Yaşadığımız dönemde dayanışmanın ve yardımlaşmanın güçlenmesine duyulan acil ihtiyaca rağmen, bazı çevrelerin halen çatışmayı özellikle de dünyanın iki büyük ve köklü medeniyeti arasındaki çatışmayı körüklüyor olmaları, üzerinde durulması gereken önemli bir sorundur. Bu kişilerin talep ettiği gibi bir medeniyetler çatışması yaşanmasının tüm insanlık için büyük bir felakete neden olacağı ise açıktır. Böyle bir felaketin engellenmesinin en önemli yollarından biri, medeniyetler arasında iş birliğinin güçlendirilmesinden geçmektedir. Üstelik bu hiç de zor değildir. Çünkü İslam ve Batı dünyası arasında, bazılarının iddia ettiği gibi derin farklılıklar yoktur. Tam tersine, İslam medeniyeti ve Batı medeniyetinin temelini oluşturan Musevi-Hristiyan kültürü arasında pek çok ortak yön bulunmaktadır. Bu ortak yönler temel alınarak birleşmek ve barışı sağlamak, Allah’ın izniyle çok kolay olacaktır.
Batı’nın büyük kesiminin İslam ve Müslümanlar hakkındaki bilgisi çok sınırlıdır. Batılılar çoğu zaman bir tür cehalet içindedirler. Özellikle 11 Eylül sonrasında bu cehalet iki farklı yönde gelişmiştir. Batılıların bir kısmı samimi merak içinde Kuran’ı okumuş, Müslümanlarla daha çok bağlantı kurarak doğruyu öğrenmeye çalışmışlardır. Ancak Batılılar içinde mevcut cehaleti körükleyerek çok farklı bir İslam modeli lanse etmeye çalışanlar da vardır. Ancak tüm bu gelişmeler esnasında Müslümanların bu iki yaklaşıma nasıl tepki gösterdikleri çok daha önemlidir.
Müslümanların Kuran’ı Hayatlarına Geçirmeleri Çok Önemlidir
İslam dünyasının geneline bakıldığında siyasi, sosyolojik ve ekonomik çeşitli tespitlerde bulunulabilir ve farklı çözüm önerileri geliştirebilir. Ama tüm sorunların temelinde tek bir hakikat olduğu asla görmezden gelinmemelidir. Kuran’da Resulullah (s.a.v.)’in ümmetinden tek şikayeti olarak ifade edilen “Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kuran’ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar.” (Furkan Suresi, 30) ayeti bu hakikati gözler önüne serer. Dolayısıyla Müslümanlar olarak Batı’dan şikayet etmeden önce kendimizi samimiyetle değerlendirmemiz ve Kuran’ın ruhunu ne kadar hayatımıza hakim kıldığımızı ölçmemiz gerekir.
Birçok insanın öfkeyi, nefreti, saldırganlığı, dışlamayı, aşağılamayı, hakareti takva gibi göstermelerine karşın, Kuran olgun, itidalli, dengeli, akıllı, insanları kazanmaya gayret eden, sevgi dolu, affedici, anlayışlı, sabırlı, sevecen, merhametli, koruyucu bir ahlakı emreder. Yani Kuran’a uyan bir insanın ırkından, dininden, dilinden, renginden, ülkesinden dolayı bir insana anlamsızca nefret duyması mümkün değildir. Kuran’a uyan bir insanın kötülüğe kötülükle karşılık vermesi, karşısındakini dışlaması, karşısındakini küçük düşürmesi, kızdırıcı olması ve kontrolsüz olması da mümkün değildir Ancak sosyal medyada karşılaşılan aşağıdaki sorulara karşı kullanılan üsluplar hakkında samimi olarak düşünelim.
Bu sorulara samimi olarak verilecek cevap elbette ki pek olumlu bir üslup kullanıldığı yönünde değildir.
Sayın Adnan Oktar: İslam Birliği Farzdır
ADNAN OKTAR: “İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)
İnkar edenler ittihad ediyorlar, müminler de ittihad ediyorlar. MÜMİNLERİN İTTİHADINDA İNKAR EDENLERİ DE KAZANMA DÜŞÜNCESİ VARDIR, İNŞAALLAH. Ama Müslümanların ittihad etmesi, birleşmesi bu ayete göre farz, çok açık. Aksinde ise, “Bela veririm, mahvolursunuz. Aranızda fitne ve bozgun çıkarırım.” diyor Allah. Bakın, İslam alemi bozguna uğradı ve her yer fitneyle kaynıyor.” Ama İTTİHAD EDERSENİZ FİTNEYİ DE, BOZGUNU DA KALDIRIRIM” DİYOR ALLAH. “İKİ BELAYI DA ÜSTÜNÜZDEN ALIRIM. AKSİ OLURSA BU BELALAR SİZİ TAKİP EDER.” Yüzyıldan beri bu belalarla muhatap Müslüman alemi. Hz. Mehdi (a.s.)’a ve Hz. İsa Mesih (a.s.)’a tabi olduklarında bu bela bitecek, inşaAllah. (25 Mart 2013, A9 TV)
Allah’a iman eden ve O’na kulluk eden Museviler, Hristiyanlar ve Müslümanlar -her biri farklı bir şeriat üzerine de olsa- hayırlarda yarışmak, güzel ahlakı yaymak, din ahlakının gerektirdiği hoşgörülü, uzlaşmacı, insancıl, düşünce özgürlüğüne saygılı, insan haklarına önem veren ideal bir toplum yapısının meydana gelmesi için fikri alanda mücadele etmekle yükümlüdürler. Yani Hristiyanlar, Museviler ve Müslümanlar, Allah’ın bildirdiği şekilde yaşamak, insanları güzel ahlaka ve iyiliklere çağırmak, kötülüklerden sakındırmak gibi konularda yarışmaya davet edilmişlerdir. Allah, farklı dinlere mensup insanların hayırlarda yarışmaları gerektiğini ayetinde şöyle bildirmiştir:“... Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.” (Maide Suresi, 48)
Müslümanların Üzerine Düşen Sorumlulukları Görmesi ve Dile Getirmesi Gereklidir
İslam dünyasının çok büyük kısmının esaret altında olduğunu, Batı’nın Müslümanların yaşam haklarına gereken saygı ve özeni göstermediğini, zulmün ve haksızlığın yoğunluğunu gördüğümüz ve dile getirdiğimiz kadar, Müslümanların üzerine düşen sorumlulukları da görmemiz ve dile getirmemiz gerekir. Eğer biz bunu yapmazsak o zaman İslam dünyasının içindeki yanlışları düzeltme işini Batı’ya bırakmış oluruz ki, bunun hiç de iç açıcı sonuçlar doğurmadığını 100 yılı aşkın tecrübeyle biliyoruz. Batı’nın bizleri kendilerince “terbiye etmesine” gerek kalmadan, Kuran’ın akılcı, sıcak, sevgi dolu ruhuna sıkı sıkıya sarılarak biz bu terbiyeyi binlerce kat güzeliyle yapabiliriz. O zaman haksızlıklara, zulme, acıya karşı duyduğumuz haklı tepkiyi de en akılcı şekilde dile getirebilir, en etkili şekilde çözümler üretebiliriz.
Biz bunları yaparken Batı’nın da mevcut ön yargılı ve dar görüşlü tutumunu bir kenara bırakıp daha makul yol ve yöntemleri hayata geçirmesi gerekir. Ne de olsa onlar da özellikle son 10 yılda, bu yolla artık sonuç alamayacaklarını, izledikleri yolun sarpa sardığını görmüşlerdir.
Bu çıkmazın sona erdirilmesi ve dünya barışının tesis edilebilmesi için yapılması gerekenleri şöyle özetleyebiliriz;
1. ABD ve Batı elbette ulusal menfaatlerini koruma hakkına sahipler. Ancak bu hakkın, dünya barışını göz önünde bulundurarak kullanılması gerekir. İzlenecek yol, şiddetin şiddetle bastırılmaya çalışılması değil, ılımlı ve demokratik güçlerin desteklenerek gerilimin azaltılması ve çatışmaların çözülmesi olmalıdır.
2. Zengin yer altı kaynaklarından tüm milletlerin eşit olarak yararlanması, dünya barışını tehdit eden unsurların ortadan kaldırılması, ekonomik istikrarın sağlanması, demokratik rejimlerin güçlenmesi, insan hakları ihlallerinin engellenmesi, diktatörlerin ve tiranların zulümlerine son verilmesi, yaşam kalitesinin artması yalnızca ABD’nin ve Batılı güçlerin değil, aynı zamanda tüm Müslümanların da talebidir.
3. Günümüzde dini yanlış yorumlayan, bazı hurafe ve batıl inanışların etkisiyle gerçek din ahlakından tamamen uzaklaşıp radikal bir tavır içerisinde olanlar yalnızca İslam dünyası içinde değil, Hristiyan ve Yahudi alemi içinde de yer almakta ve dünya barışına büyük zarar vermektedir. Bu zararın giderilmesi, radikal her türlü akımın önünün kesilmesi, itidalli, barışsever, medeni ve samimi dindar insanların ittifakı ile mümkündür. Böylece savaşı tek çözüm gibi sunan, güvenliğin ancak savaşarak sağlanacağı yanılgısına kapılanların telkinleri etkisizleştirilecek, daha çok kan ve gözyaşı akması ve daha fazla maddi kayba neden olacak girişimler engellenecektir.
4. Batılıların İslam dünyasını daha yakından tanıyıp anlaması, Müslümanların da birlik oluşturup İslam dünyasının kalkınmasına yönelik ortak politikalar geliştirmesi gerekmektedir. Her iki tarafta düzenlenecek kültür ve eğitim programları ile karşılıklı yanlış anlamalar giderilebilir.
5. Radikalizm asıl olarak cehaletten kaynaklanan bir sorundur. Eğitim programları ile Batı dünyasının İslam’ı doğru tanımaları sağlanırken, İslam dünyasında yerleşik olan bazı batıl inançlar ve hurafeler ortadan kaldırılacak, bunun sonucunda karşılıklı şefkat ve anlayış esas olacaktır.
6. Dünyaya sosyal Darwinist gözüyle bakan sertlik yanlılarının Batı içinde etkilerinin azaltılması önemlidir. Bu, Batı dünyası içinde halen zaman zaman etkisini gösteren ve Batılı toplumlar dışındaki halkları “ilkel” olarak değerlendiren zihniyettir. Hem Batı medeniyeti hem de İslam medeniyeti çok köklü medeniyetlerdir. Kültürler ve medeniyetler arasındaki farklılıklar, birer üstünlük konusu veya çatışma malzemesi yapılmamalı, tam tersine farklı medeniyetler birbirlerinin tamamlayıcısı ve destekleyicisi olarak görülmelidirler.
7. Ortaçağ’daki Haçlı zihniyetini koruyarak İslam’a karşı son derece saldırgan ve haksız yorumlar yapan bazı Hristiyanların olduğu açık bir gerçektir. Bunlar bir yandan söz konusu hatalı yorumlarıyla Müslümanları taciz ederken, bir yandan da Eski Ahit’e birtakım anlamlar yükleyerek yakın gelecekte Müslümanlar ile Batı dünyası arasında bir savaş yaşanacağını, daha doğrusu yaşanması gerektiğini savunmaktadırlar. İsrail’in radikalleriyle de paralel bir “stratejik vizyon” taşıyan bu Hristiyanların yanılgılarının, sağduyulu Hristiyanlar tarafından kendilerine gösterilmesi gerekmektedir.
8. İslam dünyasındaki en temel meselelerden biri ise dağınıklıktır. Müslüman ülkeleri temsil eden etkin merkezi bir otoritenin eksikliği, Batı dünyasının Müslümanlarla kurdukları ilişkiyi doğru bir zemine oturtmasını zorlaştırmaktadır. Müslümanların ortak kanaatini ve talebini ifade eden, Müslümanların haklarını koruyup, Batı dünyasına yol gösteren bir kurumun olmaması önemli sıkıntılara neden olmaktadır. Bu da İslam Birliği’nin kurulmasının önemini bir kez daha bizlere göstermektedir.