24 Şubat 2001 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi"nde Şehvar Çağlayan tarafından "Evrim sürecinde Homo Sapiens"in yeri" başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazının konusu, ilk paragrafında belirtildiğine göre, homo sapiens sapiens"in yani insanın neden "evrim sürecinde diğer akrabalarına göre daha üstün konumda olduğu" idi. Ancak, sadece dergide evrime yer vermek, "evrim teorisi yıkılmadı, hala ayakta" diyebilmek için hazırlandığı apaçık belli olan bu yazı, iddia ettiği konusuna dahi cevap verememektedir. Bunun yanında, insanın evrimi ile ilgili, birçoğu evrimciler tarafından dahi kabul edilmeyen iddialar, birbiri ardınca, aralarında hiçbir mantıklı bağlantı olmadan, "kes-yapıştır" yöntemiyle, acemice sıralanmıştır. Yazıda yeralan birçok bilimsel hata, mantık bozukluğu ve çelişki ile dolu iddiadan bazıları ve cevapları şöyledir:
1) Yazının başlarında önce tek hücreli bakterilerin sonra da RNA"nın oluştuğu iddia ediliyor. Ardındaki cümlede ise ilk olarak DNA"nın oluştuğu ve ardından ilkel bir ata bakteri oluştuğu öne sürülüyor. Bu kavram ve sıralama karmaşası yazının ne kadar acemice hazırlandığının ilk göstergesi.
Yazıda canlılığın nasıl başladığı anlatılırken, inanılmaz derecede hatalar, çelişkiler ve mantık bozuklukları ard arda sıralanıyor. Bu cümlelerden bazıları şöyle:
"3.6 milyar yıl önce, fotosentez ile enerjisini sağlayan tek hücreli bakterilerin oluştuğu fosillerle belirlenmiştir... Sonraları, ilk önce RNA ve onu takiben (replikasyon), değişkenlik (varyasyon) ve eleme (eliminasyon) sürecini de başlattı. Darwin bu sürece doğal seçim adını verdi. DNA ile başlayarak bir ilkel ata bakteri, adım adım, yanlışlıklar yaparak, hataları eleyerek daha karmaşık tasarım ve yapımları deneyerek bugünkü organizmalara vardı...."
Dikkat edilirse, ilk iki cümlede önce tek hücreli bir bakteri olduğu ve sonradan RNA"nın oluştuğu iddia ediliyor. Bu sıralama evrimciler için dahi terstir. Bazı evrimciler, amino asitlerin ilkel dünya ortamında sentezlenmiş olamayacağını bir dizi deneyden sonra gördükten sonra, yeni bir tez ortaya atmışlar ve "ilk olarak RNA oluştu" demişlerdir. Bu iddiaya göre önce proteinler değil proteinlerin bilgisini taşıyan RNA molekülü tesadüfen oluşmuştur. (Bu iddianın bilimsel geçersizliği için bkz., Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, Global Yayıncılık; http://www.harunyahya.org) Ve RNA molekülünden DNA"nın oluşması ve bunun sonucundaki zincirleme tesadüfi olaylar sonucunda ilk tek hücreli bakterinin oluşması, evrimcilerin iddia ettikleri bir sıralamadır. Ancak CBT yazarı zaten bilimsel geçersizliği olan bir iddianın bir de sıralamasını değiştirerek daha da vahim bir durum ortaya çıkarmıştır. Bunun bir dikkatsizlik sonucu olduğunu düşünsek dahi, daha sonraki cümleler dikkatsizlikten de öte bir durumun varlığını göstermektedir.
İlk iki cümlesinde önce tek hücreli bakterinin sonra da RNA"nın oluştuğunu ileri süren Sayın Çağlayan, hemen ardından önce DNA"nın sonra da ilk ata bakterinin oluştuğunu öne sürmektedir. Sanırız bu çelişkili ifadelerin nedeni, kendisinin farklı evrimci kaynaklardan "kes yapıştır" yöntemiyle bilgileri hiç düşünmeden ardarda sıralamış olmasıdır. Ve her evrimci kaynak kendine göre bir evrimsel gelişmeyi kabul ettiğinden, evrimciler arasında dahi büyük çelişki ve uzlaşmazlıklar olduğundan Sayın Çağlayan"ın her satırı da çelişki ve mantık hataları ile dolmuştur.
2) Yazıda doğal seleksiyondan ve DNA"dan şuurlu bir varlıktan sözedilirmiş gibi bahsedilmektedir.
Yazının bu bölümünde, evrimcilerin sahip oldukları en büyük mantık ve akıl çöküntüsü yeralmaktadır. Evrimciler, şuursuz, cansız, bilgi ve iradeden yoksun atomlardan, moleküllerden, doğa olaylarından hep şuurlu varlıklarmış gibi sözederler. Bu evrimci hipnozun önemli bir parçasını oluşturur. Acaba, Sayın CBT yazarı Çağlayan, bu satırları yazarken, tesadüflerden, şuursuz atomlardan bahsettiğinin farkında mıdır? Yoksa yıllardır ezberlediği evrimci senaryoları ard arda, düşünmeden, ezbere sıralamakta mıdır? Söz konusu ifadeler şöyledir:
"DNA ile başlayarak bir ilkel ata bakteri, adım adım, yanlışlıklar yaparak, hataları eleyerek, daha karmaşık tasarım ve yapımları deneyerek bugünkü organizmalara vardı.".
Şimdi bu iddianın ne kadar büyük bir batıl inancın izlerini taşıdığına bakalım. Bu evrimci iddiaya göre, bilinçsiz, kör, akılsız, bilgisi ve iradesi olmayan atomlar, tesadüfler sonucunda bir araya gelmişlerdir. Ve tesadüfler birbirini izlemiş, bu şuursuz atomlar, milyarlarca yıl sonra "bugünkü organizmaları" yani kendi kendilerini elektron mikroskobu ile inceleyen atom mühendislerini, biyoloji profesörlerini, beyin cerrahlarını, avukatları, üniversite öğrencilerini, genetik mühendislerini ve Sayın Çağlayan"ı oluşturmuşlardır. Ve bu şuursuz atomlar bu süreç içinde de son derece bilinçli ve planlı çalışmışlardır. Sanki ileride ne meydana getireceklerini biliyorlarmış gibi, tespit ettikleri hataları elemişler, yerine doğruları gelene kadar sabırla milyonlarca yıl kaybolmadan, birbirlerinden ayrılmadan, her türlü koşula dayanarak beklemişlerdir. Üstelik bu arada deneme yanılmalar yapmışlar, adeta bir kimya, fizik veya biyoloji profesörü gibi son derece zekice ve planlı yöntemler izlemişlerdir. Örneğin, göz oluşmadan önce, sanki gözün oluşacağını biliyorlarmış gibi, kafatasında simetrik ve gözün yapısına en uygun büyüklük ve derinlikte göz çukurlarını açmayı ihmal etmemişlerdir. Sayın Çağlayan"a göre şuursuz atomlar ve tesadüfen gelişen doğa olayları o kadar akıllı, o kadar uyumlu ve o kadar planlı ve disiplinlidir ki, tüm insanların aklının bir araya gelip yapamayacaklarını onlar yavaş yavaş yapmışlardır.
İşte bu cümleler evrimcilerin mantıklarının ve düşünme yeteneklerinin ne kadar donduğunun bir delilidir.
Üstelik, Sayın Çağlayan şuursuz atomların bu "şuurlu" davranışlarını bir katibin bir melodinin notalarını kopyalamasına da benzetmiştir. Bu benzetmesine göre, ilk DNA bir melodidir. Ve melodinin notalarını kopyalayan katip bir hata yaptığında armonik uyum bozulacağı için hatalı notanın atılacağını söylemiştir. Katip hoş bir nota eklendiğinde ise bunun diğer notalara ekleneceğini belirtmiştir. Ve böylece bir orkestra parçasının yavaş yavaş ortaya çıkacağını iddia söylemiştir. Ancak Sayın Çağlayan"ın bu benzetmede unuttuğu çok önemli bir nokta vardır. Bu örnekte notaların uyum içinde olup olmadığını dinleyen, bozuk notayı ve hoş olanı tespit edebilen, nota kopyalama işini üstlenen, notaları çalan bir veya birkaç bilinç ve akıl sahibi insan vardır. Dolayısıyla bilinç ve aklın olduğu yerde bir plan, bir tasarım, bir beste, bir uyum sağlamak doğal ve olağandır. Ancak, Sayın Çağlayan bu planı, tasarımı, uyumu, besteyi yapanların şuursuz, akılsız atomlar olduğunu iddia etmektedir.
Bu durumda Sayın Çağlayan"ın benzetmesi şöyle olmalıdır ki, evrimci iddiasına tam uygun olsun: "Yedi nota bir gün bir araya gelerek kendi aralarında tesadüfen sıralanmışlardır. Bu arada aralarına tesadüfen yedi nota türünden bazıları daha karışmıştır. Ancak notalar, beğenmedikleri notaları çıkarmışlar beğendiklerini ise tutmuşlardır. Böylece yavaş yavaş eleme, deneme yanılma metodu ile bir gün tesadüfen Beethoven"ın 9. senfonisini ortaya çıkarmışlardır". Sayın Çağlayan"ın iddiasının tam karşılığı olan benzetme budur; şuursuz varlıkların şuurlu plan, tasarım ve organizasyonlar yapmaları. İşte Sayın çağlayan ve tüm diğer evrimciler, bu iddiadan daha da saçma olan evrim teorisine inanabilmektedirler.
3) Sayın Çağlayan bilinçsiz varlıklardan bilinçli ve akıllı varlıklar gibi sözetmeye devam ediyor.
Çağlayan iki paragraf sonra, "dinozorlar evrim sürecini takip ederek fiziksel "hardware"i geliştirirken, erken gelişmeye başlayan memeliler "software"e (beyin ve davranış) önem verdiler." diyerek dinozorlara ve memeli hayvanlara yine bilinç ve akıl atfetmeye devam etmektedir. Bunlar evrimci hipnozun önemli bir parçasını oluşturan ifadelerdir. Bu noktada şuuru açık olarak bu yazıyı okuyan bir insanın şu soruları sorması gerekir: Acaba dinozorlar nasıl bir toplantı sonucunda fiziksel güçlerini artırmaya karar vermiş olabilirler? Üstelik bu kararı topluca aldıktan sonra uygulamaya nasıl geçirmişler, neler yapmışlardır? Acaba sayın Çağlayan dinozorların fiziksel güçlerini, memelilerin ise beyinsel güçlerini güçlendirmeye nasıl karar verdiklerini, bu kararlarını tüm dinozorlara ve tüm memelilere nasıl duyurduklarını ve uygulamaya nasıl geçirdiklerini CBT okuyucularına açıklayabilir mi? Yoksa bunun da diğerleri gibi içi boş, ama dışı süslü, sadece evrimi telkin etmek, evrim büyüsünü bozmamak için kullanılan klasik bir evrimci üslup olduğunu mu kabul edecektir?
4) Sayın Çağlayan birbirinden kopuk, bağlantısız ve anlamsız sıralamalarla, insan ve şempanze DNA"sının %99 benzediğini bunun da insanla şempanzelerin ortak bir atadan geldiklerinin delili olduğunu ileri sürerek büyük bir bilimsel yanılgıya daha düşmektedir.
Maymun ve insan DNA"sının benzerliği konusunun hayali olduğu, henüz bu yöndeki araştırmaların sonuçlanmadığı ve bir benzerlik olsa dahi bunun evrime bir delil olmayacağı daha önce defalarca açıklanmıştır. Ancak evrimciler, bilimsel olarak geçersizliği defalarca ispatlanmış olan bu iddialarını tekrar tekrar öne sürmekte bir sakınca görmezler. (Bu konudaki detaylı açklamalar için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Global Yayıncılık, İstanbul, Şubat 2000; ayrıca http://www.netcevap.org/genetik.html)
5) İnsanın maymunla ortak bir atadan evrimleştiği iddiaları hiçbir bilimsel bulguya dayanmamakta, hayali bir senaryo olmaktan öteye gidememektedir.
Sayın Çağlayan diğer tüm evrimci yazılarda olduğu gibi, hayali insanın evrimi senaryosuna da değinmeden geçememiştir. CBT yazarının iddialarına da defalarca netcevap.org"da yanıt verilmiştir. İnsanın evrimi ile ilgili iddiaların bilimsel geçersizliği için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, Global Yayıncılık; Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Global Yayıncılık;
6) Mitokondriyel Havva Tezi"nin bilimsel bir dayanağı yoktur. Bunu evrimcilerin kendileri dahi kabul etmektedirler.
Sayın Çağlayan yine ani bir geçişle, Afrikalı Havva Ana tezine geçmiş, bu tezin bilimsel olarak ispatlı bir gerçek olduğunu kabul etmiş ve bu teze göre ilk homo türü atamızın Afrikalı Havva Ana olduğunu "kesin" olarak açıklamıştır. Oysa, Sayın Çağlayan"ın bir çırpıda kabul ettiği ve Mitokondriyel Havva tezi olarak da bilinen bu tezin bilimsel birçok çelişki ile dolu olduğu ve kabul edilemeyeceği evrimciler tarafından dahi açıklanmıştır. Bu nedenle sayın Çağlayan"ın en azından bilimin ne dediğini takip etmese bile evrimcilerin neler dediklerini takip etmesi gerekmektedir. Mitokondriyel Havva Tezi"nin iddiası ve bilimsel çelişkileri için bkz. http://www.netcevap.org/mitokondriyel.html
7) Neandertallerin konuşamadıkları iddiası bilimsel değildir
Sayın Çağlayan yazısında Neandertallerin konuşamadıklarını da iddia etmiştir. Oysa bu iddiası da diğerleri gibi bilimsel değildir.
Dilin evrim geçirdiğini iddia eden bazı evrimciler, dildeki gelişmenin, kafatasının alt kısmının şekliyle ilgili olduğunu savunmaktadır. Bu teze göre, kafatasının alt bölümü memelilerin çoğunluğunda düzken, insanlarda belirgin şekilde kavislidir ve bu özellik, insanın konuşabilme kapasitesini göstermektedir. Oysa bu iddia ilerleyen yıllarda yapılan araştırmalarla tamamen devredışı kalmıştır.
Kafatasının alt bölümü hakkındaki bu evrimci iddia, geçmişte bir takım yanlış yorumların yapılmasına neden oldu. Örneğin Lieberman"ın 1971"de yayımlanan bir çalışmasında, Avrupa Neandertalleri"nin günümüz insanı gibi bir lisana sahip oldukları reddedilmişti. Buna delil olarak da bir mağarada (La Chapelle-aux-Saints) bulunan Neandertal kafataslarının rekonstrüksiyonları gösterilmiş ve rekonstrüksiyonlarda kafataslarının alt kısımlarının düz olması nedeniyle Neandertallerin konuşamayacakları savunulmuştu. Hatta bu yüzden Neandertallerin bir insan grubu olmadıklarına inanılmıştı.
Evrimcilerin, kafatasının alt bölgesinin şekline bakarak dilin evrimiyle ilgili bir sonuç çıkarmaya çalışması, kendi içlerinde de fikir ayrılığının doğmasına neden olmuştur. Ünlü evrimci Richard Leakey "İnsanın Kökeni" adlı kitabında bu iddianın kendi içindeki bazı çelişkileri şöyle açıklamıştır:
Bu evrim dizisi içinde açık bir paradoks görüyoruz. Basikranyumlarına (kafatası şekli) bakılırsa, Neandertal"lerin söz becerileri, kendilerinden yüzbinlerce yıl önce yaşamış olan diğer Arkaik sapienslere göre daha geriydi. Neandertal"lerde basikranyum eğrilmesi, Homo erectustan bile daha alt düzeydeydi. Neandertaller gerileyerek, atalarına göre konuşma yeteneklerini kaybetmişler miydi? Bu tür evrimsel bir gerileme pek olası görülmüyor; bu tipte başka hiçbir örnek göremiyoruz. (Richard Leakey, İnsanın Kökeni, Varlık Yayınları: İstanbul, 1996, s.142)
Leakey"in sözlerinden de anlaşıldığı gibi, böyle bir iddia evrim teorisinin giderek ilkellikten gelişmişe doğru evrim yaşayan bir insan modeline uymamaktadır. Ayrıca, Homo erectuslarla Neandertallerin bir arada yaşadıkları, birbirine benzer aletler ürettikleri, sanat eserleri yaptıkları göz önünde bulundurulursa, bir ırkın sahip olduğu iletişim kapasitesine diğerinin sahip olamayacağı mantıklı bir çıkarım değildir. Üstelik, ileriki satırlarda da görüleceği gibi, araştırmalar hem Neandertal"lerin hem de Homo erectusların konuşabildiğini ortaya koymaktadır.
Fosil kalıntıları Neandertallerin ses tellerinin günümüz insanlarındaki sesleri çıkarmaya müsait olduğunu göstermiştir. Özellikle, kafatasları üzerinde yapılan anatomik araştırmalar, konuşma yeteneğinin, Homo erectusta da, Neandertalde de var olduğunu gözler önüne sermektedir.
Bilimadamı R.L. Holloway de, bir zamanlar, günümüz insanına göre "ilkel" ve "eksik" olarak nitelendirilen Neandertal fosilini yeniden incelemiş ve "Zavallı Neandertal Beyni: Dilediğin Gibi Değerlendir..." başlıklı raporunda Neandertallerin "yapısal organizasyon açısından bizimkinden hiçbir temel eksikliği bulunmayan, tümüyle Homo (insan) karakterli" bir insan ırkı olduğunu belirtmiş ve "Neandertallerin dili vardı" şeklindeki kesin kararını açıklamıştır. (Roger Lewin, Modern İnsanın Kökeni, Tübitak Popüler Bilim Kitapları: Ankara, 1997, s. 221)
Bir başka evrimci araştırmacı Philip Lieberman da bulgular karşısında Neandertallerin dilden yoksun olamayacağını kabul etmektedir. Bir araştırmasında Neandertaller"in dil yeteneği ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
Bu konudaki her türlü yayında da işaret ettiğim gibi, klasik Neandertal üst gırtlak ses bölgesi konuşmaya elverişli olmalıydı. Dahası, Neandertal kültürünün arkeolojik kanıtları, bazı dil formlarına sahip olduğu fikrine uygundur. Bar-Yosef ve arkadaşları tarafından açıklanan yeni veriler de bu sonuçları desteklemektedir. (Philip Lieberman, On the Kebara KMH 2 Hyoid and Neanderthal Speech, Current Anthropology, 34:2(Nisan 1993):172-175, sf. 174)
Araştırmacılara göre, farklı sesler değişik dil hareketleri gerektirdiğinden, daha geniş dil sinirlerini taşımak için insan kafatasının daha geniş dilaltı kanallara sahip olması gerekmektedir. Bu noktadan yola çıkarak bir grup bilimadamı, insan, kuyruksuz maymun ve "hominid" fosillerindeki kemikleri ile dilin motor sinirlerini kontrol eden kalem boyutlarındaki dilaltı kanalını incelemişlerdir. Varılan sonuç oldukça çarpıcıdır; Neandertallerdeki kanallar, günümüz insanlarınınkiyle aynıdır.
Richard Kay, Matt Cartmill ve Michelle Balow adlı araştırmacılar, Australopithecusların üç türünün, iki Neandertalin ve bir erken Homo sapiens cinsinin, ayrıca şempanzelerin, gorillerin ve insanların dilaltı kanallarının plastik kalıplarını yapmışlardır. (Earlier Human Speech, www.eurekalert.org/releases/DU-HuSp.html)
Bu kalıpları incelediklerinde, insanlarda bulunan kanalların şempanzelerde bulunan kanallardan iki kat daha geniş olduğunu gözlemlemişlerdir. Australopithecusların kanalları kuyruksuz maymunlardaki ölçülerle aynıyken, Neandertalin kanalları insanların sahip olduğu ölçülerdedir.
Bu sonuç, Australopithecusun bir maymun türü olduğunu, insanın anatomik yapısıyla hiçbir ilgisinin olmadığını bir kez daha ortaya koyarken, Neandertallerin yapısının günümüzdeki insana ne denli benzediğini de göstermiştir. İki ırkın kanallarındaki benzerlik aynı zamanda Neandertalin konuşma yeteneğini de gözler önüne sermiştir.
Bir diğer önemli nokta da Duke Üniversitesi"nde araştırmaları sürdüren bilimadamlarının sonuçları ile, daha önce Neandertal kafatasındaki, ses (vokal) bölgesini ölçen bilimadamlarının vardığı sonuçların birbirine uymamasıdır. (Earlier Human Speech, www.eurekalert.org/releases/DU-HuSp.html) Bu araştırma ile birlikte, daha önce yaptıkları ölçümlere göre, Neandertallerin ve Homo erectusların insanların ürettiği seslerin hepsini çıkarabilme kabiliyetine sahip olmadığını iddia eden evrimci araştırmacıların bir kez daha yanıldığı anlaşılmıştır.
Homo erectusların konuştuğuna dair elde daha birçok kanıt bulunmaktadır. L.A.Schepartz, Homo erectusların konuşmasıyla ilgili olarak şunları yazmıştır:
Laitman ve diğerlerinin, kafatasındaki çizgi incelemeleri, gırtlak üstü ses bölgesine ait araştırmalarla aynı sonuca ulaşmıştır... Kafatası çizgi incelemeleri ve aynı zamanda arkaik sapienslerin (ya da erectusların) fosil örnekleri, günümüz insanının konuşma yeteneğine sahip olduklarını göstermektedir. (L. A.Schepartz, Language and Modern Human Origins, Yearbook of Physical Anthropology, 36:91-126(1993), sf. 106)
Bütün bu araştırmalar ve elde edilen sonuçlar, dilin evrimini savunan bilimadamlarının şu soruyu cevaplandırmaları gerektiğini göstermektedir: Neandertallerdeki gibi bir gırtlağa ve kanallara sahip olan günümüz insanları, konuşma yeteneğine sahip olduklarına göre Neandertallerin konuşamadığı iddiası neye dayanmaktadır? Tek cevap, evrim teorisine olan körü körüne bir bağlılıktır.
İnsan, diğer canlılardan farklı olarak, düşünme, karar verme, muhakeme ve yargı gibi özelliklere sahip bir ruh ile yaratılmıştır:
İnsanoğlu diğer canlılardan farklı yaratılmıştır. Her şeyden önce diğer hiçbir canlıda bulunmayan "bilinç" sadece insana ait bir özelliktir ve insan bu özelliği sayesinde duygularını anlayabilir, diğer insanlara aktarabilir ve hayatına aklıyla yön verebilir. Bu sayede iyi ile kötüyü ayırdedebilecek bir anlayışa ve muhakeme yeteneğine sahiptir.
İnsanı diğer canlılardan ayıran daha birçok özelliği bulunmaktadır. Teknoloji oluşturabilmesi, akıl ürünü planlar ve tasarımlar yapabilmesi, güzelliği anlayıp zevk alabilmesi, müzik, sanat, edebiyat veya resim gibi konulardaki yaratıcılığı ile diğer canlılardan tamamen farklı bir yaratılışa sahiptir. İnsan, yediği yemeğin tadından, gördüğü manzaranın güzelliğinden zevk alabilen, düşünen, karar veren, müziğin ritminden hoşlanarak ona uygun dans edebilen, sevgiyi, şefkati, merhameti bilen, üzülen, sevinen, heyecanlanan bir varlıktır. Kısacası insanı insan yapan, onu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği ruhu ve aklıdır. Ve evrim teorisinin ruhsuz ve akılsız bir hayvanın nasıl olup da tesadüflerle bir ruha ve akla sahip olabildiğini açıklayabilmesi imkansızdır.
Ünlü evrimci yazar Roger Lewin, insanın sahip olduğu tüm bu olağanüstü özelliklerin, evrimsel bir süreçle açıklanmasının imkansız olduğunu şu sözleriyle itiraf eder:
Fiziksel alanda insanın evrimiyle ilgili herhangi bir teori nasıl olup da, güçlü çeneler ve köpeklerde olduğu gibi uzun hançer dişlerle donatılmış, dört bacağı üzerinde koşabilen maymun benzeri atanın, doğal savunma anlamında güçsüz olan yavaş, iki ayağı üzerinde yürüyebilen bir hayvana dönüştüğünü açıklamalıdır. Buna ek olarak Huxley’in ifade ettiği gibi bizim "bir dağın üzerinde yükselmemizi" sağlayan akıl, konuşma, ahlak; işte bu, evrim teorisine tam anlamıyla bir meydan okumadır. (http://www.mesozoic.demon.co.uk/mankind.html )
Sonuç olarak;
CBT dergisi"nde Şehvar Çağlayan imzası ile yayınlanan yazıda burada herbirine tek tek yer ayıramadığımız kadar çok bilimsel ve mantıksal hata bulunmaktadır. Anlaşılan CBT dergisi yazarları, evrim teorisinin artık çöktüğünün farkına vararak, son bir çırpınışla, bildiği tüm evrimci iddiaları bir çırpıda sıralamış ve böylece "yıkılmadık, hala ayaktayız" demeye çalışmaktadırlar. . Ancak, söz konusu makale o kadar acemice hazırlanmıştırki, bugün bir orta okul öğrencisinin dahi farkedebileceği kadar açık hatalar ya gözden kaçmış ya da "propagandanın doğrusu yanlışı olmaz" mantığı ile görmezden gelinmiştir. Ancak, her ne kadar CBT ve benzerleri kabullenmek istemeseler de artık eski evrimci taktikler, evrim hipnozu yöntemleri etkisini yitirmiştir. İnsanlar gerçekleri, bilimsel delilleri ile görebilmektedirler.