Arap dünyası batıda Atlas Okyanusu’ndan doğuda Hint Okyanusu’na kadar geniş bir alana yayılır. Bununla birlikte Arap toprakları denilince ilk akla gelen bölge Ortadoğu’dur. Bu coğrafya Arap dünyasının hem kalbi hem de beynidir.
Arap dünyası ile özdeşleşen Ortadoğu aynı zamanda İbrahimi dinlerin doğum yeri, büyük devletlere ve imparatorluklara ev sahipliği yapmış bir medeniyetler diyarıdır. Politik, stratejik, kültürel, ekonomik açılardan tarihin her döneminde çok önemli bir rol üstlenmiş, kültür ve inançların yayılıp gelişmesinde etkili bir köprü vazifesi görmüştür. Halen de dünyanın en stratejik bölgelerinden biri olma vasfını korumaktadır.
Bugün Ortadoğu toprakları terör, çatışma, savaş ve istikrarsızlık ile iç içe yaşıyor. Gerek radikal örgütlerin kanlı eylemleri gerekse dış güçlerin askeri müdahaleleri benzersiz acılara ve kayıplara neden oluyor. Ne var ki her iki taraf da kendisini “kurtarıcı” olarak tanıtıyor. Ancak yakın geçmiş bir gerçeği kesinlikle ortaya koyuyor: Her iki tarafın eylemleri gerçekte çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet ediyor. Çünkü birbirlerinden çok farklı da olsalar aslında temelde aynı yanlış yöntemleri kullanıyorlar: Silahlı mücadele, şiddet, baskı ve tehdit politikaları.
Açıkça görülüyor ki yıllardır özlemle beklenen barış, huzur ve güvenliğin anahtarı katı askeri politikalar ve bombalar değil. Tam aksine şiddet daha çok şiddeti doğuruyor. Akıllı bombalar ve modern silahlar her zaman daha çok kin, öfke ve vahşeti de beraberinde getiriyor. İstikrarsızlığın ve karışıklığın başlıca nedenlerinden olan radikal örgütler daha da güçlenerek saldırılarını sürdürüyorlar. Bu nedenle kesin çözüm için, öncelikle geçmişten iyi ders almak ve aynı hataları tekrarlamamak gerekiyor.
Ortadoğu’nun kökleşmiş sorunları savaşla değil diplomasiyle, çatışmayla değil uzlaşmayla, nefretle değil sevgiyle çözülebilir. Çözüm üretmek için diplomatik yollar deneniyor elbette. Doğrusu da bu zaten. Nasıl ki kişiler arası ilişkilerde karşılıklı konuşarak anlaşmak, affetmek, öfkeyi yenmek, eleştiriye açık olmak gibi üstün değerler aranıyorsa, milletler arası sorunlarda da her zaman barış ve diplomasi ile çözümün amaçlanması gerekiyor. Ne var ki uluslararası toplantıların çoğu yapıcı sonuçlardan ziyade iyi dilek temennileri düzeyinde kalabiliyor ve bu da çözüme katkı sunmuyor. Sevgiden uzak müzakereler, soğuk toplantılar, tepeden dayatma kararlar veya küçümseyici tavırlar olduğunda toplumlarda barış ve huzuru sağlamak da imkansızlaşıyor.
Oysa çözüm çok kolay. Arap dünyası ve Ortadoğu’nun içinde bulunduğu zor günlerde aslında çok da hak ettiği değeri görmeyen bir çözüm aracına sahibiz: Kültürel diplomasi.
Kimileri diplomasiyi sadece siyasi diplomasiden ibaret zanneder. Ancak siyasi müzakereler sorunların barışçıl çözümünde tek yöntem değildir. Günümüz dünyasında kültürel diplomasi de en az siyasi diplomasi kadar önemlidir; özellikle de uzun yıllara dayanan ve kangren olmuş sorunların çözümünde. Ulusal çıkarlar ve resmi ideolojilerin ağır basması, ülkeler arasındaki konularda klasik diplomasi yoluyla bir çözümü kimi zaman olanaksız kılabiliyor. İşte böyle durumlarda sevgi temelli bir kültürel diplomasi başarılı sonuçlar verebilir ve dini değerler odaklı bir diplomasi yürütülmesi kördüğümü etkili bir şekilde açabilir.
Arap kültürünü şekillendiren dindir. Ortadoğu’nun ruhu dindir. İslamiyet 7. yüzyıldan bu yana bölgeye hakimdir ve siyaset, ekonomi, hukuk, kültür, bilim, sanat, eğitim gibi günlük hayatın tüm alanlarında büyük bir etkiye sahiptir. Ortadoğu'da her şey İslam örfü üzerine kuruludur. Bölgenin neredeyse tamamı İslam dininin motiflerini taşır. Dolayısıyla Arap dünyasında din olmadan sorunlara çözüm getirmek mümkün değildir. Ve yine bu nedenle kültürel diplomasi atağının odağında dini değerlerin yer alması zorunludur.
Yanlış bir kanıya kapılarak, “Din sorunun çözümü değil nedenidir” diye düşünenler olabilir. Gerçekte ise, İslam’da hiçbir yeri olmayan hurafeler, uydurma hadisler ve bağnaz inançlar Ortadoğu’yu kaplayan dehşetin, şiddetin ve parçalanmışlığın başlıca sebebidir. Bu, din değildir, radikal ve bağnaz bir ideolojidir. İslam’ın özünden ve Kuran’dan uzaklaştıkça, mezhepler veya çeşitli radikal gruplar arasındaki savaşlar, düşmanlık, vahşet ve acılar da artmıştır. Hiç kuşkusuz, din sevgi, kardeşlik, birlik ve beraberliğin teminatıdır; barış, huzur, refah, insan hakları, sosyal adalet, demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi üstün değerler İslam ve Kuran ahlakına göre hareket eden bir toplumda mükemmel olarak yaşanır. İslam’da baskı ve zorlamaya asla yer yoktur. Kuran’da din, inanç ve fikir özgürlüğü, diğer bir ifadeyle laiklik tam anlamıyla mevcuttur.
Arap dünyasının asıl sorunu radikal militanlar değil, onların beyinlerindeki radikal ideolojidir. O halde yapılması gereken, din adına ortaya çıkan bağnazlığı yok etmekt yani kimi beyinlerdeki yanlış inançları temizlemek için gerçek İslam’ı anlatmaktır. Toplumların manevi bir eğitime, manevi yönden bir kalkınmaya ihtiyacı var. Fakat bu manevi eğitim mutlaka salt Kuran’a dayalı bir eğitim olmalıdır. Bilindiği gibi Arap toplumlarında din adamları ve manevi liderler önem taşır, kültür elçileri, kanaat önderleridirler. Dolayısıyla bu eğitimde onların da büyük rolü olacaktır. Zira Ortadoğu’da dini liderlerin rolü politikacılardan, akademisyenlerden, sanatçılardan, uluslar arası kuruluşlardan, medyadan daha önemlidir çoğu zaman.
Elbette söz konusu kültür elçilerinin samimi, sağduyu sahibi, sevgi ve şefkat ruhuyla hareket eden insanlar olmaları büyük önem taşımaktadır. Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşayan, anlatan ve örnek olan manevi liderlerin varlığı sorunların çözümünde kilit noktadır. Ortadoğu’nun manevi önderleri kin, nefret ve düşmanlığı kışkırtacak konuşmalardan itinayla kaçınarak; sevgi, birlik, kardeşlik, anlayış ve barış kültürünü aşılayan bir üsluba sarılarak bölgenin gerçek kurtarıcıları olabilirler. Farklı gruplara ve mezheplere ait liderlerin bütün ayrılıkları bir kenara koyarak, çeşitli vesilelerle, Kuran çatısı altında sık sık bir araya gelmeleri barışın ve huzurun önündeki tüm engelleri kaldıracaktır.
Halen dünyanın en zorlu coğrafyası Ortadoğu topraklarıdır şüphesiz. Bunun yanı sıra Arap dünyasını oluşturan toplumların ortak dini, dili, kültürü ve değerleriyle birlikte benzer toplumsal yapıları da tarihi bir çözüm fırsatı sunmaktadır. Din adamları ve manevi liderlere ise bölgenin kültür elçileri olarak hayati bir sorumluluk düşmektedir. Duamız ve çalışmalarımız bu birliğin bir an önce sağlanması yolundadır.
Adnan Oktar'ın New Straits Times & The Hans India'da yayınlanan makalesi:
http://www.nst.com.my/news/2016/08/164434/peace-through-cultural-religious-diplomacy