1933 yılında kazandığı bağımsızlığını ancak kısa bir süre devam ettirebilen Doğu Türkistan, 1949 yılında Stalin Rusya’sının da askeri desteğiyle Çin'in yönetimine terk edildi. O tarihten bu yana, 1965 sonrasında öldürülen ya da açlık, kıtlık, olumsuz yaşam koşulları, işkence ve kötü muameleler sonucunda hayatını kaybeden Doğu Türkistanlıların sayısı yaklaşık 35 milyon gibi dehşet verici bir rakama ulaştı.
Doğu Türkistan'a, 1955 yılında otonom bölge statüsü verilmesine rağmen, bölge halkının bu statünün gerektirdiği hiçbir hakkını kullanamadığı tarihi bir gerçek. Bölge, Çin için stratejik, jeopolitik ve ekonomik açıdan çok kritik öneme sahip. Çin'in doğalgaz ve petrol rezervlerinin 1/3'i bu bölgede bulunuyor. Ülkenin altın, kömür, uranyum gibi yeraltı zenginlikleri, aynı zamanda pamuk gibi Çin için önde gelen tarım ürünleri de burada yetişiyor. Çin topraklarının 1/6'ini oluşturan Doğu Türkistan'ın 8 ayrı ülkeyle komşu olması ve Çin'in Batı'ya açılan kapısı olması da bölgenin jeopolitik önemini oluşturuyor.
Tüm bu nedenlerle Çin’in bölgede tam ve mutlak bir hakimiyet kurmak istediği biliniyor. Uygur Türklerine yönelik yarım yüzyıldır devam eden etnik temizlik ve asimilasyon söylemleri de bu hedef ile ilişkilendiriliyor. Toplu katliamdan, insan kayıplarına, genç kızların Çin'in meçhul bölgelerine sürmeye kadar her türlü insanlık dışı yöntem gündeme geliyor. Bölge insanları sudan gerekçelerle haksız yere tutuklanıyor, işkence görüyor, idam ediliyor, hapislerde ölüme terk ediliyor, bir kısmından ise bir daha haber dahi alınamıyor.
Diğer yandan, bölgeye yüksek sayıda Çinli yerleştirilerek Doğu Türkistan'ın demografik yapısı değiştirilmeye ve Uygur Türkleri azınlık haline getirilmeye çalışılıyor. İzlenen bu politika sonucu, 1947'de %87 olan Uygur nüfusu bugün %47'ye düşmüş durumda. Diğer yandan, 1949'da bölgedeki nüfusun %6'sı Çinlilerden oluşurken bugün bu rakam %41 ve her geçen gün bu oran Çinli nüfus lehine yükseliyor.
Bölgeden yerel nüfusu eksiltme amacıyla Uygurlu gençleri Çin'in iç eyaletlerinde zorunlu çalışmaya gönderilmesi de gelen haberler arasında. Son derece kötü koşullarda çalışmaya mecbur edilen Uygurlu gençlere kimi zaman maaşları ödenmediği gibi bulundukları fabrika veya atölyeden ayrılma izni de verilmediği belirtiliyor. Bu proje dahilinde yurtlarından zorla sürülen Uygurların sayısı 500 bini aşmış durumda.
Asimilasyonun en klasik araçlarından biri de bölge halkının kimliklerinin ve öz benliklerinin yok edilmesi. Bu amaç doğrultusunda Çin yönetiminin, Uygur Türklerinin din, dil, kültür, örf, adet ve yaşam tarzlarına kadar her türlü kimlik özelliğini değiştirmeye ya da ortadan kaldırmaya yönelik uygulamaları olduğu bir sır değil.
Son dönemlerde Uygur Türklerinin Ramazan'da oruç tutmalarının yasaklandığı, Kuran okuyanların dövüldükleri, Kuran eğitimi almak isteyenlerin terörist olmakla suçlanıp hapse atıldığı basında sıklıkla çıkan haberler arasında. Evlerde dini kitap bulundurmak yasaklanıyor. Doğu Türkistan'da devlet memurlarının, işçilerin ve öğrencilerin ibadet etme, ibadet yerlerine gitme özgürlükleri kısıtlanmış durumda.
Bölgeden gelen bilgiler arasında sokaklarda Uygurların Çinli halk ya da güvenlik güçleri tarafından saldırıya uğraması, dövülmesi, itilip kakılması, hakaret ve aşağılamaya maruz kalmasının günlük hayatın alışılmış manzaralarından olduğu da belirtiliyor.
Uygurlar için her şey izne tabi. Bir köyden diğerine bile yerel makamlar tarafından uygun görülürse belgeyle gidilebiliyor. Bir Uygurlu hastanede tedavi olabilmek için karakoldan terörle alakası olmadığına dair yazı almak zorunda. Siyasi ve sosyal haklar, eşitlik, seçme, seçilme, dernek kurma, eğitim, mülkiyet gibi haklar, düşünce, ifade, seyahat, toplanma gibi özgürlükler ise Doğu Türkistanlılara büyük ölçüde tanınmıyor.
Gelen haberlere bakarak, Çin'in Mao ve Stalin dönemlerinden kalan baskı ve zulme dayalı bir politikayı devam ettirdiği görünümü yoğun şekilde ön plana çıkmaktadır. Dünyayı sarmış olan radikalizm korkusunun Çin yönetiminde de büyük bir paniğe yol açtığı bilinmektedir. Nitekim son dönemlerde Çin’de kabul edilen bir dizi kanun radikalizme tedbir alma amaçlıdır ve bu yolda her yol mubah görülmektedir.
Çin’in radikalizm korkusu anlaşılabilirdir, fakat radikalizm endişesinin sona erdirmenin yolu Müslüman toplumlara topyekûn tedbir alınması değildir. Çin, burada çok büyük bir hata yapmaktadır. Radikalizm tehlikesini bertaraf etmek, Müslüman toplumlara, Kuran’daki gerçek İslam’ın, sevgi, saygı, şefkat ve barış dininin çok geniş kapsamlı bir eğitim seferberliği ile öğretilmesi ve bunun baskı ve dayatmayla değil, sevgi yöntemiyle yapılmasıdır. Bu yapıldığında Çin, hem Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi, onların yaşadıkları toprakları, onların manevi sevgilerini kazanacak; hem de kendi refahı ve mutluluğu için yeni bir çığır açacaktır. Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi asimilasyon yoluyla bir kenara itmek ve yok saymak yerine, onların desteği ve maddi-manevi katkılarıyla güçlenen bir Çin oluşacaktır. Bu durum, Çin halkı için de refah ve huzur vesilesi olacak, uzun zamandır materyalist baskıların altında düşmanlık zihniyeti ile yaşayan ve bundan açıkça sıkılan Çin halkı, Uygur Türklerini kendi kardeşleri gibi görmeye başlayacak ve bir sevgi atmosferi onların üzerinde de tecelli edecektir. Bunun Çin’e katkısı oldukça büyük olacaktır.
Baskı altında olsalar da Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin de üzerine düşen görevler vardır. Durumları elbette endişe verici boyutlardadır, fakat içinde bulundukları toprakların komünist kökenden gelmiş bir topluma ait olduğunu unutmamalıdırlar. Komünizm vahşeti korkunç ve ürkütücü bir vahşettir, fakat bir zihniyettir, dolayısıyla Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz bu korkunç ideolojik sistemi öfkeyle değil, doğru ideolojiyle delip değiştirecek önemli bir imkana sahiptirler. Ellerinde dünyaya barış ve sevgiyi öğreten kitapları Kuran-ı Kerim vardır. Ortamları çok zor olsa da, kendi topraklarına kadar gelmiş bir halk olan Çin halkına, bu sevgi kitabındaki olağanüstü ruhu gösterip anlatacak bir çaba içinde olmalıdırlar. Ellerinde imkanların kısıtlı olduğu, İslam’ı yaşamaları konusunda baskı altında oldukları açıktır. Ama hiçbir şey Kuran’ın ruhundaki sevgiyi anlatmaları ve buradaki maneviyatı insanlara hissettirmelerine engel değildir. Çin halkının büyük bir kısmının bu korkunç komünist sistemin baskısı altında pek çok değeri unuttuklarını hatırlamalı ve eğitim seferberliğiyle onları kazanmaya çalışmalıdırlar. Bir topluma öfke ve sürekli inkar, sürekli bir düşmanlık politikasını beraberinde getirir ve İslam’a göre bu çözüm değildir. Çözüm, İslam’ın ruhunu yaşatacak bir hal göstermektir. Bu konuda örnek alınması gereken kişi ise kuşkusuz Peygamberimiz (sav) olmalıdır.
Adnan Oktar'ın Diplomacy Pakistan ve Pakistan News'de yayınlanan makalesi:
http://www.diplomacypakistan.com/pakistan-asian-countries-relations/one-solution-for-east-turkestan/
http://pk.shafaqna.com/EN/11133