Yukarıdaki sözler İtalyan Büyükelçi Alessandro de Pedys’e ait ve Büyükelçinin ‘bu insanlar’ olarak nitelendirdikleri ise maruz kaldıkları tehlikelerden kurtulmak için Avrupa’ya sığınan kaçak göçmenler. “Güvenlik tehdidi” oluşturduğu iddia edilen göçmenlerin arasında ise küçük çocuklar, kadınlar ve yaşlılar da bulunuyor.
Pedys’in bu sözlerine birçok insan şaşırmıyor hatta tam tersine bu fikri destekliyor bile...
Ne yazık ki, Avrupa’daki pek çok hükümet kaçak göçmenleri kendilerince “can sıkıcı” bir mesele olarak görüyor, yardıma ihtiyacı olan insanlar olarak değil. Örneğin İtalya yakın bir zamanda denizde kalmış kaçak göçmenler için yaptığı kurtarma operasyonlarını durdurma kararı aldı. Oysa İtalya, geçen Ekim ayında 400’den fazla göçmenin denizde hayatını kaybetmesi üzerine “Mare Nostrum” isimli bir kurtarma programı başlatmıştı. Ancak ayda yaklaşık 10 milyon euro’ya mal olan Mare Nostrum’u AB’nin Triton misyonuyla değiştirdi ki Triton’un Mare Nostrum kadar etkili olacağı düşünülmüyor.
UNHCR Güney Avrupa başkanı Laurens Jolles bu misyonun yetersizliğini: “… temel yetkisi insan hayatlarını kurtarmak değil ve bu nedenle acil ihtiyaca bir cevap olamaz” şeklinde tanımlıyor. Nitekim bu değişiklik bir felakete yol açtı ve birkaç hafta önce üstü açık botlarla Libya’dan yola çıkan en küçüğü 12 yaşında olan 300 kişi denizde kayboldu.
Pek çok insan hükümetin resmi olarak bu insanları öylece ölüme terk etmesi karşısında şok oldu, özellikle Afrika’dan Avrupa’ya giderken Akdeniz’i geçmeye çalışan 3000’in üzerindeki göçmenin öldüğü zorlu 2014 yılından sonra. Ancak kısa bir süre önce İngiliz hükümeti de şaşırtıcı şekilde bu tip operasyonların daha fazla göçmeni teşvik ettiğini iddia ederek artık kaçak göçmenler için arama ve kurtarma operasyonlarında yer almayacağını açıkladı. Bu olumsuz yaklaşım Almanya’daki bir göçmen kampında Cezayirli göçmenlerin maruz kaldıkları kötü muameleyi gösteren resimler ve videolar ortaya çıktığında daha açık hale geldi. Bu resimlerde bir memur Cezayirli göçmenin kafasına ayağıyla basarken diğer memur kollarına basıyor ve göçmen yüz üstü yere yatırılıyordu. Peki bunlar münferit olaylar mı? Kesinlikle değil.
Menfur “ölüme terk edilen bot” olayında, NATO Libya’dan gelen göçmenlerle dolu denizde kalmış bir bota 15 gün boyunca yardım etmeyi reddetti ve sonuç olarak aralarında bir bebeğin de bulunduğu 63 kişi susuzluktan ve açlıktan öldü.
Avrupa’da bir takım resmi görevliler ve bazı hükümetler mülteciler için yapılan yardım ve çalışmaları kısıtlama yaklaşımını benimsiyorlar benimsemesine ama diğer konularda yapılan harcamalar bir dengesizlik olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin yerel bir İngiliz konseyi bir sihirbazlık gösterisi için 19.000 £ harcarken, Sanat Konseyi de sarı ışıklarla süslenmiş bir çöp konteyneri için 95.000 £ harcayabiliyor. Bakanlar ve resmi görevliler 3 milyon £’lık bisküvi yerken, Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso özel jetler için 249,000 € harcıyor, yine AB fonları aracılığıyla Amsterdam’daki 75.000 €‘lık büyük gece dahil toplamda 300.000 € kokteyl partilerine harcanabiliyor. Elbette sanat eserleri ve güzel şeyler satın almakta yanlış bir şey yok ancak bu tip faaliyetler için yeterli para bulunabiliyorsa, kaçak göçmenlerin hayat koşullarına yardımcı olmak ve iyileştirmek için de fonlar oluşturulmalı.
Ne var ki bu çaresiz insanlar sanki insan değillermiş gibi muamele görüyorlar. Ne kadar değer verilmeleri gerektiğini belirleyen ise genellikle doğdukları ülke oluyor. Oysa insanlar eşit yaratılırlar. Üç semavi din ırkçılığı, ayrımcılığı yasaklar ve Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde bu temel prensip açıkça belirtilir. Buna rağmen daha fakir ülkelerde doğan insanlar, Avrupa’dakilerle aynı onurlu hayata sahip olmayı istediklerinde, kaba şekilde geri çevrilmeye devam ediliyorlar.
Peki, kaçak göçmenleri bir yük olarak görenler hatta kimi zaman sadece “rahatsız edici bir istatistik” gibi düşünenler, bu insanların her birinin bir ruhu, umutları ve düşleri olan bireyler olduklarını hiç düşündüler mi? Hemen her bireyin muhtemelen ondan kendilerine bakmalarını bekleyen bir ailesi var. Sürekli savaşlar, çatışmalar ve karışıklıklarla düzeni bozulan ülkelerinden hayatlarını kurtarmak için kaçanlar var...
Sadece bir an için kendinizi bu insanların yerine koyun: Sizi ve ailenizi takip eden silah kuşanmış insanlardan kaçarken sığınmanıza izin verilmemesini ister miydiniz? Aileniz için para kazanmaya çalışırken hakarete ve kötü muameleye maruz kalmak ister miydiniz? Avrupa hükümetleri “bir mesaj vermek istedikleri” için denizde ölüme terk edilmek ister miydiniz? Sadece imkanları daha kısıtlı bir ülkede doğduğunuz için hakarete ve kötü muameleye uğrasanız ve onurlu bir hayattan mahrum bırakılsanız nasıl hissederdiniz?
Unutmayalım: Her türlü kişisel eylem ve tepkilerimizden sorumluyuz. Başkalarının insan hayatına gerekli saygıyı göstermemesi bizim de aynı şeyi yapmamız gerektiği anlamına gelmez. Her insan değerlidir ve olabilecek en büyük saygıyı hak eder, bunu yapmazsak olacaklardan ve yaşanacak acı olaylardan bizler de sorumlu oluruz. İşte bu temel prensibi hatırladığımız ve uygulamaya başladığımız zaman, dünya çok daha iyi bir yer haline gelmeye başlayacaktır.