NATO, ABD ve Marksist Müttefik
ucgen

NATO, ABD ve Marksist Müttefik

56846

2. Dünya Savaşı’nın ardından dengeler ABD-SSCB açısından bozulmuş, SSCB’nin atom bombası üretmesi ABD için bardağı taşıran son damla olmuştu. ABD, belki de ilk defa olarak komünist tehdidin büyüklüğünü anlamış, faşist Almanya ile savaşırken göremediği tehdit bir anda kendisini hedef almıştı. Kuzey Atlantik Paktı yani NATO, işte bu tehdit karşısında kuruldu. Türkiye bu noktada iki cephe için de önemliydi: SSCB, boğazlarda bir üs kurmak istiyor, ABD ise bu dev komünist tehdide karşı Türkiye toprakları üzerinde üsler edinmek istiyordu.

NATO’ya Türkiye’nin girişi işte bu büyük tehdidin ABD ve İngiltere adına bertaraf edilmesini sağlamıştır. O tarihten sonra başlayan Soğuk Savaş sırasında NATO’da Türkiye’nin varlığı, üye ülkeler için oldukça büyük bir önem arz etmiş ve dünyayı çıkması muhtemel bir 3. Dünya Savaşı’ndan korumuştur. Özetlemek gerekirse, NATO’nun asıl kuruluş amacı komünizmle mücadeledir ve Türkiye, o dönemde bu mücadelenin mihenk taşı olmuştur.

NATO’nun temelinde “hepimiz birimiz için” anlayışı hakimdir. Anlaşmanın 5. Maddesine göre, üye ülkelerden birinin toprak bütünlüğü tehlikeye girdiğinde, üyelerin tümü bunu kendilerine yapılmış bir saldırı olarak saymak mecburiyetindedir. 21. yüzyıl, NATO’nun sorumluluklarını büyütmüş, ülkeler arası savaş kapsamı genişletilmiş ve terör tehdidi de bir müdahale gerekçesi olarak sayılmıştır. Bu gerekçe ile 11 Eylül saldırıları, NATO’nun 5. Maddesini devreye soktuğu tek örnek olmuştur.

Bir terör saldırısı sonrası 5. Maddenin uygulamaya konması ile NATO, resmi olarak terörizmi, üye ülkelerin ve dünyanın güvenliğini tehdit eden unsurlar arasına almıştır.

İşte bu gerekçeyle Türkiye, hatırlanacağı gibi Temmuz ayında NATO’yu, anlaşmanın ikinci önemli maddesi olan 4. Madde uyarınca olağanüstü toplantıya çağırmıştır. NATO Konseyi ise Türkiye'nin terörizme karşı yürüttüğü mücadelede yalnız olmadığını açıklamış böylece Türkiye'nin yürüttüğü operasyonların NATO tarafından desteklendiği teyit edilmiştir.

Burada iki önemli noktayı hatırlatalım. Birincisi, Türkiye’nin güney sınırında pek çok terör örgütü, çeşitli cephelerde kendini gösteriyor olsa da Türkiye’ye şu anda fiili anlamda saldıran tek terör örgütü PKK’dır. İkincisi ise NATO’nun kuruluş amacı, komünizm ile mücadeledir. Türkiye, şu anda fiili olarak komünist-anarşist bir terör örgütünün tehdidi altındadır. Türkiye’nin çeşitli illerinde pek çok ilçe, söz konusu terör örgütünün ablukası altına girmiştir. Her gün, çeşitli pusularla Türk askeri ve polisine saldırı düzenlenmekte, her gün şehit verilmektedir. Kandil dağından, PKK yöneticileri meydanı boş bulmuşçasına Türkiye’ye tehditler savurmakta, yakında metropollerde intihar bombalamalarına başlayacaklarını bildirmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin, yani bir NATO ülkesinin toprak bütünlüğü fiili ve ciddi anlamda tehlikeye girmiş durumdadır.

Burada şu konu yanlış anlaşılmamalıdır: Türkiye, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip bir devlettir. Gerçekte oldukça korkak olan PKK terör örgütü ile savaşma ve onları caydırma konusunda her türlü güce sahiptir. Bu gücün etkili şekilde kullanılması için Türk devletinin acil tedbirler alması gerektiği doğrudur ve bu konuda geç kalınmaması gerekmektedir. Elbette istediğimiz hiçbir şekilde kan dökülmesi değildir, fakat terör gibi fitne tehditlerinin olduğu durumlarda caydırıcılık kozu mutlaka kullanılmalıdır.

İşte bu sebeple boğuşmakta olduğu terör belasına karşı Türkiye’nin şu anda NATO’nun yardımına veya askeri desteğine ihtiyacı yoktur. Sadece Türk ordusu değil, Türk milleti de toprak bütünlüğüne sahip çıkacak azme ve kararlılığa sahiptir.

Ancak;

Eğer NATO üye ülkelerinin birinin toprak bütünlüğüne zarar vermiş olan bir örgüt, diğer üye ülkeler tarafından da tehdit sayılmıyorsa burada bir yanlışlık vardır. Eğer Türkiye, kendi sınırında tehdit teşkil eden ve PKK’nın doğrudan bir uzantısı olan YPG’yi terörist olarak adlandırıyor ve bunu kendisi için bir tehdit olarak görüyorsa, diğer bir NATO ülkesi olan ABD’nin “YPG’yi biz terör örgütü veya tehdit olarak görmüyoruz” diyerek ortaya çıkması Pakt’ın üstlendiği sorumluluğa meydan okumak dışında bir anlam taşımamaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ABD’den gelen açıklamalara verdiği cevap önemlidir: “Amerika, bu işte şu anda bedel ödemiyor, bedel ödeyen biziz ve PYD'nin yaptıklarını da YPG'nin yaptıklarını da bilen de biziz.”

Şu anda Marksist bir terör örgütünün sınırımızda ABD bombardımanı vesilesiyle yerleşmesinin bedelini ödeyecek olan Türkiye’dir. Yıllardır o sınırlardan kendi topraklarımıza PKK militanları geçmiş ve askerlerimize silah doğrultmuştur. Bu bedeli, şimdiye kadar ne ABD ne de diğer NATO ülkeleri ödemiş değillerdir. Bedel ödeyen sadece Türkiye olmuştur.

Durumu daha iyi anlamak için sorulması gereken soru şudur: Eğer Marksist bir terör örgütü, ABD’nin sınırında konuşlanıyor ve bir devlet elde ediyor olsa, militanlarını ülkenin içine gönderip sürekli silahlı eylemler yapıyor olsa ABD’nin tutumu nasıl olurdu? Muhtemelen NATO anlaşmasının 5. Maddesi ikinci kere uygulamaya konur ve acil askeri müdahaleler yapılırdı. Fakat Türkiye söz konusu olunca ABD yönetimi, YPG için “terör örgütü değil” demekte ve Marksist bir örgüt ile müttefik olmakta sakınca görmemektedir. Bu ne NATO’nun ruhuna ne de ABD-Türkiye ittifakına yakışmamaktadır.

NATO ruhu, üye ülkeleri saldırılardan korumak için birlik ruhu anlamına gelmekte ve bir dayanışma sergilemektedir. Bu dayanışma aynı zamanda dünyaya bela olmuş komünist yapılanmalara da karşı gelmek için hala ayaktadır. Bu güzel dayanışma ruhunu unutmamak ve NATO’nun asıl düsturunu daima hatırlamak gerekmektedir. Aksi taktirde teröriste verilen her destek gitgide daha büyük belaların kapısını açacak ve bu bela dünyaya uzanacaktır. 

Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi:

http://www.arabnews.com/columns/news/814761

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo