2003 yılında Çoklu Koalisyon Kuvvetleri’nin Irak’a girişine destek vermeyen Türkiye bir kısım batı basını tarafından kıyasıya eleştirilmişti. “NATO üyesine yakışmıyor” dediler, “uluslararası tehdit” tezini savundular. Türkiye’nin farklı tavrı, pek çoklarını kızdırmıştı. Öyle ki, bugünlerde “Türkiye’ye ambargo uygulayalım” diyenler o zaman da laflarını esirgemiyordu.
Somali ve Yemen’de ABD, terörist odakları bombalayarak yok etme yöntemini denerken, Türkiye’nin yaklaşımı yine farklıydı. Türkiye onları kalkındırmak, demokratikleştirmek için oradaydı.
Afganistan’a NATO koalisyonu dahilinde asker gönderenler arasında Türkiye’de vardı. Ama Afgan halk, kendilerini hem Taliban hem de “dış güçlerden” koruma faktörü olarak gördükleri Türk askerine sarıldılar, onları koruyucu olarak gördüler.
Suriye iç savaşı ilk patlak verdiğinde Batı sessiz kalırken, Türkiye diplomatik çözüm arayışındaydı. Yıllar geçip iç savaş korkunç bir vahşet boyutuna geldiğinde ise Türkiye’nin Suriye çözümü için getirdiği tüm öneriler cevapsız kalmış, ülke başıboş bırakılmıştı.
Türkiye, Batı’nın Ortadoğu politikalarını defalarca test etti ve hiçbirinde batıya güvenemedi. Çünkü batı, Ortadoğu’da sadece yeni geliştirdiği silahları deniyor, kanı durduramıyordu. MENA söz konusu olduğunda hep başka oldu Türkiye’nin tavrı. Ve daima haklı çıkan, kendisinden yardım beklenen, hemen her krizde o veya bu şekilde devrede olan Türkiye oldu.
Neden mi?
Evet, Türkiye bir NATO ülkesi. Türkiye NATO’nun tek Müslüman ülkesi. NATO’nun tek Ortadoğu ülkesi. Türkiye bölgenin ülkesi. Çatışmalar Türkiye’nin sınırında gerçekleşiyor. Ülkelerinden kaçanlar Türkiye’ye koşuyor. Türkiye’nin insanları kaçırılıyor, sınırda olup bitenden Türkiye sorumlu oluyor. Türkiye, kanlı coğrafyadan 1300 km’lik incecik bir sınır çizgisiyle ayrılıyor. O çizginin 100 metre ötesinde ya eli kanlı IŞİD’in, ya eli kanlı PKK’nın, ya eli kanlı El Nusra’nın, ya da eli kanlı Esad güçlerinin bayrağı dalgalanıyor. Bunu, bu coğrafyayı uydu görüntülerinden veya harita üzerinden izleyen diğer NATO ülkelerinin anlaması o kadar da kolay değil.
2012 yılında ABD'nin eski NATO Daimi Temsilcisi Nicholas Burns, Türkiye’nin NATO üyeliğinin olağanüstü büyük bir öneme sahip olduğunu anlatmış ve “Türkiye’ye hak ettiği etkiye sahip olma imkanları sunmalıyız” demişti. Bu sözler önemli ve özellikle şu anda dikkate alınması gereken sözlerdir. Çünkü Türkiye bölgeyi iyi tanıyan, İslam dini ve bölgenin kültürü ile iç içe olan, içinde yaşadığı tehlikeyi gayet iyi analiz edebilen ve aynı zamanda batı ittifakının bir parçası olan bir NATO ülkesidir. Ortadoğu’da hiçbir krizi başarıyla çözememiş olan batının, bilindik bombalama yöntemlerinde ısrar etmeden önce, Türk hükümetinin ısrarla üzerinde durduğu “diplomatik çözüm” konusuna kulak vermesi şarttır. Bölgede en büyük risk altında olan ve Irak ve Suriye’den akın eden bir buçuk milyondan fazla mülteciyi barındıran tek ülkenin Türkiye olduğu ve diplomatik çözümle “bir bildiği olduğu” unutulmamalıdır.
Türk rehinelerin serbest bırakılmasının ardından Türkiye’nin bir savaş koalisyonunun içinde bulunması gerektiğini yazanlar, hatta tıpkı Irak işgalinde olduğu gibi “Türkiye’ye ambargo uygulayalım” diye ortaya çıkanlar yine yanılıyorlar. Geçmişteki hataya düşmemeli, sadece masumu vuran, terörün yok edilmesinde hiçbir katkısı bulunmayan bombardıman mantığını terk etmeliler. Batı şunu anlamalı; savaşmak için bir araya gelmiş bir koalisyon tam olarak IŞİD tarzı örgütlerin beklediği bir saldırı ve öfke kıvılcımıdır. “Daha ne kadar ileri gidebilirler” diye düşünenler yanılırlar, bu öfke ve vahşet silsilesi korkunç boyutlara ulaşabilir. Ve bunu tetikleyen, atılan füzelerden başka bir şey olmayacaktır.
Bunun için batının, bilindik, denenmiş ve başarısız olmuş kaba kuvvet yöntemlerine değil; bölgeyi bilen, gerçek İslam ile yanlış İslam anlayışını birbirinden ayırt eden fikirlere başvurması şarttır.
Bu noktada PKK terör örgütünün bir kolu olan PYD’nin, Suriye’de 60’dan fazla köyü ve ellerindeki silahları IŞİD’e sadece bir günde teslim ettiklerini hatırlatmak gerekir. Sonucun böyle olacağını iki hafta önce Ignoring the cost of arming PKK başlıklı yazımda detaylarıyla belirtmiştim. PYD arkasına bakmadan kaçarken, geride bıraktığı 160bin Suriyeli Kürt şu anda Türkiye’nin misafiri. Irak ve Suriye’deki pek çok Kürdün de IŞİD’e katılmakta olduğu gerçeği dikkate alındığında batının PKK’ya silah yardımı hezeyanlarını da bir kenara bırakmasında fayda vardır. PKK’nın IŞİD karşısında her defasında yenileceği ve Amerikan ve Avrupa yapımı silahları IŞİD’in eline teslim edeceği kesindir. Batı, nasıl bir ideolojiyle karşı karşıya olduğunu ve bunun bir ideoloji savaşı olduğunu iyi düşünmelidir.
Türkiye’ye gelince; Türkiye bir batı koalisyonunun içinde yol gösterici, diplomatik çözüm yollarını açan bir güç olarak bulunmalıdır; ama savaşmak için değil. Ölenin Müslüman, öldürenin de Müslüman olduğu; Ortadoğu’yu harap ve vahşi bir sistem içinde bırakan; buna da dışarıdan füzelerle destek veren bir senaryonun parçası olmamalıdır; kanaatimce olmayacaktır da. Bir tarafın vahşetinin kaynağı ideolojikken, ideolojisini bir kenara bırakıp silahını elinden almaya çalışmak hiç durmadan yapılan ve hep hüsranla sonuçlanmış bir deneyimdir. Bu deneyimden bir türlü faydalanamayan batı, umarız Ortadoğu’nun kalbini bilen bir NATO ülkesini bu defa dinler. Ve umarız Türkiye, yanlış İslam anlayışını doğru İslam ile değiştirecek bir eğitim sisteminin öncüsü olabilir.