Rohingya trajedisi mi, yoksa vicdan körelmesi mi?
ucgen

Rohingya trajedisi mi, yoksa vicdan körelmesi mi?

1828

Dünyanın bir ucunda, bir köhne tekne içindeki yüzlerce insan açlıkla boğuşurken, karaya adım atmalarına izin verilmezken, uğradıkları her kıyıdan geri gönderilip açlıktan ölmeye terk edilirken aslında bütün dünyaya sirayet etmiş bir vicdan körelmesiyle karşılaştık. Dünyayı bütün bu sefalete alıştıran, bu korkunç manzaraya ilgisiz kılan neydi acaba? Bir tekne dolusu insanın küçük bir kara parçasına ayak basmasını reddedecek bir vicdan nasıl oluşmuştu? İnsanlık bu zalimlik boyutuna ne zaman ulaşmış ve buna nasıl bu kadar kolay alışmıştı?

Günlük hayat devam ederken; kimi işine gider, kimi davetlere katılırken; kimi akşam yemeğinde konuklarını ağırlar, kimi bilgisayarda sosyal medya paylaşımlarını takip ederken Myanmar’dan kaçanları taşıyan bir tekne kapkara sularda ölüm yolculuğuna terk edildi. Motoru bozulan teknede açlıktan ölmekte olan Rohingya Müslümanlarının karaya adım atmalarını bütün civar ülkeler çok görmüştü. Onlara bir çadır vermeyi; onları kendi bahçelerinde, ormanlarında, bomboş duran arazilerinde ağırlamayı istemediler. Maçlara, davetlere, pahalı kıyafetlere, arabalara, stadyumlara, alışveriş ve turizm merkezlerine harcamakta oldukları paraları bu zavallılara ayırmayı çok gördüler. Bu gariban insanların durumuna “nasıl çare buluruz?” demek yerine, “onlardan nasıl kurtuluruz?” diye soruşturmaya başladılar. Mültecileri geri çevirme konusunda birbirleriyle adeta yarışa girdiler.

Elbette her yönetici ve idareci bu bakış açısında değil. Elbette Rohinya Müslümanları için seferber olmuş ülke halkları, vicdanlı insanlar var. Ama siyasette sözü geçenlerin son kararları, yıllardır süregelen önemli bir trajediyi tüm açıklığıyla tekrar gözler önüne serdi. Rohingya Müslümanları; insan tacirlerine rağmen, başka ülkeler tarafından reddedileceklerini bilmelerine rağmen, “ölüme” rağmen, kendilerini köhne teknelerde denize bırakıyorlar. Bir insanı böylesine çaresiz hale ne getirebilir?

Myanmar’dan yola çıkıp denizde motoru bozulan ve içinde onlarca kişinin açlıktan yaşamını yitirdiği, uğradığı her ülkeden reddedilen teknenin Endonezya tarafından kabul edilmesiyle sorunların çözüldüğü zannedilmesin. İnsan tacirlerinin mesken tuttuğu Tayland’da geçtiğimiz aylarda trajik bir şekilde toplu mezarların bulunması, insan ticareti yapanların illegal faaliyetlerini durdurmuş gibi görünse de gerçek öyle değil. Şu an Myanmar’dan yola çıkmış ve başıboş denizlerde dolaşan tekneler yaklaşık 8000 kişi barındırıyor. İnsan tacirleri artık göçmenlerden son ödemelerini karaya çıktıklarında değil denizdeyken alıyor ve tekneyi terk ediyorlar. Malezya ve Endonezya gibi Müslüman ülkelerin halkları göçmenlere yardım eli uzatmak için her şeylerini seferber ederken, ülke yönetimleri göçmenleri almamak konusunda kararlılar. Myanmar yönetimini sorumlu tutarak, bu sorunun kendilerinden uzak olduğuna dünyayı inandırmak istiyorlar. Oysa bu Müslümanların sorunu, bu bir insanlık sorunu. Nasıl bizlerden uzak olabilir ki?

Malezya Dışişleri Bakanlığının Bangladeş, Endonezya ve Tayland bakanlıkları ile görüşerek soruna çözüm arayışları elbette dikkate değer. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun’un konu ile ilgili olarak Malezya ve Tayland başbakanlarıyla görüşmesi ve teknelerdeki göçmenlerin kurtarılması için çağrı yapması önemli bir adım. ABD Soykırım Anma Müzesi’nin (Holocaust Memorial Museum) Myanmar’da Müslüman azınlığa karşı soykırım şartlarının oluşmuş olduğunu belirtmesi de uzun zamandır görmezden gelinen Rohingya Müslümanlarının dünya kamuoyu tarafından fark edildiklerine dair önemli bir alamet. Fakat gerçek şu ki, dünya kamuoyunun tepkisine rağmen, darbe sonrası yarı sivil yönetime geçtiği zannedilen ama aslında hala askeri yönetim altındaki Myanmar’dan bir çözüm beklentisi zor gözüküyor. Şimdiye kadar tüm çözüm çağrılarını reddetmiş, bu yöndeki toplantılara katılmamış Myanmar yönetimini belki en fazla etkileyecek şey, ancak ASEAN üyelerinin ciddi yaptırımları olabilir. Fakat doğalgaz boru hattını Myanmar üzerinden döşemekte olan Çin gibi dev güçlerin desteği varken, böyle bir yaptırımın gerçekleşmesi de oldukça güç.

Şu durumda, özellikle Malezya ve Endonezya gibi Müslüman ülkelerin, bu sorunu Myanmar’a ait değil, kendi dindaşlarının, kendi vatandaşlarının sorunu olarak ele alıp çözüm üretmeleri gerekmektedir. Çözüm ise gayet basittir. Tıpkı 2 milyondan fazla mülteciyi tereddütsüz, dış yardım almaksızın, sevgiyle ağırlayan Türkiye’de olduğu gibi bu iki ülkede de boş alanların miktarı oldukça fazladır. Endonezya 17binden fazla adadan oluşmaktadır ve kimi zaman bir adanın tümü, bazen de büyük bir kısmı boş arazidir. Söz konusu boş alanlara çadır ya da konteynerler kurularak yerleşim yerleri hazırlanmalı, bu kişilere civardaki toprağı ekebilecek imkan, hayvancılık yapabilecekleri birkaç küçük-büyük baş hayvan verilmeli ve hem kendilerinin hem de ülkenin geçimine katkıda bulunacakları birer vatandaş olarak ağırlanmalıdırlar. İşçi ihtiyacının fazla olduğu Malezya gibi ülkeler için de bu iş gücü önemli bir katkı olacaktır. Dış yardım beklentisi anlamsız ve sonuçsuzdur; bunların tümü mevcut hükümetlerin imkanlarıyla, çok fazla bedel ödemeden kolaylıkla gerçekleştirilebilir.

Günümüzün acımasız siyaset anlayışı neticesinde oldukça yanlış bilinen bir gerçeği hatırlatalım: Dışarıdan gelen zor durumdaki bir göçmen, pek çok burjuvanın zannettiği gibi bir yük değil, tam tersine bir Allah misafiridir. Allah’ın misafiri ise bereketiyle gelir; onu karşılayan ve konuk edenler, Allah’ı razı edecek bir iş yapmanın karşılığını ve nimetini mutlaka görürler. Bu Allah’ın adaletidir. Allah’ın adaletinin karşısında ise ne siyasilerin, ne uluslararası kanunların hükmü geçersizdir.

Asıl olan ise Müslümanların birlik ruhunu yaşayabilmeleridir. Müslümanlar, Allah’ın kendilerine emrettiği birlik ruhunu yaşamadıkları sürece, bu zülüm sistemi dünyanın gözleri önünde devam edecektir. Bunu bertaraf edecek çözüm, ittifak ve sevgidir.
 
Adnan Oktar'ın The Frontier Post & Arab News & Daily Mail'de yayınlanan makalesi:
 
 
 
PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER