Din ahlakı, insanlar arasındaki yardımlaşma, dürüstlük, hoşgörü, adalet, fedakarlık gibi erdemlerin en temel kaynağıdır. Din ahlakının var olmadığı bir ortamda bu değerlerden söz etmek mümkün olmaz.
Din ahlakının var olmadığı veya dini değerlerin ortadan kalktığı bir toplumda, bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak aile, ahlak ve devlet kavramları da geçerliliğini yitirecek ve kısa süre içinde ortadan kalkacaktır. Dini ve manevi değerlere bağlılığın bir toplum için hayati önem taşıdığına dikkat çeken Büyük Önder Atatürk de Türk Milleti'nin dindar olmasını ve dini değerlerini muhafaza etmesini "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur"; "Din vardır ve lazımdır" sözleriyle teşvik etmiştir.
Nitekim tarihe, özellikle de Türk Milleti'nin tarihine baktığımızda bunun ne derece doğru olduğunu açıkça görebiliriz. Türk Milleti'nin tarihinde yer alan tüm güçlü ve kalıcı devletler, özellikle de 6 yüzyıl boyunca dünyanın en büyük siyasi güçlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu, manevi değerlere bağlılıktan gelen güçlü bir kültür üzerine yükselmiştir.
Şanlı bir tarihe sahip, büyük ve köklü bir medeniyetin temsilcisi olmuş Müslüman Türk Milleti, özellikle İslamiyet'in kabulünün ardından daha güçlü bağlarla birbirine bağlanmıştır. Sultan Alpaslan'ın Malazgirt'teki zaferinin ardından, Anadolu'da Müslüman Türk halkının egemenliği başlamış ve manevi yönden yapılan fetihle de bu egemenlik sağlamlaştırılmıştır. Anadolu'nun kapılarını Müslümanlara açan Sultan Alpaslan'dan itibaren Türk yöneticilerin ve yanlarındaki kadroların en temel özellikleri, İslam dinine olan sadakatleri olmuştur. Manevi değerlerine bağlılık o derece büyük bir güçtür ki, milletin siyasi çalkantıları atlatmasını, dışarıdan gelebilecek bir saldırı ya da tacize karşı dayanaklı olmasını ve ayakta kalmasını sağlar. Diğer taraftan dini ve milli bağları zayıf, hatta dinsiz toplumlar tarih sahnesinde çok kısa süreler boyunca yer alabilmişler ve zaman içinde asimile olup gitmişlerdir. Bu sosyolojik gerçek, tarih boyunca hep tekerrür etmiş ve dini bağları güçlü devletler varlıklarını sürdürebilirken, diğerleri kaos, kargaşa ve anarşi içinde yok olmuşlardır. Peki bunun sebepleri nelerdir?
Din Ahlakı Yaşanmazsa Ne Olur?
Herşeyden önce din ahlakının yaşanmadığı bir toplumda, temeli inançsızlık üzerine kurulu görüşler rağbet görür, birçok sapkın fikir sistemi yayılacak zemin bulur. Bireyler kendi benliklerinden, ortak kimliklerinden uzaklaşırlar. Temelini ateizm ve dinsizlik üzerine oturtmuş olan materyalizm gibi felsefeler ve komünizm gibi ideolojiler o toplumu kısa zamanda bir ağ gibi sarar. Kısacası böyle bir toplumda din ahlakının yokluğundan meydana gelen boşluğu bölücü ve dejenere edici fikir sistemleri doldurur.
Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda, insanların iyiyi kötüden ayırt etme anlayışları ortadan kalkar. İyilik ve kötülük kavramı, kişisel menfaatler ve beklentilere göre şekillenir. Hiç şüphesiz bu çok tehlikeli bir durumdur. Böyle bir durumda, bir kişi toplum tarafından kınanmayacağını, herhangi bir şekilde bunun için cezalandırılmayacağını düşündüğünde kötülükten sakınmaz. Bu çarpık mantığa göre rüşvet, hırsızlık, fuhuş, devlete itaatsizlik gibi kötülükler makul karşılanır.
İnsanı insan yapan ahlaki değerler geçerliliğini yitirdiği ve yok olduğu takdirde, toplumun her kesimi ve ferdi bundan nasibini alır. Her birey sadece kendisini umursayan ve diğer hiç kimseyi önemsemeyen birer ayrı "parça" haline gelir. Ailevi değerler ortadan kalkar.
Tüm bu olumsuzluklar devletin oturmuş düzenini ve milletin yerleşmiş dokusunu da çok hızlı bir şekilde tahrip eder. Çünkü devlete bağlılık, vatan sevgisi gibi üstün vasıflar yine dini inançların sonucunda gelişmiş özelliklerdir. Din ahlakını yaşamayan, dolayısıyla vicdani duyguları gelişmemiş bir insanın milletini, bayrağını sevmesi, devletine hizmet şuuru içinde çalışması, karşılık beklemeden gece gündüz vatanı için nöbet beklemesi elbette düşünülemez. Böyle bireylerin yetişmediği, yetişmiş bireylerin de bu üstün vasıflarını kaybettiği bir toplum, şüphesiz ki hem sosyolojik açıdan hem de siyasi olarak varlığını sürdüremeyecektir.
Dine inancın ortadan kalkışının bir başka tehlikeli sonucu, insanların yavaş yavaş psikolojik sorunlara mağlub olmaya başlamasıdır. Suç oranlarındaki artış, içki ve uyuşturucuya yöneliş, fuhuş patlaması, huzursuzluk ve çatışma ortamı toplumun psikolojik açıdan yıprandığının en somut alametlerindendir. Bunun doğal bir sonucu olarak birbirine güvenmeyen, birbirini sevip saymayan, sadece kendi yaşam mücadelesini sürdürmeye çabalayan, toplumun diğer üyelerini ise birer rakip hatta birer düşman gibi gören bireyler ortaya çıkar. Sosyal adaletsizlik ve ekonomik sıkıntılarla beslenen bu gerilim, kısa süre içinde adeta toplumsal bir cinnete dönüşür ve bunun sonucunda da toplum parçalanır.
Dini ve manevi değerlere gereken önemin verilmemesi, toplumlar arası barışı da tehdit eden önemli bir tehlikedir. Din ahlakının ortak hoşgörüsünde birbirleriyle uyumlu bir şekilde yaşayan uluslar, bu hoşgörü ve uzlaşma zemini olmadığı takdirde birbirleriyle çatışacak, yeryüzünde kaos ve büyük bir kargaşa meydana gelecektir.
Sonuç
Bir ülkenin bekası için milli ve manevi değerlerin korunması ve güçlendirilmesi hayati öneme sahiptir. 2000'li yılları modern, ilerici ve refah düzeyi yüksek bir Türkiye olarak yaşamak için bu güzel özelliklerin devam ettirilmesi önemlidir. Türk Milleti, geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu yönüyle dünya milletlerine örnek olacaktır.