İnsanın yaratılışının tek gerçek amacı, Allah`a kulluk etmesidir ve insan, Allah`a kulluk etmekten zevk alacak şekilde yaratılmıştır. Bunu yapmakla da yaratılışına (fıtrat) uygun hareket etmiş olur. Ancak Kuran`da, insanın fıtratının yalnızca Allah`a kulluk etmek olduğu bildirilirken aynı zamanda insanların çoğunun bu büyük gerçekten habersiz oldukları da haber verilmektedir.
Bu gerçekten habersiz olan bazı insanlar, kendi başlarına Allah`ı fark edebilecek ve doğruyu görebilecek yeteneğe sahip değildirler. Ancak sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Rabbimiz onlara, kendilerini uyaracak, Allah`ın ve ahiretin varlığını, hayatın gerçek anlamını bildirecek elçiler gönderir. Kuran`da her toplumun bir elçi aracılığıyla uyarıldığı şöyle bildirilmektedir:
"Andolsun, Biz her ümmete: ‘Allah`a kulluk edin ve tağuttan kaçının` (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün."(Nahl Suresi, 36)
Hz. Hud, Kuran`da kavmi ve onlara yaptığı tebliğ ile ilgili bilgi verilen elçilerden biridir. Ad kavmine elçi olarak gönderilen Hz. Hud, kendisinin Allah`ın gönderdiği güvenilir bir elçi olduğunu belirtmiş ve insanları Allah`tan korkup sakınmaya çağırmıştır.
Hz. Hud Karşılık Beklememiştir
Kuran`da bildirilen tüm elçilerin hayatlarında da görüldüğü üzere, hayatı boyunca insanlara tebliğ yapıp, onlardan hiçbir karşılık beklememek önemli bir mümin özelliğidir. Bir mümin hangi devirde ve kimlerle beraber yaşarsa yaşasın, insanları Allah`ın beğendiği ahlaka çağırmakla, onlara yaklaşmakta olan hesap gününü hatırlatmakla sorumludur. Bundan dolayı ise kimseden bir karşılık beklemez, yalnızca görevini en iyi biçimde yerine getirmeyi ve Allah`ın kendisinden razı olmasını ister. Hz. Hud da bu üstün ahlakı sergilemiş ve kavmini din ahlakına çağırırken hiçbir karşılık beklemediğini vurgulamıştır. Kuran`da bu gerçek şu şekilde bildirilmektedir:
"Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni Yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?" (Hud Suresi, 51)
Hz Hud, Kavmini Azaba Karşı Uyarmıştır
Hz. Hud, kavmine yalnızca Allah`a kulluk etmelerini, aksi takdirde Allah`ın kendilerini azaba uğratacağını belirterek kavmini bu azaba karşı uyarmıştır. Hz. Hud`un bu uyarısı bir ayette şöyle haber verilmektedir:
"Ad`ın kardeşini hatırla; onun önünden ve ardından nice uyarıcılar gelip geçmişti; hani o, Ahkaf`taki kavmini: ``Allah`tan başkasına kulluk etmeyin, gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım`` diye uyarmıştı". (Ahkaf Suresi, 21)
Hz. Hud kavmini azaba karşı uyarmanın dışında onlara dünya hayatında değer verdikleri şeylerin geçici olduğunu da hatırlatmıştır. Onun bu konuda dünya nimetleriyle oyalanan kavmine yaptığı tebliğ ayetlerde şöyle bildirilmiştir:
"Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşa edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz? Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?" (Şuara Suresi, 128-129)
Bunun ardından da kavmine Allah`tan korkmalarını, O`nun bildirdiği hükümleri yerine getirmelerini, insanlara zorbaca davranmamalarını hatırlatmıştır. Eğer böyle yaparlarsa, bunlardan dolayı da azaba uğrayabileceklerini söyleyerek onları uyarmıştır. Hz. Hud`un bu uyarısı ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
" Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?Artık Allah`tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeylerle size yardım edenden korkup-sakının. Size hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti. Bahçeler ve pınarlar da. Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum." (Şuara Suresi, 130-135)
Hz. Hud Kavmine, Allah`ın Nimetlerini Hatırlatmıştır
Allah`ın insanlara verdiği nimetler "bir genelleme yapılarak" bile sayılamayacak kadar fazladır. (Nahl Suresi, 18) Ancak birçok insan bu nimetleri kendisine verenin Yüce Allah olduğunu ve bunlar için Allah`a şükretmesi gerektiğini hatırına getirmez. Allah`ın, dilediği anda bunları kendisinden geri alabileceğini de düşünmez. Bu yüzden resuller, gönderildikleri kavimlere Allah`a yönelip dönmelerini, sahip oldukları herşeyin Allah`tan bir nimet olduğunu ve bunlar için O`na şükretmeleri gerektiğini hatırlatmışlardır. Hz. Hud`un da kavmine, Allah`ın verdiği nimetleri hatırlattığı, onları O`ndan korkup sakınmaya çağırdığı Kuran`da haber verilmiştir. Hz. Hud kavmini ayrıca Allah`tan bağışlanma dilemeye de davet etmiştir. Allah`a sığınıp tevbe ederlerse, buna karşılık Allah`ın üzerlerindeki nimetleri artıracağını haber vermiştir.
"Sizi uyarmak için aranızdan bir adam aracılığıyla Rabbiniz`den size bir zikr`in gelmesine mi şaşırdınız? (Allah`ın) Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve sizin yaratılışta gelişiminizi artırdığını (veya üstün kıldığını) hatırlayın. Öyleyse Allah`ın nimetlerini hatırlayın, ki kurtuluş bulasınız." (Araf Suresi, 69)
Hz. Hud`un bu hikmetli tebliği bir ayette şöyle bildirilmektedir:
"Ey kavmim, Rabbiniz'den bağışlanma dileyin, sonra O`na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu- günahkarlar olarak yüz çevirmeyin." (Hud Suresi, 52)
Hz. Hud'un Tevekkülü
Tüm çağrılarına rağmen kavmi Hz. Hud`a karşı gelmiş, onun kendilerini çağırdığı yola tabi olmayı kabul etmemişlerdir. Tarihte tüm inkarcıların yaptığı gibi onlar da peygamberlerinden mucize istediklerini, aksi takdirde iman etmeyeceklerini söylemişlerdir. Bunun üzerine Hz. Hud`un, onların Allah`a şirk koştuklarından uzak olduğunu ve kendisine kuracakları tuzaklardan dolayı bir korku duymadığını belirttiği, ayetlerde şöyle bildirilmiştir:
"... Dedi ki: ‘Allah`ı şahid tutarım, siz de şahidler olun ki, gerçekten ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım. O`nun dışındaki (tanrılardan). Artık siz bana, toplu olarak dilediğiniz tuzağı kurun, sonra bana süre tanımayın.`` (Hud Suresi, 54-55)
Hz. Hud, Allah`ın kutlu bir peygamberi olarak herşeyi Allah`ın yarattığını, Allah`ın samimi kullarını koruyacağını ve bu yüzden de Allah'a tevekkül ettiğini belirtmiştir. biliyordu. Bu nedenle kendisine yöneltilen iftiraların, kurulan tuzakların boşa çıkacağından emin bir şekilde Allah`a duyduğu güveni büyük bir imani kararlılıkla dile getirmiştir.
Hz. Hud`un sözleri Kuran`da şöyle bildirilmektedir:
"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah`a tevekkül ettim. O`nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)
Ad Kavminin Uğradığı Son
Hz. Hud`un büyük bir çaba göstererek yaptığı tüm tebliğlere rağmen kavmi, din ahlakına uymayı kabul etmemiş ve inkarlarında diretmişlerdir. Ayetlerde bildirildiği üzere din ahlakına uymayan her kavim gibi, Allah Hz. Hud`un çağrısına uymayan Ad kavmini de azaba uğratmış ve hem dünyada hem de ahirette kaybedenlerden kılmıştır. Ad kavminin uğradığı son Kuran`da şu şekilde bildirilmektedir:
"İşte Ad (halkı) Rablerinin ayetlerini tanımayıp reddettiler. O`nun elçilerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler. Ve bu dünyada da, kıyamet gününde de lanete tabi tutuldular. Haberiniz olsun; gerçekten Ad (halkı), Rablerine (karşı) inkâr ettiler. Haberiniz olsun; Hud kavmi Ad`a (Allah`ın rahmetinden) uzaklık (verildi)." (Hud Suresi, 59-60)
"Ad (halkın)a gelince; onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler." (Hakka Suresi, 6)
Ad kavminin uğradığı bu son, Allah`ın azabının şiddetinin anlaşılabilmesi için Kuran`da verilmiş hikmetli örneklerden biridir. Hz. Hud gibi bütün mübarek elçiler insanları hak din ahlakını yaşamaya davet etmişlerdir. Bu çağrı onların gönderildikleri topluluklar için geçerli olduğu gibi, bu devirde yaşayan insanlar için de geçerlidir. Bütün peygamberlerin tebliğ ettiği temel imani ve ahlaki gerçekler, günümüzde de insanların yaşamlarının ana unsuru olmalıdır.
"Bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir. Eğer bunları tanımayıp-küfre sapıyorlarsa andolsun, Biz buna (karşı) inkâra sapmayan bir topluluğu vekil kılmışızdır. İşte Allah`ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy…" (Enam Suresi, 89-90)