7 Şubat 2009 tarihli New Scientist dergisinin kapak konusu, “Born Believers” (Doğuştan İnançlılar) başlığı ile verildi. Allah inancını evrim teorisi ile ilişkilendirmeye çalışan, insanların sözde, hayali atalarından gelme bir özellik vesilesiyle doğuştan Allah’a inanma anlayışına sahip olduklarını iddia eden ve bu iddiayı belgelemek için de sayısız Darwinist açıklamayı ardı arkasına sergileyen bu yazı, yenilgiye uğramış Darwinistlerin bir başka beyhude çabasını temsil ediyordu. Yerel basında da çok geçmeden yer bulan bu haberde, insanın doğuştan Allah’a inanma yönündeki eğilimi, doğal seleksiyonun bir sonucu olarak gösterilmeye çalışılıyor ve dahası, tüm bu sapkın izahlara dayanılarak Allah inancının (Allah’ı tenzih ederiz) insan beyninin geliştirdiği bir inanç çeşidi olduğu gibi son derece cüretkar ve mantık dışı bir iddiaya yer veriliyordu. (Allah’ı tenzih ederiz.) Oysa Darwinistlerin sahte açıklamalarıyla şekillendirilmiş olan bu yazı, çökmüş olan teorilerini tekrar diriltebilmek için gösterdikleri son bir çırpınıştan başka bir şey değildi.
7 Şubat 2009 tarihli New Scientist dergisinin kapak konusu, “Born Believers” (Doğuştan İnançlılar) başlığı ile verildi. Allah inancını evrim teorisi ile ilişkilendirmeye çalışan, insanların sözde, hayali atalarından gelme bir özellik vesilesiyle doğuştan Allah’a inanma anlayışına sahip olduklarını iddia eden ve bu iddiayı belgelemek için de sayısız Darwinist açıklamayı ardı arkasına sergileyen bu yazı, yenilgiye uğramış Darwinistlerin bir başka beyhude çabasını temsil ediyordu. Yerel basında da çok geçmeden yer bulan bu haberde, insanın doğuştan Allah’a inanma yönündeki eğilimi, doğal seleksiyonun bir sonucu olarak gösterilmeye çalışılıyor ve dahası, tüm bu sapkın izahlara dayanılarak Allah inancının (Allah’ı tenzih ederiz) insan beyninin geliştirdiği bir inanç çeşidi olduğu gibi son derece cüretkar ve mantık dışı bir iddiaya yer veriliyordu. (Allah’ı tenzih ederiz.)
Oysa Darwinistlerin sahte açıklamalarıyla şekillendirilmiş olan bu yazı, çökmüş olan teorilerini tekrar diriltebilmek için gösterdikleri son bir çırpınıştan başka bir şey değildi.
Yüce Rabbimiz ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör. (İnsan Suresi, 2-3)
İnanan ya da İnanmayan Her İnsan Dünyada İmtihan Edilmektedir
Dünya hayatı, insanların iyiliklerle ve kötülüklerle denendiği, iyilerle kötülerin ayırt edildiği bir imtihan ortamı olarak yaratılmıştır. İnsanların tümü, tarihte her zaman hak kitaplar ve hak peygamberlerle uyarılmışlar, kendilerini yaratan Yüce Kudret’i tanıyıp bilmişlerdir. Her insan, aklının erdiği, Allah’ı kavradığı andan itibaren yaptıklarının tümünden sorumludur. Yine her insan, kendisini yaratan Allah’a iman etmekle, Yaratan’a şükretmekle ve O’na kul olmakla yükümlüdür ve bu nedenle yaşamı boyunca imtihana tabidir.
Dolayısıyla bu imtihan ortamında seçim, insanın kendi vicdanına kalmıştır. Yeryüzüne bakıldığında bir Yaratıcı’nın varlığı açıkça gözler önündedir. Hatta yaratılanların tümü bu üstün Yaratıcı’nın, her şeye kadir olan, pek büyük, pek güçlü ve pek yüce olduğunu da açıkça ortaya koymaktadır. Vicdan, insana bu gerçeği gösterir. Dolayısıyla vicdanına uyan insan, hiçbir tereddüte düşmeksizin, Allah’a teslim olur. Dünyadaki imtihanın sırrını anlar ve yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için yaşar.
Bir çocuk da elbette etrafında gördüğü şeylerin tesadüfen olmayacağını, bunların tümünün bir amaç üzere, Üstün ve Yüce bir Yaratıcı tarafından yaratılmış olduğunu kolaylıkla anlar. Çünkü sapkın düşüncelerin girmediği tertemiz zihni ile, küçücük yaşına rağmen, etrafında gördüğü kedilerin, çiçeklerin, gökyüzünün, en sevdiği arkadaşlarının varlık sebebinin tesadüfler olamayacağını hızla kavrar. Söz konusu yazıda iddia edildiği şekilde bu onun önceden, evrimcilerin ifadesiyle “doğal seleksiyon yoluyla şartlanmış” veya “doğaüstü güçlere inanç arayışı içinde” olmasından değil, etrafındaki muazzam dünyaya önyargısız ve dürüstçe bakmasından kaynaklanmaktadır. Çocukların bile anlayıp hemen kavradığı bu gerçeği anlamamakta direnen kişiler ise, hiçbir delile dayanmaksızın Allah’ın varlığını inkar edenlerdir.
İnkar Edenlerin de Farkında Olduğu Ancak Kabul Etmemekte Direndikleri Gerçekler
Allah’ın varlığını inkar edenler de, gerçekte Allah inancının (Allah’ı tenzih ederiz) beyinde üretilmiş bir inanç çeşidi olmadığının farkındadırlar. Bu insanların tümü, başıboş yaratılmış tesadüflerin ürünü olan bir dünya içinde yaşamadıklarının, bunun mümkün olmadığının da farkındadırlar. Yeryüzündeki yaratılışın muhteşem olduğunu, tesadüflerin bunu açıklayamayacağını, hayatın ve ölümün bir amaç üzere var olduğunu, belirsizlikten gelip yokluğa doğru sürüklenme düşüncesinin ve tesadüflerden oluşmuş bir dünya anlayışının dehşet verici olduğunun farkındadırlar. Allah’ın hak kitaplar ve hak peygamberler yoluyla insanları uyarmış olduğunun ve bu dünyada yaptıklarından sorumlu olduklarının, başıboş yaratılmadıklarının bilincindedirler.
Dahası bu insanlar, etraflarındaki renkli, canlı, hareketli dünyanın, beyinlerinin içindeki mercimek tanesi büyüklüğündeki bir alanda var olduğunu; evlerin, insanların, ülkelerin, gökyüzünün kısacası var olan büyük küçük her şeyin yalnızca bu mercimek tanesi büyüklüğündeki alanda yaratılmakta olduğunu da anlamışlardır. Dış dünyanın hiçbir zaman dışarıda var olan aslına ulaşamayacaklarını, yalnızca beyinlerindeki bu mercimek tanesi kadarlık yerde oluşan dünyayı izlemekte olduklarını 21. yüzyıl bilimi onlara ispat etmiştir. Artık görenin, duyanın, anlayanın, idrak edenin, konuşanın, gülenin, sevinenin, özleyenin kendi bedenlerinden bağımsız olan RUH olduğunu kesin olarak bilmektedirler. Bunu inkar edemezler, çünkü bilim onlara bunu ispatlamıştır. Yalnızca metafizik bir varlığı olan ve yalnızca Rabbimiz’in buyruğu altında olan ruhun varlığı, mutlak madde anlayışına dayanan tüm açıklamaları yerle bir eder. VE YÜCE RABBİMİZ OLAN ALLAH’IN KESİN, MUTLAK VE ÜSTÜN VARLIĞINI GÖSTERİR.
İşte bu nedenle, (Allah’ı tenzih ederiz) Allah inancının zihnin ürettiği bir inanç şekli olduğuna dair izahlar, tümüyle sahte ve sapkın izahlardır.
Bu tip yazılarla asıl yapılmaya çalışılan şudur: Allah inancı ile mücadele içinde olanlar, aslında Yüce Rabbimiz’in büyüklüğünün, yüceliğinin, üstünlüğünün farkındadırlar. Ama dünyada gitgide güçlenen dine yönelişe karşı çıkabilmek amacıyla, insanların sahip çıktığı kutsal değerleri bir doğa olayı görünümü ile sunmaya çalışırlar. Bu yolla, hem evrim teorisinin bir geçerliliği varmış izlenimi vermeye, hem de inancın zihinde oluşan bir bilgiden ibaret olduğu düşüncesini yaymaya çabalarlar. Oysa onlar bunu yaparken, aynı imtihan ortamında tüm diğer insanlarla birlikte imtihan olmaktadırlar.
Rabbimiz onları görmekte, onları izlemektedir. Onlar, Allah inancını, kişilerin kendi beyninde ürettiğini iddia ederlerken, bir gün mutlaka ahiret gerçeği ile karşılaşacaklardır. İşte o zaman, Allah’ın varlığını inkar edenler de, ahiret hayatından şüphede kalıp tereddüt edenler de, “bütün gerçek bu dünya hayatından ibarettir” diyenler de, asıl gerçek yurdun ne olduğunu kesin bir şekilde anlayacaklardır. Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
Allah hak ile hükmeder. Oysa O"nu bırakıp taptıkları hiçbir şeye hükmedemezler. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir. (Mümin Suresi, 20)