Ayrılıkların nedeni geçimsizliktir. Sevgi kaybolduğunda birlikte yaşama azmi de yok olur gider. Bu gerçek sadece evlilikler için değil, yaşanan tüm birliktelikler için geçerlidir. Sevgi kaybolduğunda, şiddetli geçimsizlik başladığında halklar ülkelerden, ülkeler birliklerden ayrılmaya başlarlar.
İskoçya referandumu geldi geçti ama ardında önemli bir iz bıraktı. Ülke fiili olarak Birleşik Krallık’tan ayrılmadı belki ama ayrılık bir kere dillendirildiğinde sevgi bitmiş demekti. Bu şiddetli geçimsizlik aslında sadece Birleşik Krallık’ta değil, Avrupa Birliğinin bütününde ve üye ülkelerinde hissediliyordu bir süredir. Hatırlanacağı gibi Almanya, Fransa gibi ülkeler bazı diğer üye ülkeleri Euro bölgesinin sözde zayıf halkası olarak görmeye başlamış, Güney Avrupa kendi içinde bir bütün haline gelmeye niyetlenmiş ve AB’ye “yük” olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs için çeşitli izolasyon yöntemleri düşünülür olmuştu. Aynı dönemde Avrupa Parlamentosu seçimleri göçmenlere ve sözde zayıf halkalara tahammülü olmayan bir kısım solcu ve ırkçı partileri öne çıkarmıştı. AB’de sevgisizliğin ve güçsüzleşmenin fiili emareleri aslında bu seçim sonucu ile özetlenmişti.
Bütün bunları ise AB ülkeleri arasındaki hareketlenmeler izledi. Öyle ki, İskoçya referandumu pek çoklarına cesaret verdi. İspanya’da Katalanlar, Belçika’da Flemenkler, yine Birleşik Krallık’ta Galler, Fransa’da Korsika, İtalya’da Sicilya ve Sardunya gibi bölgeler bağımsızlık modasının peşine takıldılar. “Bağımsızlık” siyasetin tanıdık kelimesi olsa da, bir ülkeden kopuş ayrılık demektir. Ayrılık varsa sevgisizlik de vardır.
Avrupa’da ülkeler ve halklar arasındaki sevgisizliğin yerleşmesinin en önemli sebeplerinden biri kuşkusuz ki maddi çıkar politikasının birliğin önüne geçmesi oldu. Geliri yüksek Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerin bir nevi Franco-Germen hakimiyet politikası ve birliğin ekonomik kriz yaşayan üyelerini adeta bir yük olarak görme algısı, parçalanmayı getirdi. Fakat bu menfaat özlemi bugünlerde AB’nin ekonomisi güçlü ülkelerini de vurdu. İşte bu nedenledir ki, The Economist dergisi son sayısında Avrupa ekonomisini “ileri derecede hasta” olarak nitelendirdi.
Bu değerlendirmeye göre kimileri Japonya ve Çin ekonomilerindeki durgunluğun üzerinde dururken, dergi, asıl durgunluğun Euro bölgesinde yaşandığını belirtiyor. Buna göre Almanya’nın ekonomik büyümesi yavaşlamakta, fiyatlar sekiz Avrupa ülkesinde düşmekte, bölge son altı yıl içinde üçüncü kez durgunluğa gitmekte ve İtalya ve İspanya’da genç işsizlik oranları %40’ı geçmektedir.
Konu ekonomi, konuyu irdeleyen bir ekonomi dergisi olunca Merkez bankasının bono alması, altyapı harcamalarının artırılması gibi radikal tedbirler çözüm olarak önerilmiş. Oysa çok iyi bilinir ki, krizler güvensizlik ortamında artar. Böyle zamanlar da bireyler de yatırımcılar da satın almaz, yatırım yapmaz, sadece ellerindeki parayı saklarlar. Kriz yüzünden para saklanır, kriz daha da artar.
Euro bölgesi, gitgide daha büyük güvensizlik ortamına sürüklenen bir bölgedir. Batı Afrika, Ebola tehdidi nedeniyle Avrupa için bir ticari alan olmaktan çıkmış; Ukrayna krizi nedeniyle Rusya ile ilişkiler derin darbeler almış, Ortadoğu’nun kilit bölgelerinden Euro bölgesine petrol ve doğalgaz aktarımı durmuştur. Bütün bunlar olurken Avrupa ülkeleri IŞİD’e karşı koalisyon kapsamında en büyük harcamalarını silaha yöneltmiş durumdadırlar. Tek bir hava harekatının maliyeti 4,5 ila 9 milyon dolar, atılan tek bir Tomahawk füzenin maliyeti 1 milyon dolardır. Bir kısım kişiler savaş sektörünün canlanmasını bir kar kapısı olarak değerlendiriyor olabilirler. Oysa dünya üzerinde dengelerin değişmesi ve beklenmedik felaketlerin beklenmedik anlarda vurması ülkelerin temel ekonomilerinde tamiri zor bir tablo sunmuştur. Ama daha da önemlisi, üzerinde güneş batmayan köklü ülkeler parçalanmaktadır.
Bütün bu manzara karşısında Avrupa’nın asıl mücadele vermesi gereken konu sevgisizliktir. Irk, soy, millet, ulus egoizminin ve vahşi kapitalizmin beraberinde getirdiği menfaatçiliğin körüklenmesi sevgiyi büyük ölçüde alıp götürmüştür. Bunun sonucunda da dünya dengelerinde söz sahibi olacak güçlü ülkeler, dünya sorunlarına çözüm bulamaz hale gelmişlerdir. Radikal örgütlere karşı eğitim yerine silaha sarılmaları, Ebola gibi salgınlara karşı alınacak tedbirlerde “bizi ilgilendirmez” deyip geç kalmaları, mülteciler sorununa seyirci kalmaları bunun en büyük tezahürlerinden biridir. Avrupa’nın sorunu, bonolar, tahviller, hisse senetleri değil; sadece sevgisizliktir.
Şunu belirtelim: Biz daima birlikten yanayız. Avrupa Birliği, pek çok ülkeyi bünyesine alan dev, modern ve demokratik bir birlik olması bakımından oldukça değerlidir. Bu birlik büyümeli, güçlenmeli, sadece kendisini kalkındıran değil dünya sorunlarına çözüm bulan bir büyük ağabey haline gelmelidir. Şunu da hatırlatalım: Avrupa ülkelerinin ekonomilerinin bozulmaya doğru gitmesi isteyeceğimiz bir şey değildir. Hiçbir ülke, bir başka ülkenin çöküşü veya yıkımı ile güçlenemez. Güçlenmek birlikte olmalıdır. Dolayısıyla bu yazıdaki amaç Euro bölgesi ülkelerinin içinde bulunduğu durumu gözler önüne sermekten çok asıl sebebe dikkatleri çekmek ve bu ülkeleri doğru çözüme götürmektir.
Şu unutulmamalıdır ki, halklar mutsuz olduğunda ülkeler, demokrasilerinden ekonomilerine, daima sallantılı bir dönem içine girerler. Bu sıkıntının sona ermesi sadece halkları mutlu edebilmek ile mümkün olur. Fakat halkı sürekli olarak kendi vatandaşından, akrabasından ayrılmak isteyen bir milletin içinde, gerçekten bu sevgisizliği körükleyen bir şeyler var demektir. Söz konusu ülkeler, halkın yaşamakta olduğu bu sevgisizliğin sebebini kendi politikalarında, kendi eğitimlerinde, diğer milletlere yaklaşımlarında aramak zorundadırlar. Şiddeti şiddetle çözmek isteyen, eğitim sisteminde “güçlü zayıfı ezer” gibi vicdandan uzak ve tümüyle materyalist bir zihniyetin telkinini veren, ırk ve soy egoizmini teşvik etmekte sakınca görmeyen bir politika halkın üzerinde nefret tohumlarını kaçınılmaz olarak güçlendirecektir. Nefret eden bir millet, parasını saklar, yoksul ve muhtaçtan uzaklaşır ve daima bölünüp parçalanmak ister. Ekonominin, o ülke toplumunun psikolojisinin bir tezahürü olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla Euro bölgesinde sorun ekonomide değil, halkın psikolojisindedir.
Adnan Oktar'ın Arab News'de yayınlanan makalesi: