ADNAN OKTAR'IN KAHRAMANMARAŞ AKSU VE KAÇKAR TV'DEKİ CANLI RÖPORTAJI
(3 ŞUBAT 2011)
ADNAN OKTAR: Müminun Suresi 105, Şeytandan Allah’a sığınırım. “Ayetlerim size okunuyorken, yalanlayanlar sizler değil miydiniz?” Cenab-ı Allah diyor; “Ben size ayetlerimi okuyordum ama siz yalanlıyordunuz,” pervasızca yani hiç düşünmeden, acayip ferah yani deli cesareti göstererek. “Dediler ki: "Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz." Biz zaten sürekli üzüntü içindeydik yani gerilim içindeydik, hastaydık sonunda da dinsiz olduk, onun sonucunda biz bu hale geldik diyor. Peki sen niye mutsuz oluyorsun? Dinsizlikten dolayı mutsuz oluyorsun. Dindar olsan, niye mutsuz olasın?
"Rabbimiz, bizi (ateşin) içinden çıkar, eğer yine (inkara) dönersek, artık gerçekten zalim kimseler oluruz. (Allah) Der ki: "Onun içine sinin ve Benimle söyleşmeyin." Yani bu konuşmalarınıza devam etmeyin. "Çünkü gerçekten Benim kullarımdan bir grup: “Rabbimiz, iman ettik, Sen artık bizi bağışla ve bize merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın, derlerdi de” Bakın “Benim kullarımdan bir grup, bir topluluk”, bu Mehdi (a.s) cemaati de olabilir, Peygamberlerin cemaati de olabilir, hepsi olabilir. "Siz onları alay konusu edinmiştiniz;” dışarıya bir çıkıyorlar, “ne diyor bu adam” diyor, “anlatıyor kendi kendine.” Bir an düşündün mü? Yok. Bir an samimi analiz ettin mi anlattıklarını? Yok. Peşin fikirli olarak sokağın etkisiyle alay ettin, alaycı davrandın. “Öyle ki, size Benim zikrimi unutturdular ve siz onlara gülüp duruyordunuz." Sürekli bahaneler bulup, var ya böyle yılışık tipler her şeye güler, önüne gelene güler. "Bugün Ben, gerçekten onların sabretmelerinin karşılığını verdim. Şüphesiz onlar, 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenlerdir." Demek ki, sabır, güzel ahlakta sabır, güzel davranışlarda sabır.
“Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız? Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık” Zaman izafi olduğu için, adamlar yerden kalkıyorlar, “bizi bu yattığımız yerden kim kaldırdı” diyorlar, şaşırıyorlar. Önce nerede olduğunu anlamaya çalışıyorlar, sonra ne kadar süreden beri baygın olduklarını anlamaya çalışıyorlar. Yani uykuda olduklarını düşünüyorlar, ölüp dirildiklerini tam kavrayamıyorlar o anda. Şüphe içindeler. “Bir gün veya bir günün bir vakti kadar kaldık” diyorlar. Ama “nereden buraya geldik.” Böyle çöle getirilmiş adam gibi, yani kaçırılıp da getirildiğini düşünüyor da olabilirler. “Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz," "Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" Gökyüzünde koskoca dünyayı Allah tüy gibi havada götürüyor. Yani kaç ton olduğunu artık biliyorsunuz. Müthiş ağır bir kitle, uçsuz bucaksız gökte, böyle havada küçük tüy parçaları olur ya uçar, onun gibi uçuyor. Koskoca ağır bir kitle. Katrilyonlarca tonluk, katrilyon çarpı katrilyon çarpı katrilyon kadar ağırlıkta büyük kitleler, havada uçuyor böyle tüy parçacığı gibi. Başka? İnsanın yapısına bakıyoruz, kusursuz bir yapısı var. Eklemleri öyle, mesela gözler. İki tane göz verilmiş, gayet net karşısındakini görüyor, burun verilmiş, çok şahane bütün kokuları alabiliyor, ağza her türlü tat imkanı verilmiş, sesi en kaliteli şekilde duyuyor. Ses duyma sistemi, en gelişmiş stereo sistemlerde yok. Yani o kadar kaliteli duyuyor ki sesi, hışırtısız. Mesela teyp alıyoruz, bayağı hışırtılı falan çok kalitesiz oluyor. O kadar mühendis onu yaptığı halde, o kadar bilim adamı yaptığı halde, yüz seneden beri teknoloji geliştirdikleri halde, yine başarılı bir şey yok. Televizyona bakıyoruz, bulanık. Ama beynimizin içindeki televizyona bakın, nasıl net. Çok net değil mi? Bulanıklık var mı? Yok. Üstelik üç boyutlu. Üç boyutlu bir televizyon daha hala yapamadılar, bekliyoruz. Hatta üç boyutluluk o kadar mükemmel ki, üç boyutluluğun şiddetinden, “kardeşim ben neredeyim” diyorum, “nerede olacaksın, bir buçuk metre ileridesin” diyor. Doğru değil. Ben onun beyninin içindeyim. Ama o beni bir buçuk metre uzakta zannediyor. “Araban ne kadar uzakta?” diyoruz, “en az altı metre uzakta” diyor. O da doğru değil, o da beyninin içinde. Arabası da beyninin içerisinde ve hepsi şu kadarcık yerde oluyor. İmam Caferi Sadık’ın ifadesiyle; “mercimek kadar yerde.”