İstanbul 17 Mayıs 2016 tarihinde İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) Su’dan Sorumlu Bakanlar Toplantısı’na ev sahipliği yaptı. Bu, son bir ay içerisinde Müslüman ülkelerin yöneticilerinin İstanbul’da bir araya geldiği ikinci büyük toplantı idi. Toplantının açılış konuşmasını İİT Dönem Başkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Erdoğan konuşmasında, bölgenin su politikalarından, Müslüman mülteciler konusuna, AB ile vize muafiyetinden, Türkiye ile Kıbrıs adası arasında inşa edilen su boru hattına kadar birçok konuya değindi. Ama bu konuşmadan en çok akılda kalan sözü şu oldu:
“Belgeleri imzalıyoruz ama bunları hayata geçirmeye gelince, hayata geçirmiyoruz. Oturup konuşup dağılacaksak, bunu hayata geçirmeyeceksek, bu toplantıların bereketi kayboluyor. Bu toplantılarımızı bereketlendirmemiz lazım. Netice almamız lazım. Netice almıyorsak yazık olur.”
Bu vurgu oldukça önemlidir. Keza, özellikle İslam coğrafyasının içinde bulunduğu zorlu durum, İslam ülkelerinin daha fazla birlik ve beraberliğini zorunlu kılmaktadır. İttifak, Müslüman camia açısından her zamankinden daha büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla özellikle İslam ülkelerini bir araya getiren toplantılar, sadece imzaların atıldığı konferanslar şeklinde olmamalı, kararları tavizsiz şekilde uygulandığı tarihi toplantılar olmalıdır.
İslam İşbirliği Teşkilatı 57 üyesi ile Birleşmiş Milletler’den sonraki en büyük uluslararası organizasyon. Bir ay önceki zirvesine de Erdoğan’ın İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile yaptığı ortak basın toplantısı damgasını vurmuştu. Söz konusu toplantıda iki lider bölgemizde hızla yaratılmaya çalışılan Sünni-Şii çatışmasına, “Bizim Dinimiz İslam’dır” şeklindeki oldukça doğru ve önemli açıklamayla cevap vermişlerdi. Bu ortak barış ve işbirliği mesajları siyasi anlamda önemli kararları beraberinde getirdi ve ticari anlamda görüşmelerin hemen arkasından gelen kapsamlı bir turizm anlaşması ile taçlandı.
14 Mayıs 2016 tarihinde imzalanan protokole göre Türk otel yatırımcıları Tahran, İsfahan, Şiraz, Tebriz ve Maşhad şehirlerinde en az 10 yeni otel inşasına başlayacaklar. Ayrıca Türkiye’nin bu alandaki tecrübelerini İran turizm sektörüne aktaracak bir eğitim programı yürürlüğe konacak. Her iki ülke, karşılıklı turizmi geliştirmek amacıyla tur operatörlerine teşvikler sağlayacaklar ve uçak seferlerini arttırarak seyahati kolaylaştıracaklar.
2015 yılında Türkiye’yi ziyaret eden İranlı sayısı bir önceki yıla göre %7 artarak 1,7 milyonu bulmuştu. 2016 yılı için de 2.000.000 turist hedefleniyor. Ortak işbirliği kapsamında her iki ülke Çin, Hindistan, Endonezya gibi ülkelerde ortak tanıtım programları yapmaya karar verdiler.
Bu anlaşma bugüne kadar çokça gördüğümüz çıkar anlaşmalarına benzemiyor. İran ve Türkiye’nin iki kardeş ülke olarak kol kola birlikte yükselmeyi amaçladıkları anlaşılıyor.
Bu kardeşliğin bir tezahürü olarak Türkiye'nin, İran’a ambargo döneminde de destek olduğunu burada hatırlatmak gerekir. İran ekonomisinin, ülkenin ambargo altında yaşadığı 30 yıllık dönemde pek büyüyemediği bilinmektedir. Ülke, bu dönemde ağır ekonomik kayıplar vermek zorunda kalmıştır. Bundan en çok etkilenen ise İran halkı olmuştur. Türkiye’nin bu dönemde gerek ambargoların kaldırılması yönünde maddi manevi desteği, gerekse ticari bağlantıları İran’a yönelik kardeşliğin bir göstergesi olmuş, iki ülke liderleri her fırsatta bu kardeşliği dile getirmişlerdir.
Ambargonun kaldırıldığı şu günlerde İran ekonomisinin kalkınabilmesi için çok hızlı atılımlara ve özellikle sanayi yatırımlarına ihtiyacı olduğu aşikardır. Türkiye son 15 yılda GSMH’sini üçe katlayacak büyük bir atılım gerçekleştirmiştir. Türkiye, turizm alanında olduğu gibi teknoloji alanında da bilgi birikimini ortak gelişme için kullanmaya hazırdır. Ama İran’ın ihtiyaç duyduğu bilgi birikimi birkaç önemli teknoloji haricinde sadece Türkiye’de değil diğer İslam ülkelerinde de halihazırda mevcuttur. İran, elbette Batı’nın teknoloji ve sanayisinden yararlanmalıdır. Fakat bu konuda özellikle Türkiye ve diğer İslam ülkeleriyle ticari bağlantılar, ülkeler arası tesanüdün de gelişmesi açısından önemli bir yol olacaktır.
İran ve Türkiye’nin geliştireceği ortak projeler kuşkusuz İslam Dünyası’na da güzel bir örnek teşkil edecektir. Çünkü rakamlara bakıldığında, İslam ülkelerinin projelere genellikle birlikte imza atmadıkları görülmektedir. Müslüman ülkelerin ticaret hacmi dünya ticaretinin sadece %6’sını oluşturmaktadır ve toplamda 2 trilyon dolar civarındadır. Müslüman ülkelerin kendi aralarındaki ticaret oranı ise en yüksek rakamına 2012 yılında 400 milyar dolar ile ulaşmıştır. Bu rakam, genele vurulduğunda İslam coğrafyası adına oldukça düşük bir rakamdır. Müslüman ülkeler arasında ticaret Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın merkezde olduğu sınırlı sayıda ülke etrafında gerçekleştirilmektedir. Ticarete konu olan ürünler de ağırlıklı olarak petrol, gaz ve petrol yan ürünleri ile sınırlıdır. Böylesine bereketli bir coğrafya için sınırlı ürün ile sınırlı oranda ticaret gerçekleşmektedir.
Bugün dünyanın en az gelişmiş 49 ülkesinin 22’si İslam İşbirliği Teşkilatı üyeleri arasındadır. Oysa bir bütün olarak bakıldığında İslam camiası oldukça zengin bir topluluğu oluşturmaktadır. Müslüman ülkelerdeki sadece yiyecek-içecek pazarı bile 2.5 trilyon dolardır. İİT üyelerinin yıllık tekstil harcaması 350 milyar dolara ulaşmıştır. Bu rakam ABD pazarına denk bir ticaret hacmidir. İslam İşbirliği Teşkilatına üye ülkeler dünya topraklarının dörtte birini dünya nüfusunun da beşte birini kapsamaktadır. Bu birlik, Avrupa Birliği’nden hem büyük, hem de daha kalabalıktır. Bu rakamlardan dahi birlik olarak hareket etmenin önemi görülebilmektedir. İİT ülkeleri bir bütün olarak hareket etseler, ticaretten, orduya, enerjiden, barışa kadar her konuda güçlü şekilde söz sahibi olabileceklerdir. Bu, şu an Müslümanların çektiği acıları da sona erdirecek güçlü bir yapılanma haline dönüşebilecektir.
Ortak ticari, kültürel ve sosyal projeler İslam dünyasını yakınlaştıracak, ayrılıklar yerine müşterek noktaları çoğaltacaktır. Müslüman ülkelerin, mezhep çatışmaları temelinde ilerleyen Yemen, Suriye, Lübnan ve Irak'taki çatışmalara son verecek potansiyelleri vardır. Bu vesile ile Müslüman coğrafyası, savaş değil barış diyarı halini alabilecektir. Unutulmamalıdır ki bereket, Müslümanlar arası kardeşlikte, sevgide, dostlukta, işbirliğinde ve fedakârlıktadır.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) 627 yılındaki son hac seferinde, 125.000 Müslümana hitap ettiği hutbesinde, bizlere kardeşliği vasiyet etmiştir. Kan davalarını ve küslükleri ortadan kaldırmayı tebliğ etmiştir.
Bugün İslam dünyasının takip etmesi gereken yol da budur. Bugün milyonlarca Müslümanın can vermesine sebep olan iç savaşlar, sınır mücadeleleri, mezhep çatışmaları yani fitne ateşi bu kardeşlik havuzunda sönmelidir.
Adnan Oktar'ın EKurd Daily'de yayınlanan makalesi: