Bazı sözler vardır ki hangi dilde söylenmiş olursa olsun tüm dünyada milyonlarca insanın mantığına işlemeyi başarır. Hiç şüphesiz carpe diem de bunlardan biri. Peki ama Horatius'un bu deyişi bugün ne derece doğru algılanıyor?
Carpe diem gerçekte ölümün her an gelebileceğinin şuurunda olmak ve her saniyenin kıymetini bilmekle eşdeğer anlamlar taşıyor. Ünlü şair de "daha biz konuşurken geçip giden zamana aldanmamayı, yarına güvenmemeyi ve zamanı olabildiğince iyi kullanmayı" dizelerinde ifade ederken dünya hayatının kısa sürede gelip geçeceği ve her insanın er ya da geç toprak olacağı gerçeğine dikkat çekmek istemiş. Ne var ki bu kavram günümüzde hazcı felsefenin bir savunusu gibi kabul görüyor ve "gününü gün et", "anı yaşa, gerisini boş ver" manalarında kullanılıyor.
Hayat şekilleri, konuşma ve davranışlarından görüldüğü gibi insanların büyük bir bölümü gerçekten de hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamayı ve dünya nimetlerinden azami derecede faydalanmayı tercih ediyor. Öyle ki ölüm bu insanların düşünmekten en çok kaçtıkları konu. Dahası ölümü değil düşünmek, hatırlamak dahi istemiyorlar. Tanınmış biri ya da bir yakınları öldüğünde ise moralleri tamamen yerle bir oluyor; bir gün kendilerinin de öleceği gerçeğiyle yüzleşmek onları adeta hasta ediyor, psikolojik olarak çöküyor ve hiçbir şeyden zevk alamaz hale geliyorlar.
Ölümden bu kadar korkmalarının nedeni hiç kuşku yok ölümü bir son olarak görmeleri, ölümle birlikte yok olacaklarını düşünmeleri. Bu yüzden de çareyi hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamakta buluyorlar. Ama dünya hayatının gerçek yüzü peşlerini bırakmıyor ve onlar istemese de her fırsatta kendini hissettiriyor. Yaşlanmamak, hastalanmamak, hep genç ve sağlıklı kalmak, hayatı eğlenceyle geçirmek isterken birkaç on sene içinde tüm gençlikleri gidiyor, hastalıklar başlarından eksik olmuyor. En mükemmel, en sağlıklı görünen insan bile yaşlanıp ölüyor. Her gün binlerce ölüm yaşanıyor. Yollar, caddeler mezarlıklarla doluyor. Bir buçuk metre aralıkla birbirlerine bitişik olarak gömülen insanlar da bir zamanlar restoranlarda yemek yiyen, televizyon izleyen, sinemaya giden, gezmeye gittikleri yerlerde sevdikleriyle fotoğraf çektiren, geleceğe dair planlar yapan insanlarken, ölümleri ile birlikte bütün bunların bir anlamı kalmıyor. Şaşırtıcı olan ise, geride kalanların tüm bu anlatılanları çok iyi biliyor olmaları ama buna rağmen dünyaya bağlılıklarının hiç azalmaması, kendileri de ölüme adım adım yaklaştıkları halde dünyanın peşinden koşmaya devam etmeleri.
Oysa ölüm dünyanın en büyük gerçeklerinden biri. Bu gerçeği yok saymak, hayatın geçici olduğunu ve ölümün insana her an gelebileceğini unutarak yaşamaya çalışmak son derece boş bir çaba. Ölüm belki de hiç tahmin etmediğimiz bir anda gelecek ve bu dünyada elde edilen her şey; servet, mal mülk, makam ve tüm imkanlar geride kalacak. Kimse malını, makamını, şöhretini; sahip olduğu hiçbir şeyi ahirete götürmeyecek. Mezara yalnızca kişinin kefene sarılı bedeni girecek; o da çok kısa sürede çürümeye başlayacak.
Kısacası ölüm kendisinden asla kaçılamayan apaçık bir gerçek. Ve şunu da unutmamak gerekiyor; insan bu gerçekle yüzleştiğinde hiçbir kayba uğramıyor, aksine çok olumlu özellikler kazanıyor. Bunlardan biri berrak bir akıl. Bu dünyadaki her şeyin ve herkesin sonlu olduğunu ve ölümün insanı her an yakalayabileceğini bilen insanın öncelikle bilinci açılıyor; dünyanın geçici heveslerinden ve nefsani duygulardan arınmaya, aczini anlamaya başlıyor. Aczini anlayan insanın ahlakı güzelleşiyor, daha hoşgörülü, affedici, uzlaşmacı bir karakter geliştiriyor, daha sevgi dolu, daha merhametli, şefkatli oluyor. Fedakar ve insaniyetli oluyor; kendi rahatını değil başkalarının rahatını düşünür hale geliyor. En önemlisi de hayatın amacını aramaya başlıyor ve tüm evreni sarıp kuşatan olağanüstü düzenin farkına varıyor. Öte yandan sahip olduğu nimetleri görüyor ve bütün bunları kendisine bahşedenin Allah olduğunu anlıyor. Allah'ı tanıdıkça tüm hayatın buradaki kısa zaman diliminden ibaret olmadığını, bu dünyayı yaratan Allah'ın ölümden sonraki hayatı da yaratacağını ve sonsuz zamanlar boyunca sürecek olan bu hayatın ölümle birlikte başlayacağını kavrıyor.
Görüldüğü gibi ölümü düşünmek kişiyi doğru ve hayırlı bir yola sevk ediyor. Allah’a inanan, ruh sahibi olduğunun bilincinde olan, bu dünyada var oluş amacının Allah’a kulluk etmek olduğunu, bu dünyaya imtihan olmak için gönderildiğini ve ahirette hesap vereceğini bilen bir insan olmayı sağlıyor. Bu insanlar için ölüm korkulacak bir olay değil, her şeyden çok sevdikleri, aşk ve tutkuyla bağlı oldukları Rablerine kavuşmak için bir vesile, sonsuzluğa bir geçiş kapısı. Ve asla bir son olmadığı gibi, asıl hayat olan sonsuz ahiret hayatının başlangıcı.