Türkler ve Museviler, uzun bir tarihi paylaşan iki eski millettir. Güzel günler, kötü günler, çaresiz zamanlarda birbirlerinin yardımına koşan muhteşem müttefikler, acı tatlı anılar, dostluk ve fedakarlıkla kolaylaşan göz korkutan zorluklar... Tüm bunlar, iki halkın zaman içinde inşa ettikleri güçlü ilişkiye katkıda bulundu. Her ne kadar çoğu genç bunu duyduklarında şaşıracak olsa da, bu iki ülke defalarca birbirlerinin dostluğunda ve desteğinde teselli bulmuşlardır.
Yüzyıllar boyunca özellikle de son iki yüzyıldır bu dostluk birçok teste tabi oldu. Bazen ilişkiler fazlasıyla gerildi, o kadar gerildi ki sanki bu dostluk sona erebilir gibi göründü. Hakikaten de bir dereceye kadar başarılı oldular. Sayısız anlaşmazlıklar, siyasi endişeler ve bağnazlık hiç kimsenin tanık olmak istemediği geçici bir soğukluğun meydana gelmesinde önemli bir rol oynadı.
Pek tabi ki planları olan dış güçler iki devlet arasındaki anlaşmazlığı teşvik etme konusunda gecikmediler. Ne var ki, görünüşte ne olursa olsun, arka plandaki dostluk sağlamdı ve iki topluluğun paylaştığı Allah sevgisi ile pekişiyordu. Her iki topluluk da zulüm görmenin ve damgalanmanın ne olduğunu iyi biliyorlardı. Her iki topluluk da geçmişleri boyunca muazzam acı çekmişlerdi. Her iki topluluk da doğru şeyi yapmayı tek seçenek olarak gören asil ve onurlu insanlardı.
Bir Musevi Türk devleti olan Hazar Türklerinin yanı sıra iki topluluğun ortak tarihi Museviler Osmanlı topraklarına ayak bastıktan sonra başladı. İspanya'daki engizisyondan kaçan Museviler, Osmanlı İmparatorluğu'nda sıcaklıkla karşılandılar.
Her şey kusursuz olmasa da, tam eşitlik her zaman sağlanamasa da Musevilere Osmanlı topraklarında, özellikle Hristiyan yönetimi altındaki azınlıklara kıyasla oldukça geniş özgürlükler ve rahatlık sunuldu. Hıristiyan azınlıklarla birlikte, dinî meselelerde ve eğitimde özerkliğe sahip oldular.
Yüzyıllar boyunca, Museviler ince, sofistike ve güzel huylu varlıklarıyla Türk toplumunun ayrılmaz bir parçası oldular. Vasıflı esnaf oldukları için Osmanlı İmparatorluğu'nda ekonomik ve sosyal hayatın gelişimine yardımcı oldular. Becerikli olmaları ve sadakatleri sebebiyle devlet yönetimi, ordu ve iş hayatında güçlü pozisyonlar kazandılar. Osmanlı padişahlarının cenazelerine katıldığı zamanlar da oldu.
1840 yılında Sultan Abdülmecid, ünlü fermanıyla kan iftirası ile ilgili olarak şöyle buyurdu: "...suçlamalardan masum oldukları açıkça görülen Musevi ulusunun, gerçekte hiçbir temeli olmayan bu suçlamalar nedeniyle endişelenmesine ve işkenceye maruz kalmasına izin veremeyiz... ".
Osmanlılar için sorunlar başladığında, Musevi halkı 1. Dünya Savaşı ve sonrasında da Kurtuluş Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldı. Bunun sonucunda birçok Musevi hayatını kaybetti. Dolayısıyla, Osmanlı ordusu Balkanlardan ve Kafkasya'dan çekildiğinde, düşman ordularının sadece Türk köylerini değil Musevi köylerini de yakması şaşırtıcı değildir.
Türklerin Musevilere olan sevgisi ve takdiri Musevilerin de Türklere olduğu gibi çok kuvvetliydi. Hitler, Musevi halkına karşı yaptığı korkunç savaşı başlattığında, Türk diplomatlar, Nazi toplama kamplarına gönderilmemeleri için Fransa'daki binlerce Türk Musevi’sine kimlik belgesi çıkartmak için hayatlarını tehlikeye attılar. Örneğin, Fransa'nın o zamanki Fransa Büyükelçisi Behiç Erkin, Nazi işgali altındaki Fransız hükümetinin baskılarına rağmen, Fransa'daki 18.200 Musevi'ye Türk kimlik belgesi düzenledi ve hayatlarını kurtardı.
Türkiye, İsrail devletini tanıyan ilk Müslüman ülke oldu ve Arap devletleriyle savaşıyor olsa da İsrail ile yakın ilişkiler kurdu. 2. Dünya Savaşı sırasında, Musevi vatandaşlarına ağır vergiler yüklese de Ankara, Musevi mülteci profesörlerin Almanya'ya geri gönderilmesini istediğinde Hitler'i reddetti. İsrail, Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin tarafında oldu.
Ortak tarihimiz çoğunlukla bu gibi olumlu anılarla yazılmış olsa da, bazı sorunlar, siyasi tartışmalar ve tabii ki Mavi Marmara olayı da yaşanmıştır. Özellikle Mavi Marmara'dan sonra dostluğumuz daha önce hiç olmadığı kadar gerilmişti. Her iki ülkenin liderleri, anın sıcaklığıyla sert mesajlar yayınladılar ve hiçbir politikacı durumu nasıl düzeltileceğini bilmiyor gibiydi.
Beklediğimiz gibi, her iki topluluğun olgunluğu ve sevgi dolu doğası işlerin doğru yola koyulmasına bir kez daha yardımcı oldu. Bu duyarlı yaklaşım, olayları kontrol altında tuttu ve aradaki bağın tamamen yok olmasını engelledi. Şimdi, altı yıl sonra, sonunda her şey normale dönüyor. Diplomatik ilişkiler neredeyse eski haline döndü ve iki ülke ilişkilerini daha önce olduğundan daha iyi hale getirmek için çalışmaya başladı.
Bugün üzerinde farklı düşünebildiğimiz konular ne olursa olsun, bu iki halkın yüzyıllar içinde inşa ettiği ilişkinin zamanın testinden geçerek kopmaz bir bağ haline geldiği herkesin malumudur.
Bugün, Musevilerin ve Türklerin daha önce olduğu gibi barış, kardeşlik ve sevgi istediği açıktır. Ayrıca, bu iki ülke arasında oluşacak güçlü bir ittifakın hem her iki taraf için hem de bölgenin istikrarı için çok yararlı olacağı açıktır.
Güçlü askeri ve diplomatik etkiye sahip, demokratik, radikalizme karşı olan bu iki ülke, artan ticaretten, askeri ve sosyal ilişkilerden büyük fayda sağlayabilir. Kızgınlıkların geride kaldığını ve arzulanan yakınlaşmanın nihayet gerçekleştiğini görmek çok güzel.
Adnan Oktar'ın Jerusalem Online & News Rescue’da yayınlanan makalesi:
http://www.jerusalemonline.com/blogs/adnan-oktar/op-ed-unbreakable-bonds-24609