Bugün güçlü bir ittifak yolunda yürüyen Türkiye ve Rusya, 20. Yüzyıl’da çok acılar çekmiş, vatanları işgal edilmiş iki millettir. Bu işgallere karşı milyonlarca vatandaşlarını kaybetmişlerdir. Bu nedenle her iki millet “yabancı işgali” ne demektir iyi bilirler. Bu yüzden açık veya kapalı tüm tehditlere karşı tetiktedirler.
15 Temmuz darbe girişimi, başta Başkan Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, iki ülke yöneticilerini haklı olarak alarma geçirmiştir. Kremlin ve Ankara adı konulmamış bir saldırı altında olduklarını görmüşlerdir ve bu saldırıları organize edenlere karşı geniş çaplı bir ittifaka doğru yol almaktadırlar. Bölge ülkelerinden de ittifaka dahil olmak isteyenler olduğu yönünde izlenimler gelmektedir. Görünen o ki 2017 yılında Rusya ve Türkiye’nin ön ayak olmasıyla yeni bir bölgesel ittifak oluşacaktır.
Rus ve Türk yöneticilerinin işgal konusundaki teyakkuzlarının sebebini, bu iki ülkenin tarihlerine baktığımızda rahatça görebiliriz.
Önce Rusya’ya bakalım.
Rusya 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sı tarafından işgal edilmişti. 22 haziran 1941‘de başlayan Barbarossa Harekatı’ndan sadece 2 yıl evvel bu iki ülke “Ribbentrop-Molotov Paktı” adı verilen saldırmazlık anlaşması imzalamıştı. Fakat Almanya imzasının ve sözünün arkasında durmadı. Hitler’e bağlı Kuzey Ordular Grubu Baltık ülkeleri üzerinden Leningrad’a doğru ilerlemeye başladı. Merkez Ordular Grubu ise Polonya üzerinden Brest-Litovsk ve Minsk'e saldırdı. Alman askeri birlikleri Moskova’ya ulaşana kadar durmadılar. Güney Ordular Grubu ise Galiçya'ya ve Ukrayna üzerinden Stalingrad’a kadar ilerlediler. Bu giriş noktalarında coğrafi savunma hattı mümkün değildi. Sovyetler Birliği savunma hattı kuramadı. Rus topraklarının 3 büyük şehri Leningrad, Stalingrad ve Moskova çepeçevre kuşatıldı. Almanların Rus topraklarından çıkarılabilmesi için 10 milyondan fazla Rus vatandaşının can vermesi gerekti. Rus milletinin bu büyük kaybı karşısında başını İngiltere’nin çektiği müttefikler ise çoğu zaman olduğu gibi –görünürdeki destek beyanlarına rağmen- Rusya’yı yalnız bırakmışlardı.
Almanya, Barbarossa Harekâtı sırasında Rusya’yı işgal için Rusya’nın doğu sınırlarını kullanmıştı. Bugün de aynı hat üzerinde yoğun bir NATO hareketliliği yaşanıyor. NATO güçlerinin bölgeye yığılması Rus devlet adamlarını endişelendiriyor ve tedbir almaya itiyor.
NATO, Almanların Barbarossa Harekâtı’na benzer şekilde, Baltık ve İskandinav ülkelerinde askeri varlığını arttırmaya başladı. AB üyesi Estonya, Letonya ve Litvanya’da yeni askeri birlikler konuşlandıran NATO, İsveç ve Finlandiya’yı da birliğe almaya çalışıyor. Rusya, İsveç’in NATO’ya girmesini yakın bir tehlike olarak görüyor.
NATO ve onun iki büyük üyesi olan ABD ile İngiltere, NATO’nun bu yeni stratejisinden kendilerince Rusya’yı sorumlu tutuyorlar. Beyaz Saray’da İsveç, Danimarka, Finlandiya, Norveç ve İzlanda’nın liderlerinin katıldığı bir toplantıda konuşan ABD Başkanı Barack Obama “Rusya’nın Baltık ve İskandinav bölgesindeki artan agresif askeri varlığıyla ilgili ortak kaygılarımız var” sözleri ile gerilimi Rus tarafının üzerine yıkmaya çalıştı.
Polonya ve hemen arkasındaki Slovakya’da da askeri hareketlilik başlamış durumda . Polonya’da 30.000 kişilik yeni bir NATO birliği kurulması gündemde. Slovakya’ya da havadan karaya savaşın en güçlü uçakları olan A10 Thunderbold’lar yerleştirilmekte. Bu uçakların özelliği tank ve zırhlı araçlara karşı çok güçlü silahlara sahip olması. Rusya bu uçakların kendisini işgal için bölgeye konuşlandırıldığını düşünüyor.
Ukrayna’nın fiili olarak ikiye bölünmesi, bir yarısının NATO’yla diğer yarısının da Rusya’yla ittifak etmesi sonucunda, Baltık bölgesinde Rus sınırı ile NATO kuvvetleri arasında hiçbir tampon ülke kalmamış oldu.
Bunlara ek olarak, Polonya’da oluşturulan 35.000 kişilik milis kuvveti ile Polonya ve Romanya’ya yerleştirilen hava savunma sistemleri kriz ortamının daha da derinleşmesine sebep oldu. Tüm bu bilgiler bütün olarak değerlendirildiğinde Rusya’nın askeri bir kuşatmayla çevrelenmeye çalışıldığı görülmekte.
Daha güneye indiğimizde de NATO‘nun Karadeniz’de alan hâkimiyeti sağlamaya yönelik adımlar atmakta olduğunu görüyoruz. Mesela Ukrayna’nın Odessa Limanı’nda NATO’ya bağlı bir donanmanın yerleşmesi isteniyor. Nitekim NATO Karadeniz sularında ardı ardına tatbikatlar yapmaya başladı. Bu NATO tatbikatlarında Karadeniz’in diğer kıyı ülkeleri olan Romanya ve Bulgaristan da yer aldı. Tüm bu gelişmeler karşısında, Rusya, güney tarafından gelebilecek potansiyel bir saldırıya karşı Kırım bölgesinde S-300 ve S-400 hava savunma sistemlerini yerleştirmek durumunda kaldı.
Rusya’yı açmaza sokmaya yönelik bu askeri gelişmeler bazı batı medya organlarının algı operasyonlarıyla da desteklenmekte. Malum Batı medyasında düzenli olarak Rusya’yı saldırgan ve komşularını korkutmaya çalışan bir ülkeymiş gibi yansıtan haberler yer almakta.
Rusya, NATO’nun bu adımlarını Barbarossa Harekatı’nın bir benzeri olarak görmekte ve doğudan kuşatıldığını düşünmekte çok haksız sayılmaz. Eğer 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı muhtemelen Türkiye de Rusya karşıtı bir dış siyasete mecbur bırakılacaktı. Oysa Türkiye, Rus milletini seven ve Rusya’ya her zaman dostlukla yaklaşmak prensibinde olan bir ülkedir. Allah her iki ülkeyi de korudu.
Türkiye’ye gelince...
Türkiye de benzer bir işgali 1. Dünya Savaşı sonrasında yaşadı. Osmanlı toprakları gizli Sykes-Picot anlaşması ile paylaşıldı. Buna göre İngilizler, Kuzey Irak’ta Musul, Kerkük, Erbil ve Süleymaniye bölgesini işgal ederken, Fransızlar Anadolu’ya Gaziantep ve Maraş bölgesinden girdiler. İtalyanlar ise Antalya ve Batı Akdeniz’i işgal ederken, Yunanlılar Ege’nin işgaline İzmir’den başladılar. Türk başkenti de işgal edildi ve İstanbul İngiliz askerlerin komutası altına girdi.
Türkiye’nin bugün de benzer bir işgal tehlikesi altında olduğu 15 Temmuz darbesinden sonra iyice ortaya çıktı. Anadolu’nun işgale hazır birlikler tarafından kuşatılmış olduğu anlaşıldı. Güneydoğu ve Kuzey Irak bölgesinde PKK’nın hazırlıkları tamamdı. Darbe gecesi Gaziantep ve Maraş bölgesinde PYD ve onunla birlikte hareket eden bilcümle yabancı askeri birlikler sınıra yığılmışlardı. Bu hat Fransızlar’ın 1920’de Anadolu’ya giriş noktası idi. Kıbrıs’taki İngiliz üssünde hazır bekleyen on binlerce özel SAS komandosu darbe sonrası kargaşada Antalya ve batı Akdeniz bölgesini işgal etmek için hazırdı. Aynı topraklar 1920’de İtalyanlar tarafından işgal edilmişti.
Darbe gecesi Karadeniz’de de 24 NATO gemisinden oluşan bir filo tatbikat yapmaktaydı. Uygun fırsat bulmaları halinde bunların İstanbul’u kuşatmaları ve topa tutmaları için sadece saatler yeterli olacaktı. Aynı Kurtuluş Savaşımız ’da olduğu gibi bir kısım Türk askeri görünümlü darbeci hain de ordumuzu içeriden vurmak üzere hazırdı. Güneydoğu’daki darbeci generaller sınır birliklerini geri çekmişler ve sınırları her türlü sızmaya açık hale getirmişlerdi. Doğu Akdeniz’deki uçak gemilerinde yer alan on binlerce yabancı asker her an karaya çıkacak şekilde hazır beklemekteydi.
Darbe geçmiş olsa da işgal tehlikesi hala devam etmektedir. Musul operasyonu ile Kuzey Irak’a ilave on binlerce yeni yabancı asker gelmiştir. Kuzey Irak’taki bu güçler hem Türkiye hem de bölgede ki Türk müttefiki Barzani yönetimi ve yerel halklar için tehdit oluşturmaktadır. Herhangi bir işgal denemesinde hızla Türk sınırına saldırabilecek stratejik bir noktadadırlar.
Ortadoğu’da yüzyıldan beri devam eden savaşların sebebi 1921 yılında Kahire’deki konferansta alınan kararlardır. Kahire toplantısında İngiliz emperyalizminin 40 temsilcisi Ortadoğu’nun yeni sınırlarını, halklara rağmen, çizmiştir. Toplantının başkanı olan Winston Churchill, toplantıya katılanları “40 haramiler” olarak adlandırmıştır. Churchill’in “haramiler” olarak isimlendirdiği kişiler arasında İngiliz casuslar Gerthrude Bell ve T.J. Lawrance, bunların yerel müttefikleri Cafer el-Askeri, Sassoon Hasqauil, İngiliz işgal askeri komutanları General Edmund Allenby, Mareşal Sir Hugh Trenchard, Hubert Young, İngiliz İşgal Sivil Yöneticileri Herbert Samuel, sir Percy Cox, Francis Archer, Arnold Willson vardı. Bu sınırlar bölge halkının değil İngiltere’nin çıkarları gözetilerek çizilmişti. Şimdi benzer çevreler bölge halkına rağmen yine yeni sınırlar planlamaktadır. Bugün artık bu harami kafası terk edilmelidir. Dünya 200 yıldır dünyada fitne ve fesadı yaygınlaştıran bu gayriinsani zihniyetten çok çekmiştir. Rusya’yı askeri olarak kuşatmanın ve köşeye sıkıştırmanın dünyaya bir faydası yoktur. Bölge halklarının ihtiyacı yeni sınırlar, mayınlar, tel örgüler değil, dostluk ve kardeşliktir. İşte, Rusya ve Türkiye ittifakı bölgeyi, dünyayı ve tüm masum insanlarını koruyabilecek bu dostluk ittifakının çekirdeği olmalıdır.
Adnan Oktar'ın Pravda'da yayınlanan makalesi:
http://www.pravdareport.com/world/asia/turkey/11-11-2016/136132-invasion_plan-0/