Bilindiği üzere AB, kuruluş esası olarak vatandaşlarının hayatlarını iyileştirmek ve onlara daha iyi bir dünya sunabilmek amacıyla bir araya gelmiş bir ülkeler topluluğu.
Peki AB kuruluşundan günümüze, bu asli amacını ne derece gerçekleştirebildi?
Şu günlerde gündemi sıklıkla meşgul eden "AB Çatırdıyor", "AB'de Tehlike Çanları", "AB İçin Kötü Haber", vs. şeklindeki haber başlıklarını göz önüne aldığımızda bu soruya olumlu cevap vermenin pek de kolay olmadığını söyleyebiliriz.
Hatta mevcut manzaranın, AB öncesi durumdan çok daha vahim olduğunu bile söyleyebiliriz.
2008'de ABD merkezli başlayan ekonomik krizin Avrupa'ya sıçramasıyla AB ülkeleri ciddi bir ekonomik tehdit altında kaldı. Euro alanı 2009 yılında %4,1 oranında küçülerek tarihindeki en büyük daralmayı yaşadı. Mali gelirlerinin ciddi bir bölümünü borç ödemeye tahsis etmek zorunda kalan birçok AB ülkesi hızla iflasın eşiğine sürüklendi.
Finansal krizden en çok etkilenen ülkeler arasında ise beş AB ülkesi başı çekmekteydi: İrlanda, Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İtalya... Euro bölgesindeki işsizlik oranı 2013 yılının Mart ayı verilerine göre tarihinin rekor düzeyini gördü.
Krizden en büyük darbeyi alan ülke Yunanistan oldu. AB üyeliğine kabul edilen en fakir ülke unvanını taşıyan Yunanistan, üyeliğinin ilk birkaç yılı geçici bir büyüme kaydetti ancak bu ilerleme fazla uzun sürmedi. AB süreciyle birlikte Yunanlının cebine kişi başına 32.100 dolar girdi belki ama diğer yandan sırtına 27.300 dolar gibi bir dış borç yüklendi.
Dış borçlarını ödeyemez hale gelen Yunanistan'da bankalar ve hükümet iflas noktasına geldi. Birçok işletme battı, vatandaşın cebindeki para eridi, dolayısıyla devletin vergi toplama imkânı kalmadı. AB süreci Yunanistan'a devasa bir borca ve gayrisafi milli hasılanın %12.7’sine kadar varan bir bütçe açığına mal oldu.
Kriz nedeniyle had safhaya varan geçimsizlik ve işsizlik sonucu halk sokaklara döküldü. Miting ve yürüyüşlerdeki tansiyon gün geçtikçe yükseldi. Ülkenin her yerine yayılan şiddet olayları sırasında 4 kişi öldü, 311 kişi yaralandı, onlarca kişi de gözaltına alındı.
Aynı günlerde Yunanistan'ın hem AB üyeliğinden hem de Euro Bölgesi'nden çıkarılmasına yönelik öneriler gündemde yerini aldı.
Ekonomisi dibe vuran yukarıda saydığımız Avrupa ülkeleri elbette, mali durumları daha güçlü olan Almanya, Fransa gibi ülkeleri de ciddi bir yük ve risk altına soktu. Batık ülkelerden alacaklarını tahsil edemeyen, dahası Birliğe olan üyelikleri gereği kurtarma ve kredi paketlerine milyar dolarlar yatıran güçlü ekonomiler de aynı uçuruma doğru sürüklenmeye başladı.
Almanya, %188'lik borç oranıyla küresel borçluluk listesinde 24. sırada. AB kredilerinde en büyük sorumluluk üzerine olan Almanya, AB bütçesinin yüzde 27’si gibi çok büyük bir yükün altında. Avrupa ekonomisindeki sıkıntıların yanı sıra Rusya'ya uygulanan yaptırımlar da Alman ekonomisini kırılgan hale getiriyor.
Avrupa'nın en güçlü ekonomisi Almanya'nın, bu krizi yara almadan atlatamaması durumunda, yalnızca Avrupa Birliği'nde değil küresel ekonomide de deprem etkisi oluşmasından endişe duyuluyor.
Avrupa'nın ikinci büyük ekonomisi Fransa da 2.8 trilyon dolarlık yüklü borcuyla Euro bölgesindeki en çok endişe duyulan ekonomilerden biri. AB Komisyonu geçtiğimiz haftalarda Fransa'dan 2015'te yapısal bütçe açığını en az %5 oranında azaltmasını ve 2015 yılı içinde belirttiği süre içinde en az 4 milyar euroluk bir tasarruf yapmasını istiyor.
Uzmanlar, acilen 4 milyar euro bulması gereken Fransa'yı 2015'te zor günlerin beklediğini belirtiyor. Brüksel merkezli Bruegel Düşünce Kuruluşu Araştırma Sorumlusu Gregory Claeys de "çok zayıf büyüme oranı ve sıfır düzeydeki enflasyonla Fransız hükümetinin 4 milyar euro bulması oldukça güç" demekte.
AB'nin en güçlü ülkelerinde bile durum böyleyken Euro bölgesinin üzerinde deflasyon bulutları dolaşıyor. AB'nin, büyüme hedefleri şöyle dursun, 2015'teki en büyük hedefi son yedi yılda üçüncü kez resesyona girmemek.
Buraya kadar ana başlıklarıyla özetlediğimiz puslu görünüm AB konusundaki şüpheci yaklaşımı tırmandırırken birçok kesimde Birliğin sorgulanmasına neden oldu. Kaldı ki yalnızca ekonomik nedenler değil, tarih boyunca birbirleriyle rekabet içinde olmuş, barış halinden çok savaş halinde bulunmuş İngiltere, Fransa ve Almanya'nın ortak noktada buluşmaktan çok eninde sonunda ayrı baş çekmek isteyecekleri de kaçınılmaz bir gerçek.
Nitekim AB'den ayrılma yönünde son günlerdeki en somut girişim tasarısı İngiltere'den geldi: İngiltere Başbakanı David Cameron, partisi gelecek seçimleri kazanırsa Avrupa Birliği'nde kalıp kalmama konusunda referandum düzenleyeceklerini duyurdu. En geç 2015'te yapılacak olan genel seçimlerde İngiltere'de Muhafazakar Parti'nin iktidarda kalması durumunda referandum 2015-2018 arası düzenlenecek.
Cameron açıklamasında, referanduma kadar ülkesiyle AB arasındaki ilişkileri yeniden müzakere etmek istediklerini söyledi. AB'nin dağılmasını arzulamadığını ancak bugünkü durumuyla AB'nin dağılma tehlikesi bulunduğunu ifade etti.
Almanya Başbakanı Angela Merkel İngiltere'ye AB'de kal çağrısında bulunurken Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle de İngiltere'nin aktif ve yapıcı bir AB üyesi olarak Birliğe devam etmesini istediklerini belirtti. Avrupa Komisyonu'nun ticaretten sorumlu üyesi Cecilia Malmström ise İngiltere'nin AB'den ayrılmasının hem kendisi, hem de AB açısından 'felaket' olacağını söyledi.
AB için kurgulanan felaket senaryoları akla şu soruyu getiriyor: Şu an gelinen nokta Avrupa Birliği için sonun başlangıcı mı?
Tahminleri ortadan kaldırmanın tek yolu var, o da Avrupa Birliği'nin halihazırda olduğu gibi yalnızca ekonomi temelli siyasi bir birlik olmaktan vazgeçip bir dostluk, kardeşlik birliğine dönüşmesi. Gerçek şu ki birlikler ancak sevgi ve dostluk esasına dayandıkları takdirde güçlü olabilirler. O zaman maddi anlamda gerileyen üyelerini zayıf halka olarak değil, kurtarılmaları gereken kardeşleri olarak görürler. Bu manevi dayanışmayı sağlayan birlikler hiçbir koşulda zayıflamaz, gücünü, istikrarını yitirmez, aksine daima daha da güçlenirler. İşte Avrupa Birliği’nin de böyle manevi bir anlayışa ihtiyacı var. Bunun yalnızca kendilerine değil tüm dünyaya huzur ve bereket getirecek bir güzellik olacağında ise hiç şüphe yok.