Son yıllarda, Almanya’da dikkatle incelenmesi gereken ancak bazı kesimler tarafından ısrarla görmezden gelinen olaylar yaşanıyor. Örneğin;
· Sadece 2000-2006 yılları arasında 8’i Türk 1’i Yunan 9 yabancı esnaf öldürüldü.
· Ağırlıklı olarak Türklerin isimlerinin yer aldığı ölüm listeleri bulundu.
· Yine Türklerin yaşadığı 100’ün üzerinde ev kundaklandı.
· Türklerin ticaret yaptığı sokaklar bombalandı.
Son 20 yıl içinde çocukların da dahil olduğu 100’e yakın vatandaşımız şüpheli şekilde katledildi. Bütün bu olaylar Almanya’daki ırkçılık sorununa dikkat çekerken olayların bir türlü aydınlığa kavuşturulamaması da elbette ki düşündürücü. Geçtiğimiz günlerde seri olarak yaşanan olaylar bu sorunun ciddiyetini bir kere daha gözler önüne serdi:
Basında “dönerci cinayetleri” olarak anılan “Nasyonal Sosyalist Yeraltı” (NSU) terör örgütü davasında şahitlik yapan tanık Melisa M. geçtiğimiz ay sonunda dairesinde ölü bulunmuştu. 2013’te de NSU Araştırma Komisyonu’na ifade vereceği gün sevgilisi olarak bilinen Florian H. adlı eski Neonazi üyesi arabasında yanarak ölmüştü. NSU içinde muhbirlik yapan bir kişinin daha evinde ölü bulunması ile birlikte, Tanık Melisa M., soruşturma sürecinde şüpheli şekilde ölü bulunan 3. kişi oldu.
Almanya’nın başına bela olmuş derin devlet elemanlarının, azınlıklar üzerinde ırkçılığı bir silah olarak kullandığı bilinen bir gerçek. Dolayısıyla şüpheli ölümlerin bir türlü aydınlığa kavuşturulamaması aslında pek de şaşırtıcı değil.
NSU neden Türkleri hedef aldı?
Bu sorunun cevabını anlayabilmek için tarihe göz atmak gerekiyor:
Irkçılık, 19. Yüzyıl Avrupa’sında aniden gelişen bir beladır ve 20. yüzyılın en büyük soykırım, katliam ve savaşlarının sorumlusu olan faşist ideolojinin de en önemli unsurudur. Türk düşmanlığı ise, Osmanlı'nın duraklama devirlerinde "Türkler Avrupa'dan silinip atılmalıdır" diyen bazı Avrupalı devlet adamları ile başlamış, ardından Osmanlı'nın parçalanmasını hedefleyen 19. yüzyıl emperyalizminin temel düşüncelerinden birini oluşturmuştur. Almanya’daki ırkçılık ise, Otto von Bismarck’ın büyük Almanya hedefiyle başlar. Sorunların sözde “kan ve kılıç” ile çözülebileceğine inanan, milliyetçi sosyalizm fikrini ortaya atan Almanya’nın ilk şansölyesi Bismarck, bu felsefe ile iktidara gelmiştir.
Bismarck dönemi Hitler ile devam etmiştir. Hitler Bismarck’ın fikirlerini takip etmiş ve bu fikirler üzerine geliştirdiği, sözde bilimsel delillere dayandırdığı ‘üstün ırk’ saplantısı yeni nesillere aktarılmıştır.
Irkçılık ile zehirlenerek yetiştirilen bazı Almanlarda, Türk düşmanlığı bugün de son derece canlıdır. Azınlıklara karşı şiddet eylemleri düzenleyen, savunmasız Türk soydaşlarımızı acımasızca katleden neo-Naziler ve benzeri faşist gruplar, Türk düşmanlığını bir ideoloji olarak benimsemişlerdir. Irkçı zihniyetli bazı siyasilerin, uluslararası platformlarda Türkiye aleyhinde sergiledikleri ön yargıların kökeninde de işte bu 19. yüzyıldan miras kalan Türk düşmanlığının kalıntıları yatmaktadır.
Günümüzde ise Türklerin bir tehdit olarak görülmesinin farklı yönleri var:
- Türklerin Almanya ekonomisi üzerindeki olumlu etkileri
Almanya’ya iş imkanı için giden Türklerin pasaportlarına, 80’lere kadar “serbest meslek yapamaz” damgası vurulmaktaydı. Yasağın kalkmasıyla birlikte Türkler işadamı, girişimci, sanatçı, politikacı, sporcu olarak Almanya’nın kalkınmasında etkin rol oynadılar. Nitekim günümüzde de Türklerin bu ülkedeki irili ufaklı 92 bin işletmesi, 400 binin üzerinde insana iş imkanı sağlamaktadır. Türklerin ülke ekonomisine katkısı yılda ciro olarak yaklaşık 40 milyar Euro’dur.
- Avrupa’nın kalkınmasında Türklerin oynadığı etkin rol
Avrupa’nın geneline baktığımızda ise Türklerin AB Gayri Safi Yurtiçi Hasılasına katkıları 80 milyar Euro’nun üzerindedir.1 Türk vatandaşlarının yalnızca Almanya değil tüm Avrupa’nın kalkınmasında etkin rol oynaması bazı odakları rahatsız etmiştir. Derin devlet uzantıları ırk saplantılı kişileri maşa olarak kullanıp, Almanya’daki Türk vatandaşlarımıza karşı onları kışkırtmışlardır. Özellikle ırkçı Almanların Türk yöneticiler altında işçi olarak çalışmalarını bahane ederek kan ve dehşetle Türkleri sindirmeye çalışmışlardır.
Durum böyleyken geçtiğimiz günlerde Alman Başbakan Merkel’in yaşanan cinayetlerin ardından “Bu noktada hepimizin sorumluluğu üstlenmesi gerekir; tabii ki, özellikle de Federal Şansölye olarak benim. Nefret, ırkçılık, antisemitizm ve Neonaziliği insanların kafalarından çıkarmak zorundayız.”2 açıklaması gayet yerindedir. Ancak Merkel’in bu sapkın, hastalıklı zihniyetin insanların kafalarından nasıl çıkarılacağını da açıklaması ve çözümünü acilen uygulamaya geçirmesi gerekmektedir. Sayın Merkel ırkçılığın büyük bir tehlike olduğunu ve milletleri parçalamayı esas aldığını görerek bu konuda yapılacak çalışmaları daha fazla geciktirmemelidir.
Irkçı yapıların Avrupa için oluşturduğu büyük tehdit
Bugün Avrupa’nın ileri medeniyet olarak gösterilmesinin nedeni, Avrupa ülkelerinin genelinde var olan savaştan, düşmanlıktan, kan dökmekten, vahşetten uzak durma isteğidir. Ayrıca demokrasiyi, adaleti, insan haklarını ön planda tutan, insana insan olduğu için değer veren bir yapıya sahip olunmasıdır. Avrupa’yı ileriye götüren barışçıl yapısına, medeniyetine son derece zıt olan ırkçı yapıların önüne geçilmediği takdirde Avrupa toplumlarını daha büyük belaların sarabileceği göz ardı edilmemelidir. Almanya bu konudaki en önemli örneklerden biridir.
Hastalıklı ırkçı düşünce yapısı ülkede yaşanan felaketlerin önüne geçilememesinin ana sebeplerindendir. Almanya’nın gizli istihbarat servisi BND Mossad’dan sonra dünyanın en güçlü istihbarat örgütlerinden biridir. Dolayısıyla cinayet delillerinin açığa çıkarılamaması inandırıcılıktan uzaktır. Bu durum, birimin içine sızmış ırkçı zihniyete sahip derin devlet elemanları olabileceği ve bu kişilerin gerçeklerin üzerini kapattıkları ihtimalini güçlendirmektedir.
Avrupa’nın güzel insanları ırkçılık belasına seyirci kalmamalıdır
İnsana insan olduğu için değer veren, nezih, vicdanlı, Avrupa’nın güzel insanları bir avuç hastalıklı zihniyetin ortalığı kabusa çevirmesine seyirci kalmamalıdırlar. Irkçılığın insanlığa sadece kan ve acı getiren bir ideoloji olduğu açıktır. Irkçılık, vücuda sürekli zarar vererek ilerleyen bir kanser gibidir. Kanserli hücreler bilindiği gibi dokuları parçalar ve vücudu tüketir. Irkçılık da insanları tüketmeden bırakmaz. Tarih bunun acı örnekleriyle doludur.
Faşist ve ırkçı düşüncedeki liderlerden Hitler, Mussolini ve Franco gerek kendi ülkelerini gerekse çevrelerindeki pek çok ülkeyi yıkıma uğratmış ve parçalamışlardır. Faşist ve ırkçı düşünce insanları genetik kodlarına bakarak farklı sınıflara ayırır. Mahallelere böler. Mahalleler, sokaklara ayrılır; sokaklar evlere. Evlerde de insanlar kendi kardeşine düşman edilir. İşte bu hastalıklı zihniyet insanlara nasıl nesilden nesile aktarılarak eğitimle öğretildiyse, renk, ırk, dil veya inanç farklılıklarının birer zenginlik olduğu, hiçbir insanın bir diğerinden ırkından dolayı üstün olmadığı da aynı şekilde eğitimle öğretilebilir.
Avrupa halklarına düşen, gizli emperyal küresel güçlerin her ülkede farklı yöntemler kullanarak oynadığı kirli oyunlara karşı uyanık olmaktır. Almanya’da ise, Neo Nazi büyüsüne kapılarak zehirlenen bazı Alman gençlerine manevi değerler anlatılmalı ve insan sevgisi aşılanmalıdır. Onların bu kirli oyundan uzaklaştırılmalarının yolu ciddi bir eğitim seferberliğidir. Aksi takdirde kan, vahşet ve kin belasının tüm Almanya’yı sarması kaçınılmaz olacaktır.
1- http://www.milliyet.com.tr/turklerin-avrupa-ekonomisine-80-milyar-euro-luk-katkisi-var/ekonomi/ekonomidetay/28.04.2012/1533747/default.htm
2- http://www.turkishnews.com/tr/content/2011/11/21/nazi-cinayetlerinde-sorumlulugu-hepimiz-ustlenmeliyiz-en-basta-ben/