Son zamanlarda Türkiye önemli resmi misafirlere ev sahipliği yaptı. İlk olarak, İran Genel Kurmay Başkanı Tümgeneral Bakıri ve ardından ABD Savunma Bakanı Jim Mattis Ankara'ya peşpeşe ziyaretlerde bulundular. Bu arada Rusya Genel Kurmay Başkanı Valeriy Gerasimov, yakında Türkiye'yi ziyaret etme planı olduğunu açıkladı. Suriye Savaşı'nda hızla değişen durum göz önüne alındığında, bu ziyaretlerin zamanlaması çok önemlidir. Türkiye, bölgedeki jeopolitik konumu nedeniyle kilit bir role sahip olduğu için müttefikleri Ortadoğu'da istikrarı sağlamak için Türkiye ile işbirliği yolları arıyorlar.
Analistler, Savunma Bakanı Mattis'in Ankara'ya ani ziyaretini ABD’nin bir Türkiye-İran-Rusya ittifakı konusunda endişeli olduğu şeklinde değerlendirdiler. Bakan’ın, İran ve Türkiye'nin PKK'ya karşı olası bir ortak operasyondan ve Rusya ile Türkiye arasında S-400 savunma sisteminin satın alınmasıyla ilgili müzakerelerden endişe duyduğu görüşündeler. Gerçek durum bu varsayımlara uymuyor, zira bu üç ülke ilk kez yakın çalışıyor değiller. Türkiye ve bu iki müttefik Suriye çatışmasında karşıt taraflarda olmaları nedeniyle görüş ayrılığı içinde olsalar da Suriye'de ateşkes yapmak için işbirliğine girdiler.
Gerçekte bu üç ülkenin yakın ilişkileri ABD'den uzaklaşmak anlamına gelmiyor. Türkiye'nin başka ülkelerle güçlü bağları olması, uzun vadeli stratejik ortağı olan ABD ile ilişkilerini soğutması anlamına gelmiyor. Bunun nedeni Türkiye'nin "komşular ve müttefiklerle iyi ilişkiler" ilkesidir. Örneğin, Türkiye Kore Savaşı'nda ABD ile birlikte savaşırken, Rusya ile olan ilişkileri samimiydi. Aynı şekilde, Türkiye, Kapsamlı Ortak Eylem Planı'ndan önce iki ülke birbirleriyle karşı karşıya kaldıklarında, ABD ve İran ile dostça ilişkilerini sürdürmüştü. Dolayısıyla ABD, bu ittifakı Doğu'ya kayma değil, Ortadoğu'da güvenliği sağlamayı amaçlayan bir işbirliği olarak görmelidir.
Kuzey Irak'taki referandum, Bakan Mattis ve İran Generali ile görüşülen başlıca konular arasındaydı. Tüm bu ülkeler, bu oylamaya karşı çıkmak konusunda görüş birliği içindeler. Bölgedeki mevcut durum göz önüne alındığında, bir diğer çatışma ya da ulusal yıkım istenecek en son şeydir. Bu nedenle, Irak'ın üniter yapısında ısrar ederek bu referanduma şiddetle karşı çıkıyorlar. Kuşkusuz Bağdat, ülke zaten bir çatışma ortamındayken bu gelişmeden son derece rahatsız. Bu referandum gereksiz bir parçalanmaya neden olabilir. Kuzeydeki Kürtler halihazırda rahatlar ve hatta Türkiye de dahil olmak üzere çeşitli ülkelerle ticari ilişkileri var. Ayrı bir devlet kurmak, hem Kürtler hem de bölge için çok tehlikeli bir adım olacaktır çünkü nihai plan Türkiye, İran ve Suriye'de bulunan Kürt azınlıklardan oluşan komünist bir devlet kurmaktır.
Bakan Mattis ile yapılan görüşmenin bir başka önemli noktası, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın rahatsızlığını dile getirdiği ABD’nin PYD/YPG'yi silahlandırması konusudur. Bakan Mattis, PYD/YPG ile ABD ortaklığının yalnızca taktiksel ve IŞİD'in ortadan kaldırılmasına yönelik olduğuna dair güvence verdi. Ancak, ABD akılda bulundurmalıdır ki PYD/YPG’yi desteklemek PKK'yı desteklemektir. Birleşik Devletler Hükümet Yayınları Ofisi tarafından yayınlanan Birleşik Devletler Senatosu Dış İlişkiler Komitesi raporları, PKK ve PYD terör örgütleri arasındaki ilişkiyi kabul etmekte ve "...PKK ve PYD'nin aynı olduğunu" göstermektedir. Bu, 20 Kasım 2013'te Temsilciler Meclisi kongresinin 113. toplantısının ilk oturumunda bir Ortadoğu uzmanı olan Andrew J. Tabler tarafından ileri sürüldü. Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesinde yaptığı açıklamada, Tabler şunları söyledi: “Bugün Kürt bölgelerinde, Demokratik Birlik Partisi, PKK olarak bilinen Kürdistan İşçi Partisi ile bağlantılı bir örgüt olan PYD egemendir.”
Leninist ideolojiye dayanan PKK, hedeflerini gerçekleştirmek için zaman zaman taktiklerini değiştirir. Örneğin, Türkiye'deki "barış sürecinin” bir parçası olarak dağlardaki saldırılarını durdurdu ancak "KCK" adıyla şehirlerde faaliyetlerine devam etti. PKK, son 40 yıldır bölgede Kuzey Kore tarzı bir hükümet inşa etmek için çalışmaktadır. PYD adı altında Suriye’deki çatışmalardan istifade ederek aynı gündemi sürdürmektedir. PYD, “şimdilik” ABD yanlısı görünmektedir oysa "emperyalistler" olarak tanımladığı ABD ve diğer ülkelere muhalefetiyle bilinmektedir. Aynı zamanda, dünyanın geri kalan komünist ülkeleri, grupları ve partilerinin desteğini almaktadır.
Komünizm, sinsi faaliyetlerini gizlemek için kimliğinin üstünü örterek tuzak kurmuştur. Dış görünüşü değişmiş olabilir, yandaşlarının isimleri farklı olabilir, ancak geçmişte olduğu gibi insanlığa acı çektirmek için fırsat beklemektedir. Komünizm şu anda Lenin'in stratejisine uygun olarak PKK'nın elinde gizli olarak faaliyet gösteriyor. Lenin’in "bir adım ileri, iki adım geri" stratejisinin sonucu olarak komünizm hala gizlice varlığını sürdürmektedir. Dolayısıyla ABD, yalnızca Ortadoğu'da değil tüm dünyada felakete neden olacak komünist bir Kürt devletinin PKK'nın otoritesi altında kurulmasına izin verilmemesi konusunda uyanık olunmalıdır.
Adnan Oktar'ın The Peninsula Qatar'da yayınlanan makalesi: