Türkiye 3 milyona yakın Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapıyor. Her geçen gün artan bu sayı, insani ve ekonomik maliyeti de beraberinde getiriyor. Buna rağmen Türkiye, mülteci kamplarının konforlu ve yeterli olması için elinden gelen gayretin en fazlasını gösteriyor. Ayrıca bütün bu hizmetleri verirken karşılaşacağı ek zorlukları da hesaba katmadan, büyük bir fedakarlıkla uygulamaya soktuğu "açık kapı politikası" ile uluslararası toplum tarafından takdir topluyor. Türkiye özveriyle çabalıyor çabalamasına ama bu -sorunun büyüklüğü düşünüldüğünde- tabi ki yeterli olmuyor.
Kamplardaki yaşam mülteciler için daha kolayken, kamp dışında yaşamak zorunda kalanlar ise çok ciddi sıkıntılara karşılaşabiliyor ve Türkiye bu nedenle bir çok eleştiriye maruz kalıyor. Oysa bu konudaki eleştirilerin çoğu yerinde değil. Örneğin kimileri tarafından Türkiye’nin mülteci sorununa dair kapsamlı bir strateji belirlememiş olduğu iddia edilse de, 5 yıldır ülkemizde büyük özveriyle misafir ettiğimiz sığınmacıların “kalıcı oldukları” kabul edilip, çoktan yeni politikalar oluşturulmaya başlandı bile. Ayrıca sığınmacıların topluma entegre olabilmesi için bazı önemli düzenlemeler de yapıldı.
Tahmin edileceği gibi bu gibi çalışmalar beraberinde büyük bir maliyet de getirmektedir ve Türkiye’nin kendi olanakları ile bu maliyeti üstlenebilmesi son derece güçtür. Sadece İstanbul’da neredeyse tüm Avrupa’nın barındırdığından daha fazla sığınmacının yaşadığı göz önünde bulundurulduğunda uluslararası aktörlerin Türkiye’ye maddi ve manevi katkıda bulunmaları gerektiği açıkça görülmektedir.
"İnsani değerlerin hor görüldüğü" anlaşmalardan kaçınmak
Suriye’de yaşarken, refah içinde, normal bir hayatları olan bu insanlar savaşla birlikte, bir anda büyük bir sefaletin içine düştüler. Bütün bunların üzerine iltica ettikleri bazı ülkelerde yüzlerine kapılar kapandı ve küçük düşürücü uygulamalara maruz kaldılar. Elbette ki bu durum, insan haklarına çok önem verdiğini iddia eden Avrupa toplumlarına kesinlikle yakışmamaktadır. Nitekim bu anlamda Türkiye-AB arasında varılan anlaşmanın bazı şartlarına tepkiler de gecikmedi. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) başta olmak üzere, Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), Sınır Tanımayan Doktorlar ve diğer bazı insan hakları örgütlerinden arka arkaya gelen açıklamalar özetle; “anlaşmanın insani değerlerin hor görülmesinin bir örneği”1 olduğu ifadesini içermektedir.
Hali hazırda yaklaşık 3 milyon mülteciyi barındıran Türkiye, anlaşma gereği AB ülkelerine Türkiye üzerinden ulaşmış yasadışı 500.000 göçmeni geri alacaktır. Bunun karşılığında Türkiye, yasal yollarla aynı sayıda mülteciyi Avrupa’ya gönderecektir. Burada önemle akılda tutulması gereken konu; ülkeler arasında yapılan anlaşmalarda, ülke çıkarlarından evvel, yaşam haklarının kutsallığını ön planda tutmaktır. Bu kadar yıpranmış, yorgun düşmüş, kırılgan bir psikoloji içerisinde olan bu insanlara hak ettikleri insani değer verilmelidir.
Suriye’de savaşın yarın sabah sona ereceğini varsaysak bile, ülkenin yeniden toparlanması yıllar alacaktır. Dolayısıyla, ülkemizde kendilerine yeni bir yaşam kurmak zorunda kalmış mülteci kardeşlerimize artık misafir gözüyle bakmamalıyız. Kalabalık genç bir nüfus… Onlara Allah'tan bir hediye gözüyle bakmalı ve ülkemizin birer vatandaşı olmalarını sağlamalıyız.
5 senedir savaşın ve mülteci olmanın bütün zorluklarına güzel bir sabır göstermiş, gani gönüllü bu değerli insanlara daha fazla sıkıntı çektirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Bu bağlamda, Türkiye içinde ve dışında, Suriyeli kardeşlerimizin rahatı adına alınacak tedbirlerin geciktirilmemesi için acilen kapsamlı politikalar geliştirilmesi gerekmektedir. Bu konudaki bürokratik engeller aylarla, yıllarla değil saniyelerle aşılmalıdır.
Suriyeli mültecilerin entegrasyonunu kolaylaştırmak için neler yapılabilir?
Kamp içindeki yaşam ile kamp dışındaki imkanların farklarının olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Dolayısıyla aciliyetli olarak kamp dışındaki sığınmacılardan sorumlu ayrı bir teşkilatın oluşturulması gerekmektedir. Sığınmacıların ülkeye alışma sürecinde, sorunların daha hızlı çözülmesine aracı olacak böyle bir kurumun varlığı önemlidir. Peki bu süreç nasıl hızlandırılabilir?
-Mülteci kardeşlerimizin yaşadıkları entegrasyon sürecinde dil eğitimi öncelikli olarak görülmeli ve her Suriyeli vatandaşa temel dil eğitimi verilmelidir.
-Türkiye’deki yaklaşık 620 bin Suriyeli çocuğun eğitime ihtiyacı vardır ve bu sayının sadece yarısına eğitim verilebilmektedir. Kayıp bir kuşağın yetişmemesi adına hükümet ve sivil toplum kuruluşlarının üzerlerine düşen görevleri yerine getirerek eksiksiz her çocuğun eğitim alması sağlanmalıdır. Bu konuda diğer devletlerin ve hayırseverlerin yardımı gerekmekte, hemen gerekli kanuni düzenlemeler ve teşvikler uygulamaya sokulmalıdır.
-Türkiye’de yasalar, mültecilerin birinci ve ikinci basamak sağlık masraflarının devlet tarafından karşılanmasına olanak sağlamaktadır. Ne var ki dil engeli sebebiyle sığınmacılar sağlık hizmetleri almakta zorluk çekmektedirler, bu nedenle sağlık merkezlerinde tercüman bulundurulmalıdır.
- Mültecilerin yeni ülkelerinde kendi yaşamlarını bir an önce kurabilmelerine imkan hazırlamak için, bu süreci geciktirecek bürokratik engeller çıkarılmamalı, var olanlar kaldırılmalıdır. Örneğin devlet tarafından geçici koruma sağlanan yabancılar ancak geçici kimlik belgesi düzenleme tarihinden 6 ay sonra çalışma izni için başvurabilmekte,2 bu geciktirici sürenin süratle en aza indirgenmesi ya da tamamen kaldırılması sağlanmalıdır.
-Meslek ve beceri edinme kurslarının sayıları artırılmalıdır. Meslek edinmiş ve çalışma izni bulunan Suriyeliler için kuşkusuz yeni iş imkanlarının da yaratılması gerekmektedir. Bu noktada ABD, AB ve Arap ülkelerinin yapabilecekleri yatırımlarla iş imkanları oluşturulabilir. Böylece Suriyeli mülteciler artık yardıma muhtaç olmadan kendi ayakları üzerinde durabileceklerdir. Bununla birlikte öncelikli olarak çiftçilik, hayvancılık, tarım gibi alanlarda mültecilere ivedilikle iş imkanları sunulmalıdır.
Mülteciler herkesin sorumluluğundadır
Buraya kadar sunulan çözümler zaten Hükümetimizin üzerinde çalıştığı konulardır ancak temennimiz bu girişimlerin hızlanması ve uluslararası aktörlerin de maddi-manevi yardımlarıyla tüm bunların uygulamaya sokulmasında katkıda bulunmalarıdır. Bu yönde de uluslararası alanda görüşmeler yapılmalı ve konunun aciliyeti dünya çapında gündeme getirilmelidir.
Yüklenilen sorumluluğun büyüklüğü düşünüldüğünde, Türkiye-AB anlaşması kapsamında Türkiye’ye yapılması planlanan yardımın yeterli olmayacağı açıktır.
AB ülkelerinin maddi imkanlarını seferber etmelerinin yanı sıra, köklü medeniyetlerine yakışacak bir kültürel eğitim seferberliği başlatmaları da son derece gereklidir. Böyle bir çalışma farklı kültürlerden gelen mültecilerle uyum sürecinin hızlanmasını sağlayacak ve ilgili tüm toplumları rahatlatacaktır. Mültecilerin sığındığı-sığınmadığı her ülkenin üzerine düşen sorumluluk büyüktür, mülteciler sadece belli ülkelerin değil tüm dünyanın sorumluluğundadır ve bu konudaki net çözümler ancak birlik olarak, her alanda ortaklaşa çalışmalar yürütülerek çözülecektir.
1- www.abhaber.com/ab-turkiye-anlasmasina-insan-haklari-tepkisi/
2- www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/1183604-suriyelilerin-calisma-sartlari-belli-oldu
Adnan Oktar'ın Diplomacy Pakistan'da yayınlanan makalesi: