“İnsanlık tarihi boyunca yeryüzünün sosyal ve siyasi açıdan en karışık bölgesi neresidir?” diye sorulsa, kuşkusuz birçok insan bu soruya “Ortadoğu” diye cevap verecektir.
Yüzyıllardır Ortadoğu’da adeta çok oyuncunun katıldığı bir satranç müsabakası devam ediyor. Her oyuncu satranç tahtasına kendi menfaatleri doğrultusunda müdahalelerde bulunuyor. Amaç satranç masasından galip kalkmak... Ama oyuncuların menfaatleri birbirlerinden o kadar farklı ki, bir taraf tam şah-mat yapıp masadan kalkacakken, bir başka müdahaleyle oyun tekrar başa dönüyor.
Gerçekten de Ortadoğu’da tarih boyunca birçok savaşa, devrime, siyasi hamleye, suikaste yani bu bölgeye hakim olmak için her türlü yönteme başvurulmuş. Ancak tüm bunlara rağmen, geçici dönemler haricinde Ortadoğu’da siyasi istikrar ve huzur neredeyse hiç sağlanamamış.
Günümüze gelindiğinde Ortadoğu’da işlerin iyice karıştığı görülüyor. Bugün de Ortadoğu hala, bölgedeki mevcut iktidarlara terk edilemeyecek kadar değerli. Ortadoğu’da atılan her adım domino taşı etkisi gibi tüm dünyayı etkiliyor. Mevcut büyük devletlerden birinin bölgede tek başına barışı sağlaması veya hakim olması da mümkün görünmüyor, çünkü bu büyük devletlerin bölge stratejilerinde iki temel hata var. Birincisi, bölgedeki halkların haklarını ve taleplerini göz ardı edip tepeden inmeci bir anlayışla hareket etmek. İkincisi de, salt kendi menfaatlerini düşünüp huzur ve refah tesis etmeyi ikinci plana almak. Adaletten ve insani değerlerden uzak, diğer ülkelerle işbirliği yapmayan, tek yönlü hareket eden, özgürlükleri sınırlandıran, halkların manevi değerlerine kıymet vermeyen bu stratejiler bölgede çatışmaya zemin hazırlıyor.
Ortadoğu’da dengeler ve çatışmalar söz konusu olduğunda, Kürtlere değinmemek mümkün değil. Ortadoğu’daki Kürtler; Türkiye, İran, Irak, Suriye ve hatta çok az da olsa İsrail’de dağınık halde yaşıyorlar.
Kürtler tarih boyunca gerek bölgedeki devletler gerekse bu bölgeyle ilgili planları olan diğer devletler tarafından mutlaka kullanılmak istenmişler. Kürtlerin dağınık yapısı, bölgede kendi başlarına yardımsız ve çaresiz bırakılmış olmaları, bölgede planları olan devletlerin hep ilgisini çekmiş. Ancak bu devletler Kürtlere genellikle samimi yaklaşmamış, onlara ihtiyaçları olanı değil, kendi uygun gördüklerini vermekle yetinmişler.
Günümüzde, Kürtlerden bir bölümü yaşadıkları topluma tam adapte olduklarından, kendilerini o toplumun bir parçası olarak görüyorlar. Ancak Kürtlerden bir bölümü Stalinist ideolojilerinin gereği olarak, bir bölümü ise geçmişte yaşadıkları acıların etkisiyle bağımsız bir devlet kurmak istiyorlar.
İşte bu noktada, Ortadoğu’daki dengelerle oynanırken, Kürtlerden bir bölümünün bağımsız ve Stalinist devlet kurma hayali, onlara bazı vaatlerin verilmesine yol açıyor. Tahmin edebileceğiniz gibi, Kürtlere bağımsız bir devlet kuracakları yönünde verilen sayısız vaat var. Ancak günümüze kadarki süreçte, bu vaatlerin hiçbirinin tutulmadığı aşikar.
Bölgede Stalinist ideolojiye dayalı bağımsız bir Kürt Devletinin kurulmasının ne kadar büyük felaketlere yol açacağını anlamak hiç de zor değil. PKK, PJAK ve PYD gibi örgütlerin hepsinin amaçlarına ulaşmakta kullandıkları tek yöntem “terör”. Dolayısıyla kurulması istenen Kürt Devleti’nde Stalinist bir yönetim anlayışının hakim olması halinde, Ortadoğu’nun geri dönülemeyecek bir biçimde karışacağı bugünden anlaşılan bir gerçek.
Peki Kürtlerin yaşadıkları tüm sıkıntıların son bulması mümkün mü? Evet, mümkün. Ancak bunun için Ortadoğu’da düzenin sağlanmasına yönelik izlenen yöntemlerin değişmesi gerek. Ortadoğu’da huzurun sağlanmasının ve dolayısıyla Kürtlerin rahatlamalarının ilk şartı, bölgede rol üstlenen devletlerin şahsi menfaatlerini bir yana atarak ortak bir menfaat çevresinde toplanmalarıdır. Peki birbirinden farklı devletleri hangi ortak menfaat bir araya getirebilir? Barış ve kardeşlik...
“Barış ve kardeşlik” ifadesi elbette ki hepimiz için tanıdık bir ifade. Zira Ortadoğu’ya müdahale eden tüm devletler de barışı ve kardeşliği tesis etmek istediklerini ileri sürüyorlar. Bunu ileri sürüyorlar ancak bir türlü bunu sağlayamıyorlar. Çünkü bunun için uyguladıkları yöntemler doğru değil. Doğru olmadığı için de Ortadoğu’da kan ve gözyaşı dinmiyor.
Ortadoğu’da kan ve gözyaşını durduracak tek çare, çatışmanın özgürlük getireceğini öne süren Darwinist materyalist ideolojilerin geçersizliğinin anlatılması ve İslam ahlakının bölgeye hakim edilmesidir.
Sonuç olarak; Ortadoğu’da İsrail’in ve Müslüman ülkelerin bir arada barış içinde yaşamalarının tek yolu, Kuran’da emredilen sevgi ve hoşgörü anlayışının bölgeye yayılmasıdır. Terörün, mezhep kavgalarının ve radikalizmin kol gezdiği Ortadoğu; terörü, mezhep ayrılıklarına dayanan çatışmaları ve radikalizmi lanetleyen gerçek İslam anlayışıyla kurtuluş bulabilir. Başka hiçbir çözüm yolu, Ortadoğu’yu kurtarmaya yetmeyecektir. Tarihte bu yöndeki tüm çabalara rağmen elde edilen başarısızlıklar, bu gerçeğin bir göstergesidir.
Adnan Oktar'ın Times of Oman'da yayınlanan makalesi: