan’da Halk Kahramanlığı, İstanbul, Mart 2004, s.87)
Terörle mücadele konusunda bugün gelinen noktada, terörü yalnızca askeri bir girişim ile yok etmenin mümkün olamayacağı, mutlaka fikri yönden de yapılacak bir mücadele ile terörün ideolojisinin etkisiz kılınması gerektiği tartışılmaz bir gerçektir. PKK’nın Marksist-Leninist, komünist ve dolayısıyla ateist bir örgütlenme olduğu da son dönemde herkesçe kabul edilen ve dile getirilen diğer bir gerçek olmuştur. Her iki konuda da toplum genelinde bir görüş birliği oluşmuştur. PKK’ya karşı kalıcı bir çözümü fikri mücadele olmadan elde etmek olanaksızdır. Sivrisineklerle tek tek mücadele etmenin sonu yoktur, çözüm bataklığın kurutulmasıdır. Fikri mücadele terör örgütüne psikolojik açıdan da büyük darbe vurmaktadır. Son günlerde terör örgütü yandaşlarının, kaybettikleri desteğin ardından büyük bir panik içinde oldukları, psikolojilerinin bozulduğu gözlenmektedir. İdeolojilerinin artık taraftar bulmadığı gerçeğinin iyiden iyiye farkına varan bu kişiler, din ahlakına karşı olan düşmanlıklarını açıkça ortaya koyan açıklamalar yapmaktadırlar.
Türkiye’de şu an, çeşitli kesimlerin katkılarıyla yoğun biçimde devam eden büyük bir imani, milli, kültürel ve ilmi çalışma vardır. Bu çalışmanın güzel sonuçları kendini göstermeye başlamıştır. PKK’nın son dönemde siyasi anlamda büyük bir güç kaybına uğramış olmasında söz konusu faaliyetlerin büyük rolü olmuştur. Bu faaliyetlerin vesilesiyle Türkü, Kürdü, Lazı ve Çerkeziyle tüm Türk halkı birlik ve beraberlik ruhunu korumuş, imanını muhafaza etmiş, milli ve manevi değerlerine sahip çıkma konusunda etkin bir tavır sergilemiştir. Gençler de ateist ve bölücü ideolojilere aldanmaktan kurtulmuş, böylelikle terör örgütü ideolojik anlamda hiçbir destek bulamaz hale gelmiştir. Bölücü örgüt şunu çok iyi bilmektedir ki; İslam ahlakını benimsemiş bir toplumda başarılı olmaları mümkün değildir. Bu gerçeğin bilincinde olan ilgili odaklar, bütün güçleriyle milletimizi imanından, ahlakından koparmaya çalışmakta, Darwinist dünya görüşünü yerleştirmeye gayret etmektedirler. Darwinizm’in yayılması PKK için yeni insan kaynağı demektir. Bu yüzden Darwinizm ile yapılan her türlü propaganda doğrudan terör örgütünü fikri anlamda güçlendirip, beslemektedir. Tek yanlı Marksist-Leninist ve Darwinist propaganda, Doğu’da binlerce gencin bölücü örgütün saflarına katılmasına sebep olacaktır.
Marksist-Leninist, bölücü propagandaya karşı Yaratılışçı, milliyetçi, Atatürkçü, üniter devleti ve milli manevi değerleri savunan bir karşı propaganda şarttır. Bu propagandaya toplumun tüm kesimlerinin destek olmaları, teröre öldürücü darbe vurulana kadar bunu kararlılıkla sürdürmeleri ülkemizin geleceği açısından son derece önemlidir. Bu gerçek ayette şöyle bildirilir:
“İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)
Hak dinleri diğerlerinden (batıl dinlerden) ayıran en önemli fark İlahi kaynaklı olmalarıdır. İlahi kaynaklı dinlerden bugün mensubu bulunanlar Musevilik, Hristiyanlık ve İslam’dır. Başlangıçta her üçü de Allah Katından indirilmiş, fakat Hristiyanlık ve Musevilik bu dinleri tebliğ eden peygamberlerin (Hz. Musa (a.s.), Hz. İsa (a.s.)) ardından bozulmaya uğramışlardır. Bu dinlerin bozulmasının ardından Allah kıyamete kadar geçerli olacak en son İlahi Kitap Kuran’ı göndermiş ve onu her türlü bozulmadan, tahrifattan koruyacağını bildirmiştir:
“Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.” (Hicr Suresi, 9)
“Dinsizlik, devlet ve milleti yıkan bir tehlikedir” gerçeğinin tarihteki somut delillerine dayanarak söyleyebiliriz ki, bir ülkenin bekası için milli ve manevi değerlerin korunması ve güçlendirilmesi hayati öneme sahiptir. Müslüman Türk Milleti, harcında var olan bu anlayış sayesinde en zor dönemlerinde bile Müslümanların sancaktarlığını yapmış, mevcudiyetin, bütünlüğünü ve otoritesini her türlü koşula rağmen muhafaza etmiştir. 2000’li yıllarda modern, ilerici ve refah düzeyi yüksek bir Türkiye olmak için de bu güzel özelliklerin devam ettirilmesi önemlidir. Türk Milleti, geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu yönüyle dünya milletlerine örnek olacaktır.