Genellikle, filmlerde, dizilerde, insanların tarif ettiği bir mutluluk modeli vardır. Hatta birçok dergide bu konu ile ilgili anketler yapılır. Paranın mutlu olma konusundaki önemi araştırılır. Para olmadan mutlu olunur mu? Veya para mı önemli yoksa mutluluk mu?
Müslüman bir kişinin, tüm yaşamı ve düşünceleri Kuran ahlakına göre şekillenir. Bir kişinin Allah’a iman etmesi, Allah’ın imanı o kişinin kalbine yerleştirmesi ve o kişinin bütün hayatı boyunca imanlı bir şekilde yaşaması Müslüman için mutluluğun kaynağıdır. Bunun üzerine yaşadığı herşey, Allah’tan kendisine verilen ayrı birer nimet ve mutluluk vesilesidir. Bu Müslümanların yaşadığı önemli bir sırdır. Bunun dışında kişi ne yaparsa yapsın mutlu olamaz. Ne kadar zengin olursa olsun, en güzel manzaralı bir evde de otursa, dünyanın en lüks yerinde yaşayıp, son model arabası da olsa, en pahalı, en kaliteli kıyafetleri de giyse yine de gerçek anlamda mutlu olamaz.
Mutluluk ancak Allah’a iman etmek, imandan kaynaklanan çok büyük bir sevinçle birlikte Allah’ın emirlerini titizlikle yerine getirmekle yaşanır. Kişinin eğer vicdanı temizse o kişi mutludur. Aksinde kişi Allah’ın yarattığı fıtrata ters davrandığı için; istediği formülü uygulasın hiçbir zaman mutlu olamaz; dünyanın hangi ülkesine giderse gitsin vicdanen duyduğu rahatsızlık da o kişi ile birlikte her yere gidecektir.
Günümüzde insanların büyük bir kısmı bir türlü gerçek huzuru yakalayamadıklarından, onca çabaya, çalışmaya ve yorgunluğa rağmen bir türlü mutlu olamadıklarından şikayetçidirler. Böyle bir sonuçla karşılaşmalarının sebebi ise, insanların mutluluğu yanlış yerde, yanlış kimselerde bulacaklarına inanmış olmalarıdır. Kimisi için sözde mutluluk elde edeceği maddi zenginliktedir; böylece parasını istediği gibi harcayacak, elde etmek istediği şeylere sahip olabilecek ve her geçen gün bir öncekine göre daha fazla şey tüketebilecektir. Bu insanlar için tüketmek, dünyadaki tüm güzellikleri ve zevkleri tatmak hayatlarının en büyük mutluluk kaynağıdır. İstekleri ise dipsiz bir kuyu gibidir; hiçbir zaman sonu gelmez. Bunun sonucunda da ortaya, elde ettikleri hiçbir şeyden memnun olmayan, sürekli daha fazlasını, daha iyisini isteyen ve bu sayede mutlu olup daha rahat bir hayat sürebileceklerini zanneden ama bu emellerine hiç ulaşamayan insanlar çıkar. Bu gibi kişilerin, mutluluğa ulaşma yolundaki bütün çabaları sonuçsuz kalır.
Bir insanın kesin bir bilgiyle inanarak gayba iman etmesi çok değerli, yüksek akıl ve vicdan gerektiren bir ahlaktır. Allah’ın varlığının delillerini vicdani kanaati gelerek kesin olarak görmesi, bilmesi ve dürüstçe bu kesin bilgiyle yaşamını sürdürmesi kişinin dünyada ve ahirette kurtuluşu ve mutluluğu olacaktır.
Müminler ahiret hayatına, Allah’ın Kuran’da iki kişinin arasındaki konuşma kadar gerçek olduğunu bildirdiği şekilde kesin olarak iman ederler:
“İşte, göğün ve yerin Rabbine andolsun ki, şüphesiz, o (size va’dedilen) sizin (aranızda) konuştuklarınız kadar, elbette kesin bir gerçektir.” (Zariyat Suresi, 23)
Allah maddi olarak da Müslümanlara nimet verir ancak mutluluğun asıl sırrı maddi imkanlar değil, vicdani rahatlığın getirdiği huzur, kadere iman etmenin konforu, Allah’a teslim olmanın ferahlığıdır. İnsan Allah’ı razı etmek amacını taşıyor ve bu umutla yaşıyorsa en mutlu olan odur. Bazıları yemek yaparak, alışverişe çıkarak, kimisi maç seyrederek, kimisi bilgisayarla bütünleşerek, kimisi kendisini işine vererek mutlu olmaya çalışır, ama bunlar mutluluk değildir, bunlar insanı oyalayan meşgalelerdir. Küçük mutluluklar diye tabir edilen şeyler de; yağmurda koşmak, çıplak ayakla kumsalda yürümek gibi; samimi olarak yaşanılan, tatmin edici mutluluklar değildir. Gerçek mutluluğun ne olduğunu bilmek önemlidir; gerçek anlamda mutluluk sadece Allah’a iman etmenin getirdiği iç neşesiyle yaşanır.
Bazı insanlar da “benim sınırım yoktur, sınırlanmak istemem” gibi bir mantık geliştirmişlerdir, böyle bir düşünce ile mutluluğa ulaşacaklarını sanırlar, oysaki bu da mutluluk değildir. Sınırsızlık mutluluk getirmez; böyle bir ruh halindeki kişi yine arayış içinde olacak ve gerçekten de ne yaparsa yapsın bir türlü mutlu olamayacaktır. Mutluluğu bulmak için yaşadığını iddia ettiği dejenerasyon da kendisine maddi-manevi zararlar ve sıkıntılar getirecektir.
Bir insan Müslümanlarla bir arada ise mutludur, Allah yolunda gayret gösteriyorsa mutludur. Karşısındaki insanın mutlu olduğunu görmek, fedakarlık, incelik içinde yaşamak, herkesin yanında rahat ettiği hoş insan olmak mutluluktur. Çünkü böyle bir insanı en başta Allah beğenir, sever. Müslümanın en sevdiği olan Allah’ın sevgisini kazanmak ise onun için en büyük mutluluktur. İşte böyle bir insanın tüm hayatı güven duygusu ve huzur içinde geçer; Allah’ın kendisi için yarattığı hayatın her saniyesinde hikmet olduğunu bilir, onun sevinciyle yaşar; çünkü Allah’ın yarattığı her şeyde hayır vardır, kaderin her aşaması güzeldir. Hastalıkta da, zorlukta da Müslüman hep mutludur; başına olumsuz bir olay geldiğinde, asla ümitsizliğe kapılmaz kendisi için hayırlara vesile olacağını kesin bildiği bu olayları güzel bir sabırla karşılar. Elbette ki böyle bir insan dünyada da ahirette de güzel bir hayatla yaşamını sürdürür.
Ahiret hayatı hiçbir eksikliğin, acizliğin olmadığı yepyeni bir yaratılışla sonsuza kadar devam edecek olan mutluluklar yurdudur. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
“Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.” (Yunus Suresi, 64)
“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (Tevbe Suresi, 72)
Sabırlı olmak, cesaret, sevecenlik gibi bütün güzel huyların kökeninde hep Allah aşkı vardır. Ruhtaki derinlik ve aklın kaynağı da Allah aşkına dayanır. İmanın gücü, coşkusu, Allah’ın tecellilerine olan sevgi kısacası gerçek sevgi, derinlik ve tutkunun kaynağı Allah aşkıdır. Bu aşk insan ruhunda tarifi mümkün olmayan çok şiddetli bir haz oluşturur ve kişinin iman ve akıl gücüyle orantılı olarak ruhunu çok şiddetle sarsan bir zevke dönüşür. Allah’ın mümin kullarına bu duyguyu yaşatması çok büyük bir nimettir.
Bazı insanlar kendilerini yaratan Allah’ın emirlerine uymaz ve kendilerini yaratan Rabbimiz’i unutarak dünyayı yaşarlar. Allah da onların mutluluğa ulaşma çabalarını her defasında boşa çıkarır. Bu gibi kişilerin durumuyla ilgili olarak Peygamberimiz (s.a.v.) dünyanın geçici bir kazanç yeri olduğunu, gerçek kazancın ise dünyaya değil ancak ahirete yönelmekle olacağını hatırlatmıştır:
“Ey insanlar! Dünya peşin verilen bir metaıdır. İyi de kötü de ondan nasibini alır. Ahiret ise sadık bir vaaddir. Orada Kadir olan Melik hükmeder. Hak yerini bulur. Batıl ise zail olur. Ey insanlar, ahiret evladı olun, dünya uşağı olmayın. Zira evlat anaya tabidir. (Yani dünya çocuğu olursanız, dünya gibi mahvolmaya layık olursunuz.) Allah’tan korku üzerine amel ediniz. Biliniz ki amelleriniz sizinle yüzleşecektir. Ve yine sizler mutlaka Allah’a mülaki olacaksınız (kavuşacaksınız). Kim zerre miktarı hayır yaparsa onu görecek ve kim de zerre miktarı şer yaparsa onu görecek.” (G. Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 184/4)
İster genç, ister yaşlı olsun, insanların çoğunun bu dünyadan beklediği, yalnızca başarılı, güvenli, konforlu ve lüks bir hayat değildir; elbette ki herkes bunlara sahip olmaktan zevk duyar. Fakat herşeyin üstünde insanlar yaşamlarının bir anlamı ve amacı olmasını isterler. İşte müminlerle iman etmeyenler bu önemli noktada birbirlerinden ayrılırlar. Dünyadaki yaşam Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmeleri için tek fırsattır, müminler bunun bilincinde olduklarından, hayatlarının sonuna kadar kendilerine Allah’ın rızasını kazanmayı amaç edinirler.
İman etmeyenler ise, geçici olan dünyadan olabildiğince faydalanmak telaşındadırlar ve hayatlarının sonuna kadar dünyayı elde etme arzusuyla yaşarlar. Bu yüzden, müminlerin yaşadığı gerçek mutlulukla, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda hakim olan sahte mutluluk arasında çok büyük farklılıklar vardır. Mümin bu dünyanın gerçek mahiyetinin, kendi yaratılış amacının, Allah’ın kendisini denediğinin ve O’na kulluk etmekle sorumlu olduğunun bilincindedir. Bu yüzden, hayatı boyunca gerçek yurdu olan cenneti umar ve Allah’ın rızasını kazanıp, Allah’ın rahmetine ve mükafatına daha çok layık olmaya çalışır.
Mutluluk ise, Allah’ın salih kullarına bu samimi imanlarından ve bağlılıklarından dolayı, hem dünyada hem de cennette verdiği çok büyük bir nimettir. Müminlerin mutluluklarının ve huzurlarının kaynağı sadece imanlarıdır. Allah, samimi imanlarına karşılık, onların kalplerine mutluluğu ve huzuru bir nimet olarak koymaktadır. Müminlerin yaşadığı, şartlara bağlı bir mutluluk değil, imanın getirdiği manevi mutluluktur. İman etmeyenler ise, iman etmedikleri sürece hep mutsuz olacaklardır. Allah inkarlarına karşılık bu insanların kalplerini mutsuz ve sıkıntılı kılacağını bildirmiştir:
“Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.” (Enam Suresi, 125)
Allah imtihanın bir gereği olarak iman etmeyen insanlara da dünya nimetlerinden verebilir; bu kişi dışarıdan bakıldığında birçok nimet ve güzellik içinde gibi görünebilir. Ancak ruhu sürekli özlemini çektiği mutluluğu yaşamaz. Allah Kuran’ın Rad Suresi’nin 28. ayetinde “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” buyurmaktadır. Allah’ın bildirdiği gibi, kalplerin mutmain olması ancak Allah’ın zikri, derin ve coşkulu bir Allah sevgisi ile mümkündür. Mutluluğun samimi imandan başka bir yolu yoktur.
İman etmeyenler, dünyaya karşı olan tutkulu sevgilerini terk etmedikleri sürece, imanın kendilerine vereceği huzuru ve mutluluğu, asla yaşayamayacak ve bilemeyeceklerdir. Allah bu kimselerin ahiret günü bu yüzden duyacakları pişmanlıklarını “Ve derler ki; “Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık.” (Mülk Suresi, 10) sözleriyle dile getireceklerini bildirmiştir. Bu kişiler iman etmemelerine gerekçe olarak kendilerince dünya hayatlarındaki mutsuzluklarını öne süreceklerdir. Ayetlerde şöyle buyrulur:
“Ayetlerim size okunuyorken, yalanlayanlar sizler değil miydiniz? Dediler ki; “Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz.”” (Müminun Suresi, 105-106)
Müminler ise, Allah’ın rızasına uygun bir yaşam sürdükleri için, Allah ahiret günü onları içinde sonsuza kadar kalacakları, nimetlerle donatılmış cennetlere sevk edecek ve müminler cennet bekçileri tarafından şu şekilde karşılanacaklardır:
“Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki; “Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin.”” (Zümer Suresi, 73)
Mutlulukları daha dünyada başlayan müminler, cennete girmeleriyle birlikte, mutluluğun ve kurtuluşun en büyüğüne kavuşacaklardır. Allah’ın kendileri için hazırladığı cennetlerde, Rabbimiz’in rızasını, sevgisini ve rahmetini kazanmanın verdiği mutluluk ve sevinç ile sonsuza dek eşsiz nimetler içinde yaşayacaklardır.
Bazı insanların istedikleri her şeyi elde edip de mutluluğa ulaşamamalarının nedeni çok açıktır. Bunda Allah’ın çok büyük bir sırrı gizlidir. Allah Kuran-ı Kerim’de mutlu olabilmenin sadece samimi bir iman ile, Allah’a derin bir bağlılık, güçlü bir Allah korkusu ve Allah sevgisi ile mümkün olduğunu bildirir. Bu nedenle Allah’a yönelmeyen, Allah’ın rızasına yönelik bir hayat yaşamayan bir insanın –kendisi aksini iddia etse dahi– mutlu olması imkansızdır.