Gelişmiş bir göz bana soğuk bir titreme veriyor. Ama aşamalarla gelişen diğer örnekleri düşündükçe, sağduyum bana bu soğuk titremeyi yenmem gerektiğini söylüyor. (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, New York:D. Appleton and Company, 1888, s.67)
Gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım. Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavuskuşunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor. (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, s.90)
Gözün meydana gelişi... Böyle bir zorlukla yüz yüze gelmemenin gerçekten de sahtekarca olduğunu düşünüyorum. (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, s.84)
Çok sayıda, birbirini izleyen ve küçük değişikliklerle oluşamayacak bileşik bir organın varlığı gösterilebilseydi, teorim kesinlikle çökerdi. (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, Beşinci Baskı, Ankara 1996, s.202)
Bir organın birbirini izleyen, küçük geçişsel aşamalarla türemiş olamayacağı sonucunu çıkarırken pek dikkatli olmamız gerekiyorsa da, güçlüğü söz götürmeyen durumlar da olmaktadır. En çetin güçlüklerden biri, hem erkeklerden hem de doğurgan dişilerden çoğu zaman farklı yapılışta olan eşeysiz (neuter) böceklerdir; ama bu örnek gelecek bölümde söz konusu edilecektir. Balıkların elektrik organları bir başka güç durumdur; çünkü bu olağanüstü organların hangi aşamalardan geçerek türediğini anlamak imkansızdır. (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.206)
Öyleyse, birçok örnekte organların bugünkü durumlarına hangi geçişlerle ulaştığını kestirmek pek güç olmakla birlikte, yaşayan ve bilinen biçimlerin tükenmiş ve bilinmeyen biçimlere oranla ne denli az olduğunu düşünerek, bugünkü biçimine varmasında hiçbir ara aşaması bilinmeyen bir organ bildirebilmenin pek güç olmasına şaşıyorum. Şu kesinlikle doğrudur; yeni organlar bir yaratıkta ancak seyrek olarak, sanki özel bir amaçla yaratılmış gibi ortaya çıkar ya da hiçbir zaman ortaya çıkmaz; doğal tarihteki o eski ama biraz abartılmış kuralın gerçekten belirttiği gibi "Natura non facit saltum" (Doğa sıçrama yapmaz). (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.214)
Sinirlerin ışığa nasıl hassas olduğu bizleri yaşamın nasıl meydana geldiği sorusundan daha çok endişelendirmektedir. (Charles Darwin, Origin of Species, 6. Baskı, 1988, New York University Press, New York, s.151)
Gözün odağını farklı uzaklıklara uydurması, içeri bırakılacak ışık tutarını ayarlaması, küresel ve renksel sapmayı (aberration) düzeltmesi gibi eşsiz düzenlenişlerinin tümünün doğal seçme ile oluşabildiğini düşünmenin en ileri derecede saçmalamak olduğunu açık yürekle itiraf ederim… Sağduyu bana şöyle diyor: Basit ve eksik bir gözden, karmaşık ve yetkin bir göze çıkan ve her biri gözü taşıyan yaratığa yararlı aşamaların varlığı (durum kesinlikle budur) gösterilebilirse; daha sonra gözün durmadan değiştiği ve değişimlerin soya çekildiği (durum gerçekten böyledir) ortaya konabilirse ve bu türlü değişimler değişen yaşam koşullarında bir hayvana yararlıysa, o zaman yetkin ve karmaşık bir gözün doğal seçmeyle oluşmuş olduğuna, bu bizim hayal gücümüzü aşsa bile, inanmamın güçlüğü teorim için yıkıcı sayılmamalıdır. Bir sinirin nasıl olup da ışığa duyarlı duruma geldiği sorusu, bizi yaşamın kendisinin nasıl türediği sorusundan hiç de daha çok ilgilendirmez; ama hiçbir siniri olmayıp da ışığa duyarlı olan aşağı bazı yaratıkların etindeki (sarco) belirli duyar öğelerin birleşmesi ve bu özel duyarlığı taşıyan sinirlerin gelişmesi olanaksız görünmektedir. (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, Be?inci Baskı, Ankara 1996, s.198)