İnsanların bir kısmı ahiretin varlığından haberdar oldukları halde, düşünmeyerek bu gerçekten kaçmaya çalışırlar. Bu şekilde ahireti gözardı etmelerinin önemli bir sebebi ise, öncelikle dünya hayatının geçiciliğine inanmamış olmalarıdır. Hayatlarının temelini dünya üzerine kurmuşlardır. Dolayısıyla tüm idealleri, istekleri sadece dünyaya yöneliktir ve buna bağlı olarak mutlu oldukları, sevinç duydukları şeyler de yine sadece dünya menfaatleridir. Dünyaya olan bu bağlılıkları nedeniyle, buradaki yaşamı sanki hiç son bulmayacakmış gibi yaşamak isterler. Bir ayette "... Öyle ki, ömür onlara (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi..." (Enbiya Suresi, 44) sözleriyle bildirildiği gibi, ölümün varlığına inanmak istemedikleri için ahireti de düşünmemeye çalışırlar.
Oysa, "Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi" (Ankebut Suresi, 64) ayeti, dünya hayatının "tutkulu bir oyalanmadan" ibaret olduğunu ve asıl hayatın ahiret olduğunu bildirmektedir. Nitekim insanlar, dünyanın geçici bir hayattan ibaret olduğunu yaşam içerisinde de açıkça görmektedirler. Ancak buna rağmen bazı insanlar, akılcı bir kıyas yaparak samimi düşünmeye yanaşmazlar. Ahirete iman ettiklerinde dünya hayatından yana kayıp içerisine girecekleri yanılgısına kapılarak tamamen dünyaya sarılırlar. Oysa ki ahirete iman ettiklerinde, dünyadaki nimetlerden mahrum kalmayacaklardır. Aksine tüm bunlardan en güzel şekilde istifade edecekleri gibi, aynı zamanda ahireti kazanacaklardır. Ahirette ise bıkma, usanma ya da monotonluk gibi eksikliklerin olmadığı, sonsuz güzellikteki, sonsuz çeşitlilikteki nimetler içerisinde sonsuz bir hayat yaşayacaklardır. Yani ahireti isteyen kimseler hem dünyayı hem de ahireti kazanmış olurlar. Elbette ki insan, imanı yalnızca Allah (cc)'ın rızası için yaşar. Allah (cc) mümin kullarının bu samimiyetine karşılık dünyada ve ahirette nimetini, rahmetini lütfeder. Sadece dünyaya razı olan kimseler ise, dünya hayatında da ahirette de kayba uğrarlar:
... O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)
Böyle bir kıyas yapıldığında dünyaya bağlanıp ahireti unutan insanın nasıl bir kayıp içerisine girdiği açıkça anlaşılır. Ancak buna rağmen, yine de kimi insanlar Allah (cc)`a ve ahirete samimi bir iman ile kulluk etmekte tereddüt ederler. Kuran'da, söz konusu insanların bu tereddütüne şöyle cevap verilmiştir:
Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı (kısa süreli faydalanması)dır. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir... (Şura Suresi, 36)
... Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir. (Rad Suresi, 26)
Peygamber Efendimiz (sav), bir hadis-i şeriflerinde ahiretin yanında dünya nimetlerinin aldanılmayacak kadar değersiz kaldığını şöyle bir örnekle açıklamıştır:
Ebu Hureyre radıyallahu anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Cennette, yay kadar bir yer, güneşin üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha hayırlıdır." (Buhari, Bed'ü'l-Halk 8, Tefsir, Vakı'a 1; Müslim, Cennet 6, (2826); Tirmizi, Cennet 1, (2525).)
Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği gibi bu dünyadaki nimetler cennet nimetlerinin ancak çok küçük bir örneği olabilir. Dünya hayatının nimetleri ne kadar güzel, etkileyici ve kalıcı görünse de, insan bunların ardında gizlenen bu önemli gerçeği hiçbir zaman unutmamalıdır. Yalnızca bir aldanıştan ibaret olan bu dünyanın geçici süslerine kapılmanın, kendisini hem dünyada hem de ahirette hüsrana sürükleyeceğini bilmeli, her anında bu şuurla hareket etmelidir.
Kuran'da haber verilen bu gerçeği bilerek, dünya hayatının geçici nimetlerini elde etmek için hırsa kapılmak, bunların sıkıntısını yaşamak büyük bir yanılgı olur. Dünya nimetleri, Rabbimiz'in kullarına bir lütfudur. Bu gerçeği takdir edip, tüm bunları Allah (cc)'ın rızasını kazanabilmek için bir yol olarak gören kimseleri Rabbimiz, hem dünyada hem de ahirette "güzel bir hayat" ile müjdelemiştir.